Merhaba sevgili okurlarım,
Sanıyorum Abraham Maslow’u hepiniz tanırsınız. Meşhur “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” adlı modeli ile hepimizin bir dönem ders kitaplarına konuk olmuştur. Kendisinin kaleme aldığı “İnsan Olmanın Psikolojisi” adlı kitabından sizler için aldığım notları aşağıda paylaşmak istiyorum.
Bu paylaşımlara başlamadan önce Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde gösterdiği kendini gerçekleştirme aşamasından kitapta sık sık bahsedildiğini belirtmek gerekir. Maslow’a göre kendisini gerçekleştirmiş insanları incelemek bize kendi yanlışlarımızı, eksiklerimizi ve ne yöne doğru geliştiğimizi görme olanağı verecektir. Kendini gerçekleştiren, temel gereksinimleri doğal olarak doyurulmuş insan, çevresine çok daha az bağımlı ve çok daha fazla özerktir. Kendi kendini yönlendirmektedir. Diğer insanlara gereksinim duymak bir yana onlar tarafından engellenmesi bile olasıdır.
Kendini gerçekleştiren insanlar, dış dünyayı yalnızca kendilerinden değil, genelde insanlardan da bağımsız şekilde algılamayı başarırlar. Bu durum yaşadığı yüce anlarda yani doruk deneyimleri sırasında ortalama insan için de geçerlidir. Kendini gerçekleştiren insanların, normal algılarında ve ortalama insanın daha çok aradığı sırada gerçekleşen doruk deneyimlerinde, algının ben-aşkın, kendini unutan, bensiz bir niteliğe büründüğü ortaya çıkmaktadır. Yani güdülenmemiş, kişisel olmayan, arzusuz, bencil olmayan, gereksinim duymayan, bağlantısız bir algı söz konusu. Ben merkezli değil nesne merkezli bir algı olabilir.
Doruk deneyimler yaşayan ortalama bir insanın öznel olarak uzay ve zamanın dışında olduğunu söylemek doğru olacaktır. Yaratıcılığının taştığı anlarda, şair ya da ressam, çevresinden ve geçen zamandan habersizdir. Kendine geldiğinde ne kadar zamanın geçtiğini söyleyemez. Doruk deneyim sırasında kişi, genellikle tüm kapasitesini en iyi şekilde kullandığını ve gücünün doruğunda olduğunu hisseder. Kendini diğer zamanlara göre daha akıllı, kavrayışlı, kıvrak zekalı, güçlü ya da çekici bulur. En iyi durumdadır, göz kamaştırıcıdır, formunun zirvesindedir. Bu durum çevresindeki insanlar tarafından da fark edilebilir. Kısacası doruk deneyim yaşayan bir insanın bir anlık süre için kendini gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz.
Kendini gerçekleştirmek, insanın gençlikte yaşanan eksiklik duygusu ve mevcut yaşamının nevrotik sorunlarından bağımsızlaşması ve bu yolda yaşamın gerçek sorunları ile yüzleşmesi, bu sorunlara katlanması ve boğuşması bağlamında tanımlanabilir. Diğer bir deyişle kendini gerçekleştirmek sorun olmaması anlamına değil geçici ya da gerçek dışı sorunlardan gerçek sorunlara eğilmek anlamına gelir.
Kendini gerçekleştiren insanlar bilinmeyenden, gizemden ve karmaşadan görece daha az korkarlar. Çoğunlukla böyle durumlar onlara olumlu bir şekilde çekici gelir. Karmaşık durumları seçici bir yaklaşımla ele alır, düşünür ve özümserler. Kendilerine sunulan kültüre daha az bağımlıdırlar. Başkalarının sözlerinden, isteklerinden ve kendilerini alaya almalarından daha az korkarlar. Diğer insanlara daha az gereksinim duyarlar. Bu nedenle de onlara daha az bağımlı olmakta, daha korkutucu ve daha az düşmanca davranmaktadırlar. Kendilerine gülünmesinden ya da onaylanmamaktan daha az korkarlar. Kendilerini duyguların akışına bırakabilirler.
Kendi yaşamlarımızı yönetebilme şansına sahip olduğumuz zaman daha sağlıklı, mutlu ve üretken olabiliyoruz.
İnsanın içsel doğası hayvanların içgüdülerinin tersine güçlü, egemen ve yanılmaz değildir. Zayıf ve hassastır. Alışkanlıklara, kültürel baskılara ve olumsuz tavırlara kolaylıkla yenilir.
Hasta insanlar hasta bir kültürün ürünleridir. Sağlıklı insanlar ise ancak sağlıklı bir kültürde yetişebilirler. Bununla birlikte hastalıklı insanların yaşadıkları kültürü daha da bozdukları, sağlıklı insanların ise daha sağlıklı bir kültür oluşturduğu da bir gerçektir.
Eksikliğe güdülenmiş insan, güçlü bir şekilde gelişime güdülenmiş insana göre, diğer insanlara çok daha fazla bağımlıdır. Daha az gelişmiş insanlar, sınıfların ve kavramların kesin sınırlarla ayrıldığı ve erkek-dışı, yetişkin-çocuk, iyi-kötü vb de olduğu gibi Aristocu bir dünyada yaşarlar. Aristo’ya göre A A’dır ve onun dışında her şey A olmayandır. Ancak kendini gerçekleştiren insan için A ve A olmayan birbirinin içinde erimiş ve bir olmuştur. Bir insan aynı zamanda hem iyi hem de kötüdür, hem erkek hem dişi, hem yetişkin hem de çocuktur. Tek bir doğrultuda ele alınamaz.
Bir insanın kişilik problemi olduğunu düşünüyorsanız önce onu iyi tanımalısınız. Örneğin birey bir topluluk tarafından benimsenmiyor olabilir. Eğer topluluk kokuşmuş bir kültüre, züppe bir anlayışa sahipse buna uyum sağlamamak mı iyidir, sağlamak mı? Örneğin bir köle kendisini tutsak edenlere uyum sağlamalı mıdır? Davranış sorunu yaşadığı iddia edilen bir çocuk belki de sömürüye veya baskıya karşı böyle davranıyordur.
Görüldüğü gibi kişilik sorunları çoğunlukla insanın aldığı psikolojik yaralara, gerçek içsel doğasının uğradığı saldırılara karşı bir başkaldırdır. Bu durumda hastalıklı olan böylesi bir saldırıya başkaldırmamaktır.
Dünyayı gerçek, somut biçimi ile mi görüyoruz? Yoksa dünyaya yansıttığımız kendi sınıflamalarımız, dürtülerimiz, beklentilerimiz ve soyutlamalarımız doğrultusunda mı? Ya da dobra dobra sormak gerekirse görüyor muyuz yoksa kör muyuz?
Maslow iki sevgi türünden bahsediyor. V sevgisi bir başka kişinin varlığını duyulan, gereksinimsiz ve bencil olmayan sevgidir. E sevgisi ise eksiklik sevgisidir. Karşıdakine olan bencil ve gereksinim sevgisidir. V sevgisinde kaygı, kin gütme en alt düzeydedir. E sevgisinde ise her zaman için bir derece kaygı ve kin söz konusudur.
Sağlıklı gelişim sürecini kişinin tüm yaşamı boyunca yaşadığı sonsuz özgür seçim koşulları olarak düşünebiliriz. Kişi; güvenlik ile gelişim, bağımlılık ve bağımsızlık, gerileme ve ilerleme, olgun olmamak ile olgunluk ve bunların getirileri arasında bir seçim yapmak zorundadır. Güvenlik kaygıyı da hazzı da birlikte getirir. Gelişim de öyle. Gelişimden duyulan haz ve güvenliğin yarattığı kaygılar güvenlikten duyulan hazzı ve gelişimin yarattığı kaygıları aştığında biz de gelişmeye başlarız.
Kişiliğin genel hastalığının; gelişimi, kendini gerçekleştirmeyi, tümüyle insana ulaşmayı tamamlayamama hali olduğu düşünülmektedir. Hastalığın tek olmasa da ana kaynağı özellikle yaşamın erken dönemlerinde yaşanan engellenmelerdir. Engellemeler katlanabileceğinden daha ağırsa ve onu ezerse, bunlar travmatik olarak değerlendirilir ve yararlı olmaktan çok tehlikelidir.
İlerleme küçük adımlar halinde gerçekleşir. İleri doğru atılan her adımı olası kılan ise güvende olunduğu, güvenli bir yuvadan bilinmeze doğru hareket edildiği duygusu ve geri dönüşün mümkün olduğununun bilinmesidir. Emekleyen bebeğin, annesinin dizi dibinden bilinmeyen bir çevreye yönelmesini bir örnek olarak alabiliriz. Bebek odayı önce gözleriyle keşfederken annesine bağlı kalacaktır. Daha sonra annesinin verdiği güvenle küçük gezintilere çıkmaya başlar. Annesi birden bire ortadan kaybolursa kaygılanmaya başlayacak ve eski güvenliğini geri isteyecektir. Buradan da anlaşılabileceği gibi güvenlik ile gelişim arasında yapılacak bir seçimde normal şartlarda güvenlik baskın çıkacaktır.
Bir birey hatta bir çocuk kendi seçimini kendi yapmalıdır. Onun yerine hiç kimse sürekli seçim yapamaz. Yoksa bu durum kendisini zayıf düşürecek, kendine olan güvenini azaltacak ve deneyimden aldığı hazzın önüne geçecektir. Kendi yargıları ve duyguları ile diğer insanlarınki arasında ayrım yapamayacaktır.
Bir bireyin sürdürülebilir gelişimi için kendisine yalnızca önermeli fakat az da zorlamalıyız. Yalnızca ileri yönlendirmeye çalışmamalı, yaralarını sarması, gücünü toplaması, durumu gözden geçirmesi için geri çekilmesine, hatta ilkel becerilerini ve daha alçak hazlara dönmesine de saygı duymaya hazır olmalıyız. Bu şekilde gelişim için cesaretini yeniden toplayabilmek şansını yakalayacaktır.
Çocukların ilerlemek veya gelişmek istemeleri durumunda anne veya babaları tarafından engellenmeleri ya da alaya alınmaları gibi bir durumla karşılaşılırsa çocuk duracak ve geri çekilecektir. Böyle durumlarda da güdülerin canlı kaldığı ama doyurulamadığı, hatta güdülerin ve kapasitenin yitirildiği hastalıklı dinamikler ve nevrotik rahatsızlıklar ortaya çıkabilir.
Gelişim için seçim koşullarının özgür olması ve çocuğun engellenmemesi gerekmektedir. Eğer seçim başkasının iradesine göre yapılırsa, benlik ortadan kalkabilir. Böylece çocuk duyduğu korku yüzünden kendi haz ölçütüne olan güvenini de yitirecektir.
Psikolojik bozukluklarımıza saplanmakla kalmayız, kişisel gelişimden de kaçınırız. Çünkü gelişim de başka türlü bir korkuya, zayıflık ve yetersizlik duygularına yol açabilir. Bu nedenle en iyi yönlerimize, yeteneklerimize ve yaratıcılığımıza karşı da direnir hatta onları yadsırız. Kendi büyüklüğümüze karşı bir savaş veririz. İnsanın içinde bulunduğu en büyük çıkmazlardan biri de budur. Hem korkağız hem de ilahi izler taşıyoruz.
Çok fazla şeyi bilen insanlar başkaldırmaya eğilimli olacaktır. Sömüren de sömürülen de bilgiyi, uyumlu bir köleye uygun olmayan bir şey olarak görecektir. Bu tip bir durumda bilgi çok sakıncalıdır. Ne yazık ki bu gibi durumlara okullarda da rastlanır. Sorusunu sakınmayan, sürekli araştıran, akıllı bir öğrenci özellikle de öğretmeninden daha akıllı ise “ukala çocuk” olarak adlandırılacak, disipline ve öğretmenin otoritesini yönelik bir tehdit olarak algılanacaktır.
Bilginin peşine kaygıyı azaltmak için düşebildiğimiz gibi, kaygıyı azaltmak için bilgiden kaçıyor da olabiliriz. Bunu açıklamak gerekirse; ilgisizlik, öğrenme zorlukları, yapmacık aptallık bir savunma yöntemi olabilir. İnsanlar bilmekten korkmaktadır. Çünkü bilgi eyleme geçmemize neden olur. Bu nedenle çoğunlukla bilmemek daha iyidir. Bildiğiniz zaman yuvadan dışarı çıkmanız ve güvenliğinizi tehdit etme pahasına bir şeyler yapmanız gerekir.
Şöyle demek güzel olabilir; Bilmek kaygıyı arttırır, kaygı da bilgiyi.
Bunu örnek olarak II. Dünya Savaşı’ndaki toplama kamplarının hemen yanında oturan Almanları verebiliriz. Bu insanların yapmacık bir aptallık takılmaları kesinlikle kendi yararlarına olmuştur. Çünkü bilselerdi ya bu konuda bir şeyler yapmaları gerekecekti ya da ödlekçe davrandıkları için kendilerini suçlu hissedeceklerdi.
Kitapta okunacak ve üzerinde düşünülecek çok fikir var. Okumanızı şiddetle tavsiye ederim.