30 Aralık 2012 Pazar

Asya Kaplanlarının Gelişimi ve Asya Krizine Bir Bakış

İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve birçok Avrupa ülkesinin içinde bulunduğu  zengin ülkelerin tamamına yakını endüstrileşme atılımını 18. yüzyılın sonlarında ya da 19. yüzyılın başlarında gerçekleştirmişlerdir (Japonya buna dahildir). Geride kalan Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin çoğu kalkınma hamlelerine ancak II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayabilmişlerdir. Bu grup içinde, çarpıcı ataklarıyla inanılmaz büyüme oranları yakalayan ve “Asya Kaplanları” olarak nitelendirilen ülkeler ise Asya mucizesine imza atmışlardır. Japonya’nın liderliğinde Güney Kore, Tayvan, Singapur, Hong-Kong başta olmak üzere Endonezya, Filipinler, Malezya geçtiğimiz kırk yılda dünyada meydana gelen en çarpıcı ekonomik kalkınma mucizesinin mimarlarıdır.[1] Bu çarpıcı büyüme rakamları aşağıdaki tabloda verilmiştir.

Asya Ülkeleri Büyüme Hızları (%)
(Kaynak: IMF, World Economic Outlook, USA, IMF, 1997, s. 49.)

Bu refah ortamı içerisinde Japon şirketleri hızla büyüyor, bankalarda biriken paralar iyi değerlendiriliyordu. İç piyasanın ve dış pazarların doygunluğa ulaşması bankalarda biriken fonların nasıl değerlendirileceği sorusunu beraberinde getirmişti. Paralar önce hisse senedi ve gayrimenkul piyasasına aktarılmış, borsa ve emlakta fiyatlar şiştikçe getiri de düşmüştü. Bu arada Japon bankaları diğer Asya ülkelerini de keşfetmiş ve bunlara yeterli değerlendirme yapılmadan krediler vermişlerdi.[2]

Yukarıdakilerin yanında, başta Tayland olmak üzere, bölgedeki pek çok ülkede meydana gelen büyük dış açıklar, emlak-menkul kıymet piyasalarında kendini gösteren ekonominin aşırı ısınmasının giderilmesinde yaşanan başarısızlıklar, finans sektöründe ve reel sektörde dışarıdan borçlanmayı ve aşırı düzeyde kur riski taşıyan pozisyon tutmayı daha cazip hale getiren sabit kur rejiminin uzun süre devam ettirilmesi krizin yaklaştığının birer habercisiydi.[3] Ayrıca 1996 yılında Bankgkok Ticaret Bankası’nın iflası ile çevre ülkelerdeki bankacılık istikrarı bozulmuş oluyordu.[4]  Fakat bunlar için önlem almak yerine yeterince sağlıklı olmayan politikalar ile gün kurtarılmaya çalışılmıştı.

Tüm bu gelişmelerin akabinde 1997 yılının Temmuz ayında Tayland Bahtı’nın dalgalanmaya bırakılıp devalüe edilmesi ile Tayland’da ortaya çıkan ve kısa sürede diğer Asya ülkelerine de sıçrayan Asya Krizi meydana gelmiştir. Bu açıklamadan da anlaşılabileceği gibi bu kriz özünde finansal kriz niteliği taşımaktadır.[5] Ancak Güney Asya krizinin 1970 ve 1980'lerde yaşananlardan farkı, bu krizin kamu sektöründe değil özel sektörde ortaya çıkmış olmasıdır. Kamu sektöründeki krizlerin çözümleri IMF ve Dünya Bankası tarafından desteklenen programlar ve hükümetlerin uluslararası kuruluşlar ve ticari bankalardan sağladığı borçlanmaların bir araya gelmesiyle çözülebiliyordu. Bu nedenle yaşanan bu özel sektör kaynaklı kriz daha karmaşık, anlaşılması daha zor ve çözümü daha uzun vadeyi içeren bir nitelik taşımaktaydı.[6]

1997 Asya krizini yaratan ve bu ülkelerin yabancı para pozisyon açıklarının büyümesine sebep olan gelişmelerden birisi de yukarıda belirtildiği gibi 1990’lı yıllarda Asya ülkelerine özellikle yabancı ticari bankalardan büyük miktarda kredi kullandırılmış olmasıdır. Yabancı bankalar tarafından açılan kredilerin önemli bir kısmı kısa vadeli kredilerden oluşmaktaydı. Asya ülkeleri için 1990 yılında bir yıldan daha uzun vadeli yabancı banka kredilerinin toplam krediler içerisindeki payı % 38 iken, 1997 yılında % 30’a gerilemiştir. Uluslararası ticari bankalarından beş Asya ülkesine (Endonezya, Kore Malezya, Filipinler ve Tayland) 1990 yılında yaklaşık 150 milyar dolar kredi kullandırılırken, krizin başlangıç yılı olan 1997 yılında yaklaşık olarak 390 milyar dolarlık kredi kullandırılmış durumdaydı. Kısa vadeli olarak ülkeye giren bu sermayenin bankalar tarafından yerel para cinsinden ve katma değer yaratmayan sektörlere kredi olarak kullandırılması ve kredilerin geri dönmemesi krizin büyümesinde etkili olmuştur.[7]

Güneydoğu Asya ülkelerinin gelişmişlik düzeyleri ve sorunları çeşitli yönlerden farklılık göstermesi nedeniyle krizin nedenlerini açıklamak için bölgedeki ülkelerin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Fakat genel bir değerlendirme yapılırsa aşağıdaki nedenlerin bu sonucu yarattığı görülebilecektir:[8]
·         Değerli Para Birimi: Dış tasarrufları ülkelerine çekmek için bölge ekonomileri para birimlerini dolara endekslemişlerdir. Bu sabit kur uygulamaları, doların bütün güçlü para birimlerine karşı güçlenmesi nedeniyle bu ülkelerin para birimlerinin de değerlenmesi sonucunu vermiş ve bunun sonucunda ihracatlarının pahalı hale gelmesine, rekabet güçlerini kaybetmelerine ve cari açık vermeye başlamalarına yol açmıştır (Tayland, Endonezya, Malezya ve Filipinler). Krizin başladığı 1997 yılının Temmuz ayında dalgalanmaya bırakılan Tayland Bahtı’nın %15 devalüe olması[9], paranın ne kadar değerlendiğini de göstermektedir.
·         Bölge ekonomileri arasındaki bütünleşme: Bölge ülkelerinin Japonya ağırlıklı dış sermaye yatırımları nedeniyle yoğun bir ekonomik bütünleşme süreci içinde bulunmaları, dış ticaretlerindeki karşılıklı bağımlılığının süratle artması sonucunda bir ülkede meydana gelen olumsuz gelişmenin, diğer ülkeleri de kolayca etkilemesi mümkün olmuştur.
·         Bankacılık sektöründeki sorunlar: Bölgedeki finans kuruluşlarının, özellikle bankaların önemli ölçüde devlet desteğine dayanmaları, devlet müdahalesiyle kredileri yönlendirmeleri; bazı sektörlerde fazla üretim kapasitesi yaratılmasına ve bazı verimsiz yatırımlara yol açmıştır. Ayrıca bu dönemde borçları öz kaynaklarının 5-6 katına ulaşan Asya şirketleri ekonominin de durgunluğa girmesi üzerine iflas etmeye başlamışlar ve bunun akabinde geri ödenmeyen kredilerde artışlar yaşanmıştır.[10] Bunun dışında ayrıca denetim mekanizmasının yeterince işletilememesi de sıkıntılar doğurmuştur.[11]
·         Yolsuzlukların yaygınlaşması: Bürokrat, politikacı ve müteşebbisin ortak çalışma isteğinden dolayı yolsuzluklar artmış, bu da bazı yatırımları verimsiz hatta ölü alanlara yöneltmiştir.
·         Siyasi rejimlerdeki sorunlar: Bu ülkelerdeki siyasi rejimlerin demokratik olmaması ile basınlarının güdümlü niteliğinin yolsuzlukların yapılmasına ve ekonomide şeffaflığın gelişmesine engel olması olumsuzlukların artışında etkin olmuştur.
·         Regülasyonların fazla oluşu: Aşırı devlet müdahalesi piyasa güçlerinin etki göstermesini engellemektedir.

Bu sebeple krizin aşılması amacıyla mali sistemin yeniden yapılandırılması gereği ortaya çıkmıştır. Krizin başlangıç sürecinde Tayland, Endonezya ve G.Kore, IMF ile öngörülen reform paketi çerçevesinde, stand by düzenlemesi hususunda mutabakata varmışlardır. Bunun sonucunda IMF; ABD, AB, Japonya ve Avustralya gibi ülkelerin, Dünya Bankası, Asya Kalkınma Bankası gibi uluslararası finans kuruluşlarının mali desteğiyle, G.Kore’ye 57 Milyar-ABD doları, Tayland’a 17,2 Milyar-ABD doları, Endonezya’ya da 23 Milyar-ABD doları düzeyinde bir kredi taahhüdünde bulunmuştur. Filipinler ile IMF arasında kriz öncesinde yürürlükte bulunan anlaşma devam etmiştir. Bu arada krizden etkilenen Malezya, IMF’e başvuruda bulunmamıştır.[12] Daha sonraları, IMF tarafından önerilen çeşitli mali sektör reformları doğrultusunda: [13]
·         Bankacılık sektörü denetim altına alınmış,
·         Bazı bankalar kamu kaynaklarından yüksek maliyetle sermaye desteği sağlanarak ancak bu şekilde hızlı bir şekilde kurtarılmış,
·         Bazı bankalar yeniden yapılandırma amacıyla geçici olarak devlet kurumlarına devredilmiş,
·         Bazı bankalara düşük maliyetle likidite aktarılması yoluyla durumları düzeltilerek satışa çıkarılmış,
·         Kurtarılması olası görülmeyen bankalar tasfiye edilerek aktifleri açık artırma ile satılmış,
·         Zor durumdaki bazı bankaların problemli kredileri devralınarak banka birleşmeleri teşvik edilmiş,
·         Zor durumdaki bazı bankalara sermaye girişi sağlayabilmek amacıyla yabancı sermaye üzerindeki sınırlamalar azaltılmış,
·         İflas Kanunlarında yenilikler yapılmıştır.

Yapılan bu düzenlemeler ile mali sistem iyileştirilmeye çalışılmış fakat bu iyileşme süreci oldukça uzun bir süre almıştır. Hatta bu ülkelerden bir kısmı halen eski performanslarına ulaşmaya gayret etmektedirler.


[1] DTM, “Güneydoğu Asya Krizinin Türkiye Ve Dünya'da Etkileri”, http://www.foreigntrade.gov.tr/DUNYA/kriz/blm1.htm 
[2] Vedat Akman, Modern Dünyadaki En Büyük Ekonomik Kriz, İstanbul, Rota, 1998, s. 21.
[3] Alper Toközlü, Ebru Arısoy, “Doğu Asya Mucizesinin Sonu”, http://www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/mart98/dmuciso.htm,
[4] İlker Parasız, Modern Bankacılık Teori ve Uygulama, İstanbul, Beta, 2000, s. 242.
[5] Burçak Tülay, Pelin Ataman Erdönmez, Küresel Krizlere Yeni Yaklaşımlar, İstanbul, TBB, 1999, s. 4.
[6] Gazi Erçel, “Güney Asya’da Yaşanan Krizden Alınacak Dersler”, http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/konusma/tur/1998/k10.html,
[7] Cafer Kaplan, Bankacılık Sektörünün Yabancı Para Pozisyon Açığı: Türkiye Örneği, Ankara, TCMB, 2002, s. 5.
[8] Tokyo Ticaret Müşavirliği, “Asya Krizi”,http://www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/mart98/asyatok.htm,
[9] Xinshen Diao, Wenli Li, Erinc Yeldan, “Challenges And Choices In Post-Crisis East-Asia: Simulations of Investment Policy Reform in an Intertemporal, Global Model”,http://www.bilkent.edu.tr/%7Eyeldane/98_16.pdf,
[10] Akman, a.g.e., s. 22.
[11] Toközlü, Arısoy, a.g.e.,
[12] DTM, “II. Kriz Sonrası Gelişmeler, IMF Reform Programı, Yapısal Değişiklikler”, http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DTDERGI/Mart98/yapi.htm,
[13] Tülay, Erdönmez, a.g.e., s. 4.

Arjantin Krizi ve Bu Krizi Oluşturan Nedenler

Arjantin’in yakın geçmişine bakıldığında yirminci yüzyılın ilk zamanlarında kişi başına düşen gelir açısından ABD’den sonra dünyanın en iyi ikinci ülkesi olduğunu görülmektedir. Bu zenginlik doğal kaynaklarının fazlalığından ve o zamana kadar olan doğru politikalardan ileri gelmekteydi. 1929 yılı bunalımında hammadde fiyatlarındaki düşüşler Arjantin’in gelirlerini önemli ölçüde azaltmıştır. Bu dönemden sonra meydana gelen aşağıdaki olaylar Arjantin’in ekonomik olumsuzluklar içerisine sürüklenmesine sebep olmuştur:[1]
·         İktidara gelen politikacıların yetersiz veya kötü yönetimleri
·         1930’lardan sonra kapalı ekonomik düzenin tercih edilmesi
·         1940’lardan sonra iktidara gelen dikta rejimleri
·         Süregelen darbeler ve rejim boşlukları
·         1982 yılındaki Falkland adaları istilası

1966-1983 döneminde askeri hükümet süreci yaşayan Arjantin, 1983 yılında demokratik döneme başlangıç yapmıştır. 1980’ler boyunca Arjantin ekonomisinin temel sorunu kamu sektöründeki olağandışı açık ile bu açığın özel sektör tasarruflarınca kapatılamaması olguları olmuştur.

Arjantin’in en önemli sorunlarından biri haline gelen enflasyon 1980 yılında % 90 civarındayken, 1984 yılında % 700’lere fırlayınca, 1985 yılının Haziran ayında “Austral Planı” uygulamaya konmuştur.[2] Bu planda yeni bir yaklaşım sonucu heterodoks politikalar (üretim ve istihdam düzeyinde bir gerileme yaratmadan enflasyonu kısa bir sürede ve ani olarak aşağıya çekmeyi amaçlayan programlar[3]) tek başına değil, ortodoks politikalarla (ödemeler bilançosu açıklarını kapatmayı amaçlayan ve bu nedenle devalüasyon öngören geleneksel istikrar programları[4]) birleştirilerek uygulanmıştır. Planın temel hedefi enflasyonu hızla düşürmek ve enflasyonist baskı yaratan kamu finansman dengesizliğini ortadan kaldırmak idi.[5] Austral planında ilk zamanlarda başarılı sonuçlar elde edilmiş olmakla beraber yıllar geçtikçe başarı yerini istikrarsızlığa ve olumsuzluklara bırakmaya başlamıştır. Bunun sebepleri aşağıda açıklanmaktadır:[6]
·         Fiyat, ücret ve kurlar dondurulmasına rağmen, kamu mal fiyatlarına müdahale edilmiştir.
·         Program öncesinde yeterli ön hazırlık yapılmamış ve gerekli mercilerin desteği alınmamıştır.
·         Ücretlerin dondurulması kararı halkta isyana sebep olmuş ve bu politika devamlılığını kaybetmiştir.
·         Sanayi mallarında toptan fiyatlar için konulan kontroller perakende malları için konamamıştır.
·         Kamu gelirleri istikrarlı ve sürdürülebilir olmamıştır.

Arjantin’in 1990 yılındaki ekonomik durumuna göz attığımızda da aşağıdaki olguları görmekteyiz:[7]
·         % 1350’ye varan bir hiper-enflasyon,
·         Ulusal para biriminin çöktüğü bir mali yapı ve
·         Derin bir krize sürüklenen sanayi sektörü.

1990’ın ilk aylarında ilan edilen ve temel olarak kamu iç borç senetlerinin zorunlu olarak 10 yıllık yayılmasını hedefleyen Bonex Planı[8] da yetersiz kalmış, böylece ulusal ekonomide para biriminin anlamını yitirdiği, parasızlaşma anlamına gelen demonetizasyon süreci yaşanmıştır.[9] Bu sebeple, Arjantin 1991 yılında aldığı bir kararla pezoyu dolara bağlamış ve 1 pezo = 1 dolar olan uygulama 10 yıl kadar sürdürülmüştür.[10] Konvertibilite Programı olarak da bilinen bu programın temel unsurları aşağıda belirtilmiştir:[11]
·         Yerel para peso ile ABD doları arasındaki parite sabitlenmiştir.
·         Para basımı uluslararası rezervlerdeki net değişime bağlanmıştır.
·         Merkez Bankası’nın kamuya kredi açması kanunla yasaklanmıştır.
·         Kamu maliyesi alanında disiplinin sağlanması ve sürdürülmesi için siyasi çevrelerde uzlaşma sağlanmıştır.
·         Yapısal reformlar ve özelleştirmeye hız verilmiştir.

1991 yılında yürürlüğe sokulan bu plan, enflasyonu durdurmuş ve 1991-94 döneminde büyümeyi de canlandırmıştır. Bu planın en büyük problemi olan ve Dolar’a eşitlenerek sabitlenen Peso’nun zamanla aşırı değerli hale gelmiş olması, ülkenin ihracat gücünü olumsuz etkilemiştir. Böylece uzun vadede sürekli büyüme sürdürülemez bir hal almıştır. Kur nedeniyle 1990-95 döneminde ithalatta da büyük artış gözlenmiştir. 1990 yılında toplam ithalatın %32,6’sına denk gelen sermaye malları ithalatı, 1994’te %43,6’ya yükselmiştir. Ara malları ithalatı azalmış ve yerini önemli bir şekilde tüketim malları ithalatına bırakmıştır. 1990’da %8,4 olan tüketim malı ithalat oranı, 1994’te %24,6’ya fırlamış, ara malları ithalat oranı ise 1990’da %50,7’lik paya sahipken 1994’te %29’a kadar gerilemiştir.[12] Ayrıca 1990 - 1999 yılları arası dönemde GSMH artışı ortalama %4,7 seviyesinde gerçekleşmiş ve ihracatın artışı da ortalama %9,4 seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu dönemde işsizlikte de %12’lere varan bir düşüş gözlenmiştir.[13]

Yukarıdaki gelişimden sonra Arjantin’in ekonomik performansı 1999’dan itibaren düşmeye başlamıştır. Bunun nedenleri:[14]
·         İç istikrarsızlık
·         Politikalardaki zayıflama
·         Dış kaynaklı hammadde fiyatlarının kötüleşmesi
·         İşsizliğin önemli ölçülerde artması

Olarak gösterilebilmektedir.

1999 yılının Aralık ayında merkez sol ittifakının başında seçimi kazanan geçen Fernando De La Rua ile başkan yardımcısı arasında özellikle ekonomik politikalar hakkında meydana gelen anlaşmazlıklar, 2000 yılının Ekim ayında koalisyonda yaşanan çözülme ile sonuçlanmış ve ülke siyasi bir belirsizliğin içine girmiştir. Bunun etkilerini azaltmak amacıyla 2000 yılının Aralık ayında yeni bir ekonomik program yürürlüğe sokulmuş ve 18 Aralık’ta bu ülkeye IMF tarafından 40 Milyar-ABD dolarlık kredi açılmıştır.[15] Açıklanan bu programın başarılı olamaması üzerine 2001 yılının Mart ayında yeni bir ekonomik program devreye alınmıştır. Fakat bu iyileştirme çabalarının hiç biri çözüm getirmemiş ve 2001 yılının göstergelerinde düşüş yaşanmıştır. Göstergeler aşağıdaki tabloda özetlenmektedir.

Arjantin’in Önemli Ekonomik Göstergeleri
(Kaynak: Kurt Schuler, “Fixing Argentina”, Policy Analysis, Temmuz 2002, No:445, s. 3.)

2001 yılının Kasım ayında başlayan bir dizi olumsuzluk ile kriz ortamına giren ülkede bankacılık sektörü de oldukça fazla etkilenmiştir. Bu etkilenme üç temel boyutta olmuştur:[16]
·         Finansal Kayıplar: Arjantin’de bankacılık sistemi, pek çok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi finansal risklerin önemli bir bölümünü üstlenmiş durumdaydı. Bu finansal risklerin büyük bir bölümü gerçekleşmiştir. Gerçekleşen finansal riskler arasında; faiz hadlerindeki yükselmeden dolayı gerileyen menkul değerler cüzdanının değeri, ekonomik belirsizlik paralelinde tahsili gecikmiş alacaklardaki artış ve devalüasyondan doğan kambiyo zararları gösterilebilir. 2001 yılı içinde tahsili gecikmiş alacakların % 25 artışla 7,2 milyar pesoya çıktığı ve aynı dönemde toplam aktiflerin % 25 azalarak 127 milyar pesoya gerilediği görülebilmektedir.
·         Kredibilite Kaybı: Bankacılık sistemine en büyük zararı veren kalemlerden biri bankaların uğradığı kredibilite kaybı olmuştur. Bu kayıp kendisini gerek mevduat, gerekse dış kaynaklarda hızlı bir erimeyle göstermiştir. 2001 yılında bankaların dış yükümlülüklerinin % 32, özel kesim mevduatının ise % 19 civarında azaldığı görülmüştür.
·         Hükümet Hataları: Arjantin’de hükümetin kriz sürecinde önleyici karar almaktansa sorun giderici gibi davranması ve sorunların esas kaynaklarını da bulamayıp yanlış politikalar izlemesi krizin derinleşmesine sebebiyet vermiştir. Kriz sonrasında bankacılık sistemi hedef haline getirilmiş ve hükümet yetkilileri de gerek beyanlarıyla, gerek uygulamalarıyla bu söyleme destek vermişlerdir.

Bu krizin temellerine bakıldığında aşağıdaki faktörlerin kriz ortamını geliştirdiğini ifade edebiliriz:[17]
·         Kamu harcamalarının önemli miktarda artmış olması
·         Parasal sistem üzerinde belirsizliğin bulunması
·         Gereğinden fazla düzenlemenin yapılmış olması
·         Serbest ticaretin önünde bir çok engelin bulunması
·         Etkisiz çalışma kanunu

Arjantin, 2001’de sürüklendiği kriz ortamında 100 milyar doları aşan dış borçları üzerine moratoryum ilan etmiş ve 9 Eylül 2003’te de IMF’ye vadesi gelmiş olan 2,9 milyar dolarlık borcunu ödemeyi reddetmiştir. Arjantin hükümetince tek taraflı olarak açıklanan dış borç indirimi finans çevrelerinde geniş yankı bulmuştur. Bazı kesimler Arjantin hükümetinin bu kararının uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve alacaklılara büyük haksızlık yapıldığını iddia ederken, birçok iktisatçı da Arjantin’in bu önerisinin tek seçenek olduğu görüşünde birleşiyorlardı.[18]

Latin Amerika Krizleri içerisinde yer alan en önemli örnekler olarak görülebilecek Meksika ve Arjantin Krizleri (diğer krizler olan Brezilya, Şili ve Uruguay krizlerine benzer özellikler göstermeleri bakımından değinilmemiştir) ülkemizde yaşanmış olan krizlere benzer özellikler göstermesi bakımından oldukça önemlidir.


[1] Kenan Bulutoğlu, Yöresel ve Küresel Para Krizleri, İstanbul, Batı Türkeli, 2002, s. 204-205.
[2] Daniel Heymann, “The Austral Plan”, American Economic Review, Mayıs 1987, C.77, No:2, s. 284.
[3] M.Fatih Cin, Bilge Köksal Yalçın, M.Kemal Doğru, “Heterodoks Politikalar Işığında Türkiye'de Uygulanmakta Olan İstikrar Programı Ve Bir Değerlendirme”,http://www.istanbul.edu.tr/siyasal/dergi/sayi23-24/07.htm,
[4] Cin, Yalçın, Doğru, a.g.e
[5] Sema Bahçeci, Ortodoks ve Heterodoks  İstikrar  Programları: Seçilmiş Ülke Örnekleri Ve 1994 Türkiye Deneyimi, Ankara, DPT, 1997, s. 58.
[6] Bahçeci, a.e., s. 59.
[7] Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü, “Karanlığa Giden Yolda Arjantin: Nasıl Bu Hale Geldi? IMF Ne Kadar Suçlu?”, http://www.buik.net/subcommittee/ekonomik/showarticle.asp?aid=189,
[8] Mark Allen, “Sovereign Debt Restructurings and the Domestic Economy Experience in Four Recent Cases”,
[9] H.yasemin Özuğurlu, “Rusya’da kapitalist Dönüşüm ve istikrar Sorunu”, http://www.econ.utah.edu/~ehrbar/erc2002/pdf/P310.pdf,
[11] E.Alpan İnan, “Arjantin Krizi’nin Sebepleri ve Gelişimi”, Bankacılar Dergisi, 2002, No:42, s. 58.
[12] Ali Sina Önder, “1930'dan Günümüze Arjantin Kalkınması” http://www.tcmb.gov.tr/yeni/iletisimgm/AliSinaOnder.htm,
[13] Pedro Pou, “Argentina's Structural Reforms of the 1990s”, Finance and Development, Mart 2000, C.37, No:1, s. 15.
[14] Erişah Arıcan, Gelişmekte Olan Ülkelerde İstikrar Politikaları Uygulamaları: Türkiye, İstanbul, Derin, 2002, s. 56.
[15] Jim Saxton, “Argentina’s Economic Crisis: Causes and Cures”, http://www.house.gov/jec/imf/06-13-03long.pdf
[16] İnan, a.g.e., s. 67.
[17] Ana I. Eiras, Brett D. Schaefer, “Argentina's Economic Crisis: An Absence of Capitalism”, The Heritage Foundation Backgrounder Executive Summary, 19 Nisan 2001, Sayı: 1432, s. 3-8.
[18] Erinç Yeldan, “Dış Borçların İdaresi ve Arjantin Dersleri”, http://www.bilkent.edu.tr/~yeldane/Yeldan08_19Ocak05.pdf,

Meksika Krizleri 1982 - 1994

Meksika’nın ekonomik ve siyasi düzeni son çeyrek yüzyılda iki dış etken ile değişmiştir. Bunlardan ilki petrol diğeri de NAFTA üyeliğidir. Meksika’da 1970’lerde keşfedilen büyük petrol rezervleri ve ilerleyen yıllarda ortaya çıkan petrol şokları sayesinde ülke ekonomisinde büyüme önemli ölçüde hızlanmıştı. Meksika ekonomisine olan güven petrol zenginliği nedeniyle o kadar yükselmişti ki, hükümetin çıkardığı borç senetleri Dünya Bankası’nın senetlerinden bile daha az fiyata satılmaktaydı. [1]

Yukarıdaki gelişmeler olmakta iken alınan bu borçlar verimli yatırımlar ile değerlendirilememiş, petrol fiyatlarının düşmesi ile birlikte kısa vadeli borçların ödenebilirliği kalmamıştır. Özellikle dış dünyadaki daralma ve dış borç olanaklarının hızla azalması, yurt içinde ise özel sektör tüketim harcamalarının artması ve dış ticaret dengesinin bozulması olumsuzlukların göstergeleri olmuştur.[2] 1982 ortalarında Meksika hükümeti ABD’ye gönderdiği heyet ile dış borçlarını ödeyemeyecek hale geldiklerini ve döviz rezervlerinin eridiğini ifade etmiştir.  Bunun akabinde yabancı bankalar kredi alacaklarının geri ödenmesini istemiş, bu borçları yeniden yapılandırmama kararları almışlardır. Bunun üzerine ABD hükümeti alacaklarını teminen diğer kredi kurumlarına borçlarını ertelemeleri çağrısında bulunmuş ve krizin şiddeti azaltılmaya çalışılmıştır.[3]

Yaşanan bu finansal olumsuzluktan sonra Meksika, 1980’li yılların ortalarında kamu maliyesini ıslah programıyla işe başlamış ve bunu özelleştirme ile büyük çapta finansal reformlar izlemiştir. Aynı zamanda dış borçlarını yeniden yapılandırmış ve Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasını (NAFTA) imzalayarak dış ticaretini serbestleştirme yönünde önemli mesafeler kaydetmiştir. 1990’lı yıllarda iki sene gibi kısa bir sürede 1982 yılında kamulaştırılan 18 kamu bankası özelleştirilmiştir. Bunların yanında diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi Meksika’da da faiz oranları serbest bırakılmış, kredi sınırlamaları ve bankaların kasalarında likit tutma zorunluluğu kaldırılmıştır.

Tüm bu gelişmeler sonucunda Meksika’ya bir çok ülkeden önemli yabancı yatırım yapılmıştır. Sadece 1993 yılında yapılan yabancı yatırım tutarı 30 Milyar-ABD doları’nı bulmuştur. Peso giderek değerlenmiş, yurt dışına satım azalmaya, ithalat da artmaya başlamıştır.[4] Finansal serbesti ile birlikte gelinen son noktada başlıca finansal göstergeler aşağıdaki tablodaki gibi oluşmuştur.

Meksika Ekonomisindeki Temel Göstergeler
Finansal Gösterge
1991
1992
1993
1994
Büyüme
%4,22
%3,55
%1,95
%4,46
İhracat / GSYİH
17,59
16,05
15,90
18,15
İthalat / GSYİH
23,23
23,71
22,61
25,56
Cari İşlemler Dengesi / GSYİH
-%4,68
-%6,73
-%5,81
-%6,63
Bütçe Dengesi / GSYİH
-%0,37
-%1,43
-%0,69
-%0,32

(Kaynak: Yücel, a.g.e., s. 10.)

Yukarıdaki tablonun ötesinde Meksika’daki ekonomik gelişimi inceleyebilmek açısından aşağıda verilen tablonun oldukça yararlı olduğunu görmekteyiz. Buna göre, Meksika ekonomisinde 1994’lere gelindiğinde ihracatın ithalatı karşılama oranını ile cari işlemler dengesinin 1988’lerden başlayarak azaldığı ve 1994’teki sermaye çıkışı ile rezervlerin eridiği görülebilmektedir.

Meksika Ekonomisindeki Temel Finansal Veriler
Kaynak: Bahçeci, a.g.e., s. 45.

Meksika’da yukarıda faaliyetler ile başlayan ekonomik olumsuzluklar, bankaların bilançolarını da etkilemeye başlamış ve gittikçe kriz ortamının oluşmasında etkili olmuştur. Özellikle bu dönemde:[5]
·         Özel sektöre açılan kredilerin hızla artması
·         Çapaya dayalı döviz kuru politikasının devam ettirilmesi,
·         Uluslararası faiz oranlarının özellikle A.B.D’deki faiz oranlarının yükselmesi,
·         Politik cinayetlerden dolayı oluşan belirsizlikler

gibi faktörler Meksika ekonomisine olan güveni oldukça zayıflatmıştır. Özel sektöre açılan kredilerdeki artışlar bankacılık sisteminde düzenleme ve denetlemenin etkin olmadığı bir durumda ortaya çıkmıştır. Ayrıca bankalar açtıkları kredilerin kullanım alanlarını kontrol edebilecek bir mekanizmayı kendi bünyelerinde bulundurmamaktaydılar.

Meksika’da yukarıdakilerle birlikte en önemli sorunlardan biri geri ödenmeyen banka kredileridir. Buna göre, geri ödenmeyen banka kredilerinin GSYİH’na oranı 1990 yılında %5’in altında iken, 1995 yılında bu oran %15’lere tırmanmıştır.[6] Benzer şekilde geri dönmeyen kredilerin toplam kredilere oranı da 1991’de %3,1 iken 1994’te %7,3’e yükselmiştir.[7]

Bu gelişmeler üzerine, Meksika hükümeti, 1994 yılının Aralık ayında para biriminde ortaya çıkan büyük çöküş ile sarsılmış, kriz konusundaki bekleyişlerin artması üzerine 20 Aralık 1994 tarihinde ulusal para birimi Peso’yu devalüe etmek zorunda kalarak finansal bir krizle karşılaşmıştır.[8]

Meksika bankacılık sisteminin krize girmesindeki temel nedenler aşağıda gösterilmiştir:[9]
·         Meksika bankaları, dış finansman sağladıklarından ihracata dayalı sektörlerin büyüme imkanını kullanamamışlardır.
·         Bankaların kredi portföylerindeki kalite, ödeme güçlüğüne düşen müşterilerin artmasıyla giderek bozulmuştur.
·         Bankaların yeni kredi açacak kaynakları çok azalmıştır.
·         Bankacılık sistemi ahlaki bozulma problemiyle karşı karşıya kalmıştır.

Ocak 1995’te bu krizi aşabilmek amacıyla ABD önderliğinde 50 Milyar-ABD dolar’lık yardım paketi hazırlanmış ve çeşitli koşullar ile Meksika’ya sunulmuştur. Bu kaynak ile krizin yavaşlaması sağlanmış ve 1995 yılında döviz rezervleri 100 Milyar-ABD doları artmış, bunların sonucunda ekonomi olumlu sinyaller vermeye başlamıştır.[10]

1990’lı yılların başından itibaren başlatılan reformlara rağmen kriz sonrasında da bir çok Meksika bankası kredi portföylerini daraltmayı tercih etmişlerdir. Diğer yanda sağlıklı mali bünyeye sahip yabancı bankalar sisteme girerek lokal yatırımlara fon sağlamasında ve  ekonomik büyümede önemli rol oynamışlardır.

Meksika deneyiminde gözden kaçırılmaması gereken en önemli hususlardan bir diğeri de; kriz sonrasında tahsili gecikmiş alacakların zaman içerisinde azalma eğilimi göstermemesidir. Tahsili gecikmiş alacakların toplam krediler içindeki payı 1994 yılındaki yaklaşık % 10 seviyesinden 1996 yılında % 21’e yükselmiştir. Bu gelişmede, bankacılık düzenlemelerinde yapılan değişiklikle bankaların tahsili gecikmiş alacaklar için gecikmiş faiz alacaklarına ilave olarak karşılık ayırması etkili olmuştur.[11]


[1] Kenan Bulutoğlu, Yöresel ve Küresel Para Krizleri, İstanbul, Batı Türkeli, 2002, s. 211.
[2] Sema Bahçeci, Ortodoks ve Heterodoks  İstikrar  Programları: Seçilmiş Ülke Örnekleri Ve 1994 Türkiye Deneyimi, Ankara, DPT, 1997, s. 58.
[3] Bulutoğlu, a.g.e. s. 211.
[4] Sibel Yücel, “Meksika Bankacılık Sistemi 1995 Krizi ve Krizde Yapılanlar”, Active Finans, Ocak – Şubat 2003, No: 28, s. 9.
[5] Francisco Gil-Diaz, “The Origin of Mexico's 1994 Financial Crisis”, The Cato Journal, Kış 1998, Cilt:17, Sayı:3, s.  303.
[6] Gökhan Karabulut, Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizlerin Nedenleri, İstanbul, Der, 2002, s. 116.
[7] Yücel, a.g.e., s. 11.
[8] Muhammet Akdiş,” Küreselleşmenin Finansal Piyasalar Üzerindeki Etkileri ve Türkiye: Finansal Krizler-Beklentiler”, http://www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/Ekim2002/akdis.htm,
[9] TBB Bankacılık ve Araştırma Grubu, 1995 Yılındaki Kriz Sonrasında Meksika Bankacılık Sistemi, İstanbul, TBB, 2002, s. 5.
[10] Erişah Arıcan, Gelişmekte Olan Ülkelerde İstikrar Politikaları Uygulamaları: Türkiye, İstanbul, Derin, 2002, s. 72.
[11] TBB Bankacılık ve Araştırma Grubu, a.g.e., s. 6.