30 Haziran 2021 Çarşamba

Farabi’den Seçme Sözler

Merhaba kıymetli okurlarım,

Farabi MS 9.yy’da Türkistan’da doğdu. Hayatı boyunca müzik, felsefe, botanik, matematik ve mantık alanında bir çok eser yazdı. Batı dünyasında Al-Farabius ismi ile bilinen Farabi İslam Felsefesi’nde birinci öğretmen olarak kabul edilen Aristoteles’ten sonra ikinci öğretmen olarak bilinir. Kendisine bu sebeple Muallim-i Sani denmektedir. 

Farabi, Aristo ve Platon gibi felsefecilerin eserlerini defalarca okuyarak onları benimsemiştir. İlimleri matematik, metafizik ve fiziki ilimler olarak üçe ayırmıştır. Üstelik bununla da kalmayıp birçok müzik aletinin de mucididir. Bunlardan en bilineni kanun adıyla bildiğimiz telli çalgıdır. 

Erasmus'un dünyaca ünlü "Deliliğe Övgü" eserinde Farabi’den pek çok etkilendiğini görmek mümkündür. Thomas Aquinas, İbni Sina ve İbni Rüşd kendisinden fazlaca etkilenmişlerdir. Farabi Aristoteles’in doğru anlaşılmasının da yolunu açmıştır. Hayatı boyunca 117 eser kaleme alan Farabi’nin günümüze sadece 25 eseri gelebilmiştir.

Farabi İbn-i Sina'nın manevi öğretmeni olarak da kabul edilir. 

Farabi'nin felsefesinde insan alemin sonunda yer alan en mükemmel canlıdır. İnsan gibi dil ve düşünme yetisine sahip başka bir canlı yoktur. Bu yüzden insanın kendisinin ne olduğunu bilmesi önemlidir. İnsan ilmi aramakla mükelleftir. İlmi bulmak, onu öğrenmek ve onu anlatmak zorundadır. 

"İnsan bilmeye muhtaçtır. Bilmeyen insanın aklı ve ruhu boştur." 

“Çok konuşanı az dinlemek lazım.”

Eski Yunan Felsefesi’nde mutluluk hayatın temel amacıdır. İnsan mutluluk için çabalar, mutluluğu kazanmak için her şeyden soyutlanıp kendisiyle bütünleşir. Farabi fizikle metafiziği birleştirip Aristoteles’in madde ve suret kavramını tam manada açıklayan filozof olmuştur.

Farabi bilgiyi en ulu erdem olarak bilmiş, aklı da bunun yanına koymuştur. Bu da insanın en önemli yetisidir. 

Mutlu olmamız için ilk olarak yapmamız gereken şey, ihtiyaçlarımızın ne olduğunu belirlemektir. Fazlalıklardan kurtulursak huzurlu ve mutlu oluruz. 

İki çeşit dostluk vardır. Bunlardan ilki samimi ve çıkarlara dayanmayan dostluktur. Diğeri ise dost görünenlerdir.

“İnsan dostlarından ibarettir.”

“Sohbeti faydasız insanlardan uzak dur.”

“Uzun konuşanı kısa dinleyin.”

İnsan bir şeyin bilgisini akıl ile edinebilir. Bunun yanında duygular da önemlidir. Ancak aklın olmadığı vücutta duygular sadece içgüdüsel olarak kalacaktır. İnsan olarak duygularımızı anlamlı kılan akıldır. 

Cahil insan yeme, içme, zevk peşinde koşan insan demektir. Bunların bazıları rahatlığın verdiği bolluk ile öfke duygularını kaybetmişlerdir. Bazıları ise tam tersine rahatlığı verdiği bolluk ile öfke duyularını kaybetmişlerdir. Bazıları ise tam tersine rahatlığın verdiği bolluk ile son derecede öfkelidirler. Bunlar bedensel zevklere tutsak olmuş bu insanların kendi arzuları dışında hiçbir hedefi yoktur.

Erdemli insanlar erdemsiz insanların içerisinde körelecektir. Bu gerçek kişiliğini zedeleyecektir. 

“Kötü ya da iyi hissetmenizin nedeni düşündüğünüz şeylerdir. Çünkü hissetmek düşünmekle başlar.”

Farabi’yi anlatmak elbette ki bu yazı ile olacak iş değildir. Burada önemli gördüğüm bazı sözlere yer vermeye çalıştım. İyi okumalar. 

İbni Haldun’dan Seçme Sözler

Kıymetli dostlarım merhaba,

İbni Haldun 14. yüzyılda Tunus’ta dünyaya gelmiş olan tarihçi ve sosyologdur. Ömrünün önemli bir kısmı çeşitli ülkeleri gezmek ile geçmiş bu insan yedi ciltlik El-İber’i tamamlamıştır. Bu eserin girişi anlamına gelen Mukaddime en çok bilinen eseridir.

İbni Haldun birçok doğulu ve batılı uzman tarafından ilk gerçek tarihçi olarak kabul edilir. Haldun sadece tarihi olayları incelemekle kalmayıp; şehirleri, kültürleri, insana dair her şeyi araştırarak çok yönlü ve köklü sağlam bir medeniyet tarihi kurmuştur. Aristoteles ve Farabi’nin ilimleri ele alırken tarihi ilimlerin dışında tutması İbni Haldun’u bu alana iten önemli nedenlerden biridir. Bu yazıda İbni Haldun’un bazı görüşleri ile sözlerine yer vermeye çalışacağız.

“Coğrafya kaderdir.” Yaşadığı yerin havası, nemi insan sağlığına etki eder. İbni Haldun, siyasi mekanizmanın düzgünlüğü ya da bozukluğu insan hayatının her şeyini etkiler demektedir.

“Fazla tevazunun sonu vasat insandan nasihat dinlemektir.”

İbni Haldun yönetimlerin ve devletlerin çöküş işaretlerini şöyle sıralar:

- Yöneticilerin aykırı sesleri tahammülü olmaması, baskı ve şiddeti yönetim biçimi olarak görmesi.

- Etrafında toplananları devlet kademelerine getirmesi (Ehil olmayanı iş verilmesi).

- Yöneticilerin bireysel zenginleşmeye gitmesi. 

- Vergilerin yükseltilmesi, keyfi uygulamalar yapılması. 

- Ekonomiyi bozmak, halka haksız işler yüklemek ve haksız çalışmaya zorlamak.

İbni Haldun’a göre eğitim insanın yegane amacıdır. Çünkü insan kendini eğitimle geliştirir, eğitimle dünya görüşünün şekillendirir ve eğitimle gerçeğin farkına varır. Aristoteles’in “insan toplumsal bir hayvandır” sözünü İbni Haldun “insan eğitim ile Aristoteles’in tanımından sıyrılabilir” demiştir.

“Sanatla uğraşanın zekası kuvvetli olur.”

“İnsan ün ve servete düşkündür.”

Siyasi makamlara gelen insanlara bakarsak belirli bir süre geçtikten sonra o makama olan düşkünlükleri iş yapma yetkilerini kaybettirir. Sonra bütün güçlerini makamlarını korumaya harcamaya başlarlar. Onu yaparken de çok doğal ve normal bir şey yaptıklarını zannederek, kendilerini bir şekilde bunun doğru olduğuna inandırmaktadırlar. O noktadan sonra bu idareci halkın sorunlarını görmezden gelmeye başlar. Bu tam bir felakettir, görmezden gelinen sorunlar çoğaldıkça idareci ülkenin sorumsuz olduğuna ve toplumun bir çok şeyi abarttığına inanmaya başlar. Ülkenin varlığı ile kendi varlığını bir tutar ve kendi varlığı yok olursa ülkenin de varlığının son bulacağını inanır. Onu bu noktaya iten ise kapıldığı güç hastalığıdır. Çünkü insan hislerine kapılmaya açık olan bir varlıktır. Mesele insanın bunu dizginleyip dizginleyemediğidir. Hırslarını kontrol altında tutamayan insan, kazandığı güç ve şöhret karşısında elbette başı dönecektir. Ufacık bir güç kaybında ise ister istemez dengesini kaybedip gücünü koruyabilmek için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışacaktır. Bu tarz insanların devlet yönetiminde yer alması bir ülkeyi ister istemez felakete sürükleyecektir.

Servet genellikle yaltaktanmasını ve boyun eğmeyi bilenlere gelir.

Büyükşehirlerde gıda fiyatlarının yükselmesi, yönetimin de çökeceğinin işaretidir.

Bir ülkede halka yüklenen vergiler ne kadar az olursa, halk çalışmak ve üretmek için daha fazla mücadele eder. Yeni ürünler ve yenilikler çoğalır. Ülke kalkınır. Ancak devlet idarecilerinin refahı arttıkça ihtiyaçlar ve savurganlık çoğalır. Bununla birlikte masraflar artar. Bunun sonucunda ise halka yüklenen vergiler çoğalır, halk da buna dayanmaya çalışır. Bir süre sonra ise halk vergilerin yavaş yavaş artmasına alışınca da neyi nasıl arttığını bilmez.

“Merhamet masum olduğu için her kalbin misafir olmaz.”

“İnsan açlık değil, alıştığı tokluk öldürür.”

Mukaddime'de yer alan bazı görüşleri de şöyledir:

İbni Haldun asabiyet kavramına sıklıkla değinir. Bu kavram dayanışma ruhu, cemaat veya kan bağı gibi bir anlama gelmektedir.

Devletin ticaret ve üretim sahasına girmesi, toplumun karşısına çıkmak ve onların önünü kesmek anlamına gelir.

Denarius - Dinar - Altın Para

Drahmi - Dirhem - Gümüş Para

İlim öğretimi bir sanattır. Bunun sebebi eğitimcinin kendisine göre kullandığı farklı yöntemlerdir. 

Ezber üzerine yapılan eğitimde, konuşma ve tartışma eksik kalır. Bu sebeple çocukların melekeleri gelişmez. Gazali de bu konuda şöyle demiştir. "İki harfi anlamak, iki satır ezberlemekten iyidir. Bir saatlik tartışma bir aylık tekrardan iyidir."

Hanedan mensuplarına olan teslimiyet dini bir inanç haline gelir. Halk hanedan mensuplarının işi için tıpkı imani akideler üzerine savaştıkları gibi savaşırlar. O hanedana itaat Allah'tan gelen değiştirilemez ve aksi düşünülemez bir ferman gibi telakki edilir. Belki de İbni Haldun'un bu düşüncelerinden dolayı Mukaddime, II.Abdülhamit tarafından yasaklanmıştr. 

Varlıklar aleminde bir sıralama vardır. Buna göre melekler, insanlar, hayvanlar ve bitkiler şeklinde yukarıdan aşağıya bir sıralama yapılabilir. Buna göre bitkiler aleminin en üst noktası üzüm ve hurma ile hayvanların en alt noktası salyangoz sıralamada biri diğerinden önce gelecek şekilde yer almaktadır. Buna göre insanlar da melekelerden hemen önce yer almakta ve insanların en üstünü olan peygamberler de meleklere bahşedilen bazı özellikleri gösterebilmektedir. 

Yukarıdaki görüşü evrim teorisi gibi açıklayanlar da mevcuttur. 

İbni Haldun kesinlikle okunması gereken bir insandır. Bu yazıda sözlerinden ve görüşlerinden seçmeler ortaya koymaya çalıştım. Umarım faydalı olmuştur.


21 Haziran 2021 Pazartesi

Aristoteles'in "Politika" Adlı Eserinden Seçmeler

Kıymetli okurlarım merhaba,

Bir süredir sizlere felsefe tarihinde önemli yer edinmiş bazı filozofların günümüzde bile önemli görülen eserlerini özetlemeye çalışıyorum. Bugün de Platon'un da öğrenciliğini yapmış ama birçok açıdan farklı fikirlere yönelmiş olan Aristoteles'in Politika adlı eserinden gözüme çarpan bazı notları sizler ile paylaşacağım.

Aristoteles veya bizim onu bildiğimiz adıyla Aristo, Platon'un en önemli öğretisi olan idealar öğretisinden uzaklaşarak doğadan yola çıkmış ve gözlem ile deneye yönelmiştir. Tarihte bilim dallarını tasnif eden ilk düşünür olmuştur.

Siyaset felsefesi alanında da önemli eserler bırakmıştır ki "Politika" bu eserlerin başında yer alır. Hem Aristoteles hem de hocası Platon demokrasiyi bir çözüm olarak görmemektedir. Her ikisinin de eserleri bu fikir etrafında zenginleşir.

Aristoteles ortak mülkiyesi birçok nedenle reddetmiştir. Fakat, "mülkiyet bir noktaya kadar ortak olmalı, yalnız genel ilke özel sahiplik olmalıdır" demiştir. Ortak mülkiyetin en büyük sakıncası mülkiyete olan saygının azalmasıdır. İnsanlar kendilerinin olan şeylere ortaklaşa sahip olunandan daha fazla özen gösterirler. 

Egemenliğin tek kişiye verilmesi yanlıştır, egemen olan anayasa olmalıdır.

Bir insan birden fazla makamı üzerinde tutmamalıdır. 

Sistemi koruma noktasında temel mantık iyiye yaklaşmadır. Oligarşiler Aristokrasi'ye, Tiranlıklar Krallığa benzediği ölçüde başarılı olabilir. 

Mutluluk için aşırı uçlarda bulunmamalı, Altın Orta denilen bir yol izlemelidir.

Aristoteles'e göre devletler; monarşi, aristokrasi ve siyasal yönetim (politea) olarak üçe ayrılır. Bunların bozulmuş halleri ise sırasıyla tiranlık, oligarşi ve demokrasidir. Siyasal yönetimde yurttaşların hepsinin iyiliği için yurttaşların tamamının uyguladığı yasaya verilen addır.

Monarşilerin bozulması ile ortaya çıkan tiranlık; tiranın yönetimi zorla ele geçirmesi, yasalara dayanmaması ve yurttaşların çıkarı için değil, tiranın hep kendini gözetmesi bakımından kötü bir rejimdir. Tiran para toplar, kral ise şeref. Tiranın amacı kendi zevkidir, kralın ise amacı ödevidir. Tiran ciddi ve özgürlüğe eğilimli insanlardan hoşlanmaz. Düşünce sahibi olanlardan tiranın hoşlanmaması korkuya dayanır. Tiran halkının bağımsız kafalarının olmasını, birbirlerine güvenmemelerini, herhangi bir şeyi gerçekleştirecek güçleri bulunmamasını ister. Kısacası uyruklarının güveni, gücü ve kafası olmamasını ister.

Monarşilerde mutlak krallık ile anayasanın egemen olduğu krallık gibi iki uç vardır. Krallıklar bunların arasında yer alır. 

Tiranlık tek kişinin, oligarşi zenginlerin, demokrasi de yoksulların çıkarı için yönetimdir. Bu sebeplerle hiçbiri genelin çıkarını savunmaz. 

Demokrasi üç çeşittir. Birincisinde halk tamamen eşittir, halkın seçme seçilme hakkı vardır, yasalar üstündür. İkincisinde yönetici olmak için servet ön koşuldur. Böylece halkın bu kısmı yönetici olacak diğerleri ise tarım ve hayvancılık yapacaktır. Servet sahibi olanların tarım yapmasına gerek yoktur zaten paraları vardır. Üçüncüsünde ise halkın iradesi anayasanın üzerindedir. Egemenlik kayıtsız şartsız demosa verilmiştir. Mutlak erke ulaşmak isteyen halkın egemenliği denetlenemediğinden iyi demagoglar vasıtasıyla bu tiranlığa doğru evrilebilecektir. Bu sebeple halka bu yetkinin verilmesi yanlıştır.

Oligarşi ile demokrasinin birleşiminden doğan Aristokrasi en iyi yönetim şeklidir. Çünkü Aristokrasi'nin yol gösterici ilkesi erdemdir, oligarşinin servet, demokrasinin ise özgürlük. Aristokrasilerde eğitim çok önemlidir. çünkü iyi eğitim görmüşler egemen olacaktır. İyi eğitim ve iyi doğum genellikle varlıklı sınıfta olduğundan egemen sınıf oligarşi ile benzerlik gösterir.

Fakir ve zengin arasındaki uçurum arttıkça yönetim şekli oligarşi veya tiranlığa doğru evrilebilir. 

İnsanın varoluş nedeni mutluluktur. Nasıl mutlu olunacağını gösteren ise ahlaktır. İnsanlar temelde 3 tür hayat yaşarlar. Haz hayatında insanlar hayvanlar gibidir. Siyasi hayatta ise insanlar onur ve şerefe siyaset ile uğraşılarak erişileceğine inanırlar. Fakat başlarına sürekli bir şey geldiğinden mutlu olamazlar. Theoria hayatında ise insanlar gerçek erdeme ulaşırlar. 

İnsan için iyi olan politikanın temelidir. İnsanlar iyi olana ulaşabilmek için toplulukların en üstünü olan devleti kurmuşlardır.

İnsanlar doğuştan erdemli veya erdemsiz değildir. İnsanlar nasıl her işi yapa yapa geliştirirler, erdemli bir hayat yaşadıklarında daha erdemli olurlar.

Yurttaşlar için gerekli altı temel vardır. Yiyecekler, el sanatları için kullanılan gereçler, silahlar, savaşta veya sitenin ihtiyaçlarını karşılamak için servet, din ve politika. Bir devlette bunlardan birisi eksikse o topluluk tümüyle kendi kendine yeterli olmayacaktır. Bu altı gereksinim için de altı farklı insan grubuna ihtiyaç vardır. Çiftçiler, zanaatkarlar, savaşçılar, zenginler, din adamları ve yargıçlar.

Üç farklı insan tipi vardır. Köleler, yabancılar ve yurttaşlar. Antik dünya inancına göre köle bir zoon'dur. Fakat bir yurttaş ise zoon politikondur. Bu sebeple köle bir kişi olarak tanınmıyordur. Yurttaş mahkemeye gidebilen, dava açabilen veya dava açılabilendir. Öbür taraftan yargıya ve yönetime katılabilmesi onun diğerlerinden farklılaştırır. 

İdeal bir toplumda sınırlı şekilde ticaret yapılabilir ve ticaretin en kötüsü olan faizcilik yasaktır.

Aristoteles felsefesini benimseyen İslam alimlerine Meşşaiyyun adı verilir. Meşşaiyyun yürüyenler demektir. Bu okulun üç temsilcisi vardır. Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd. Gazali ise bunları eleştirmektedir. 

2 Haziran 2021 Çarşamba

Bir Kararlılık Hikayesi

1938 yılında genç bir girişimci piston ringleri konusunda kafasındaki fikri uygulamaya sokmak için elindeki tüm parasını bir atölyeye yatırmış. Gece gündüz yaptığı çalışmalardan sonra nihai ürünü alıp Toyota’ya gitmiş. Toyota bunun standartlarına uygun olmadığını söyleyerek genci geri göndermiş. 

Bunun üzerine iki yıl daha çalıştığında bu sefer Toyota ürünleri beğenmiş ve kendisine bir anlaşma sunmuştur. Anlaşma yürürlüğe girmeden II.Dünya Savaşı çıkmış ve genç, fabrikasını kuramamıştır.

Daha sonra kendi imkanları ile fabrikasını açmış ama tesis bu sefer de savaş uçakları tarafından bombalanmıştır. 

Savaştan sonra Japonya’da korkunç bir yakıt kıtlığı olmuştur. Girişimcimiz bisikletine motor takıp temel ihtiyaçlarını bu şekilde halletmeye başlamıştır. Bunun gören başkaları da kendi bisikletlerine motor takmasını isteyince girişimcimiz fabrika kurmaya karar vermiştir. Yine sermayesi yoktur. Bisiklet üreticilerine mektup yazıp sermaye istemiş, büyük kısmından istediği sermayeyi alıp üretime başlamıştır. 

Bu gencin adı Soichiro Honda...

Eğer amacınızı gerçekleştirmek için çalışırken engeller ile karşılaşırsanız bu hikayeyi hatırlayın. 

Ya da

George Orwell’in Hayvan Çiftliği eserine “ABD’de hayvan hikayeleri asla satılmaz”,

Anne Frank’ın Anne Frank’ın Hatıra Defteri eserine “Kitabı merak düzeyinin üzerine taşıyacak özel bir gözlem veya duygu gücü yok”,

William Golding’in Sinekler Tanrısı eserine “Kanımızca çok gelecek vadeden bir fikir ama işleyiş biçiminizde tam da başarılı sayılmazsınız”

Yanıtlarını anımsayın.

Hannibal’ın dediği gibi “Ya bir yol bulacağız ya da bir yol açacağız.”


Montaigne’nın Denemeler Adlı Eserinden Seçmeler

Merhaba kıymetli okuyucular,

Montaigne bir Fransız yazar. Kendisine filozof demek zor ama sadece bir yazar demek de sanırım haksızlık olur. Denemeler adlı eserinde aslında kendisini ve çevresini nasıl tanıdığını veya anladığını bizlere anlatmak istemiş. O sebeple birbirinden tamamen bağımsız ufak yazılar kaleme alıp bunları Essais yani Denemeler adı altında birleştirmiş. Şimdi karşımıza çıkan bazı dikkat çekici alıntılara bakalım.

Bir ressam varmış, kötü horoz resmi yaparmış. Bu sebeple uşaklarına eve gerçek horoz sokmamalarını tembihlermiş. Çalgıcı Antigenides ise kendisinden önce ve sonra kötü şarkılar dinletirmiş ki kendi parçası onlardan olumlu anlamda ayrışsın.

Kanunla doğru oldukları için değil kanun oldukları için yürürlükte kalırlar. Kendilerini dinlenmeleri akıldışı bir güçten gelir, başka bir şeyden değil. Mistik olmak işlerine gelir. Kanunları koyanlar da çoğu kez budala ya da eşitlik korkusuyla haksızlığa düşen kimselerdir. 

Aristoteles demiş ki “Ey dostlarım, dünyada dost yoktur”

Saadet bile haddini aşarsa azaba dönüşür.

Demokritos sofrasına gelen incirlerde bir bal kokusu almış ve bunun nedenini araştırmaya koyulmuş. O sırada hizmetçisi “efendim onları ben bal çatağından aldım” demiş. Buna bozulan Demokritos ben aramaya devam edeceğim demiş. Önemli olan sonunda kazanma değil aramanın verdiği hazdır. 

Romalı şair Juvenalis demiş ki, “İlk ceza odur ki hiçbir suçlu kendi yargıçlığından kurtulamaz”

Vermede nasıl bir üstünlük varsa almada da bir boyun eğme vardır. O sebeple I.Beyazıt Timurlenk’ten aldığı hediyeleri küfür ederek geri göndermiş. 

Kral Dionysios, Platon’a güzel bir elbise hediye etmiş. Platon ise “ben erkeğim, kadın elbisesi giyemem” demiş. Fakat Aristippos bunu almış ve demiş ki “insan ne giyerse giysin erkekse yine erkektir”.

Ölüm gibi başımıza bir defa gelen hadiselerden dolayı kaygılanmak anlamsızdır. Ölüm uzun ve kısa ömür arasındaki farkı ortadan kaldırır. Aristoteles ırmağın suları üzerinde bir gün yaşayan hayvanları örnek göstererek bu hayvanlardan sabah sekizinde ölen genç, akşam vakti ölen yaşlı mı öldü demeliyiz demiştir. Gerçekten de dağların, ovaların, güneşi sisteminin içerisinde ömrümüz neredeyse yok gibidir. O sebeple hayatın uzunu veya kısası da gülünçtür. 

Hayat kendiliğinden ne iyi ne de kötüdür. Ona iyiliği veya kötülüğü katan sizsiniz. 

Yaşken batmayan diken bir daha pek batmaz.

Platon akılca ve ruhça zayıf olanlara tartışmayı yasaklamıştır. Çünkü bunlar olayları kişiselleştirir ve tartışmayı kazanmak için yoldan çıkarlar. 

Aristippos’a kendisinden çıkan çocukları nasıl sevmezsin demişler. O da bir yere tükürüp “bunu da sevmiyorum. Aynı şey değil mi?” Demiş. 

Kendileri hiç de iyi olmayanlar, kötü bir eylemden çıkar sağladıktan sonra rahat yürekle işe biraz iyilik ve doğruluk karıştırmaktan hoşlanırlar. Böylece bir karşılık ödüyormuş, vicdanlarını temizliyormuş gibi görünürler. 

Fatih Sultan Mehmed Papa II.Pius’a şöyle demiş; “İtalyanların bana düşman olmasına şaşırıyorum. Biz de İtalyanlar gibi Truvalıların soyundanız. Yunanlılardan Hector’un intikamını almak benim kadar onlara da düşer. Onlarda bana karşı Yunanlıları tutuyorlar.”

II. Mehmed İstanbul’u fethettiğinde, Atatürk ise Başkomutanlık meydan muharebesini kazandığında ilginçtir aynı şeyi söylemiştir. “Hector’un intikamını aldık”

İçinize baktığınızda kendisini iki defa aynı halde bulamazsınız. Örneğin zalim Neron’a bir idam fermanı götürüldüğünde “keşke yazı yazmayı bilmeseydim” demiş. Zalim bir imparator bile bazen çok merhametli olabiliyor. 

İyilikler insana karşılığını verebileceğini saydığı sürece hoş gelir. Bu ölçüyü aştığımız zaman bu karşı tarafta minnet değil kin oluşturur. 

Kanunları çoğaltarak yargıçların yetkilerini sınırlamayı da doğru bulmuyorum. Kanunların yapılmasında olduğu gibi bunların yorumlanmasında da hürriyet olmalıdır. Kanun adamlarımız binbir çeşit özel hali düşünüp kanun hazırlıyorlar. Bunları ne kadar çoğaltsak da insan işlerinin sonsuz değişkenliğini karşılayamayız. Bu kanunları yüz defa arttırsanız gelecekteki olaylar arasında öyleleri bulunacaktır ki, bizim hayattan alıp kitaba koyduklarımıza benzemeyecektir. Bu sebeple en iyi kanunlar en az, en öz ve en genel olanlardır. 

Bilgiçlik çok yüksek mevki ve şöhretle bir araya geldiğinde büsbütün tehlikeli olur. 

Sokrates gibi bütün insanlığı hemşerim sayıyorum. Bir Polonyalı’yı tıpkı bir Fransız gibi kucaklıyorum. Dünya ile olan akrabalığımı kendi milletimle olan akrabalıktan üstün tutuyorum. 

Bizi yöneten dünyayı ellerinde tutan kimselerin bizim kadar akıllı olması, bizim yapabileceğimiz kadarını yapması yetmez. Bizden çok üstün değillerde bizden çok aşağıdadırlar. 

Çok şeyler vaat ettikleri için çok şey yapmaları gerekir. 

İnsanlar anlamadıklarına daha kolay inanır. İnsan kafası öyledir ki kendisine karanlık gelene daha kolay inanır.