11 Kasım 2021 Perşembe

“Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı” Adlı Kitap Özeti

Sevgili dostlar merhaba,

Bugünün kitap özeti Mark Manson tarafından kaleme alınmış olan “ Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı” adlı eser üzerine olacaktır.

Yazar oldukça ilginç biri. Çocukluğu ve gençliğinde yaşamış olduğu deneyimleri bir araya getirerek, onların üzerinden bazı tespitler yaparak kendine bazı dersler edilmiş. Bu anlamda değerli bir kitap olduğuna inanıyorum.

Şimdi kitapta gözüme çarpan önemli düşünceleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Pozitife, daha iyi olana, en iyi olana takıntı bize sadece durmadan ne olmadığımızı, neye sahip olmadığımızı, ne olabilecekken olmayı başaramadığımızı hatırlatır. Daha iyi bir yaşamın anahtarı ise daha fazlasına sahip olmaya çabalamak değil, daha aza önem vermek, gerçekten doğru ve o anda önemli olana aldırmaktır.

Kafaya takmamak önemlidir. Dünyanın berbat halde olduğunu ve bunun da olağan olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bu her zaman böyleydi ve böyle olmaya devam edecek. Oysa sahip olduklarımız bizi mutlu etmeye yetmelidir. George  Orwell insanın burnunun ucundakini görmesinin sürekli mücadele gerektirdiğini söylemiştir.

Daha pozitif bir deneyimi arzu etmenin kendisi negatif bir deneyimdir. Ve paradoksal olarak, insanın negatif deneyimini kabul etmesinin kendisi pozitif bir deneyimdir.

Doğru düşünmeyi başaran insanlar hayattaki her şeye değil ama kendileri için önemi olmayan her şeye boş ver diyebilirler. Gerçekten önemli olan şeyleri aldırırlar. Örneğin aile, arkadaşlar vb. Giderek neyi kafaya takacağımız hakkında daha seçici oluruz. Bunun adı olgunlaşmadır. 

İnsan öyle değişik bir varlıktır ki, bir sorun olmadığı zaman bile aklı otomatik olarak sorun oluşturabilir.

Istırap ve kayıp kaçınılmazdır. Onlara karşı koymaktan vazgeçmeliyiz. Onları olduğu gibi kabul etmeliyiz. Acı, ondan ne kadar nefret etsek de yararlıdır. Genç ve dikkatsizken bize neye dikkat etmemiz gerektiğini öğreten acıdır. Neyin iyi neyin kötü olduğunu görmemize yardımcı olur. Kendi sınırlarımızı tanıyıp ona göre davranmamızı sağlar.

Sorunlar asla bitmez, farklılaşırlar veya bir üst seviyeye çıkarlar. Mutluluk sorunları çözmekten kaynaklanır. Sorunlardan kaçmaya çalışırsak ya da sorunumuz yokmuş gibi hissedersek kendimizi mutsuz hissederiz. Sorunlarımızdan ne kadar uzun süre kaçar ve ne kadar uzun süre kendimizi uyuşturursak, sonunda meselelerimizle yüzleşmek zorunda kaldığımızda o kadar fazla acı verirler.

Olumsuz duygular eyleme geçme çağrısıdır. Onları hissetmemizin nedeni bir şey yapmamız gerektiğidir. Olumlu duygular ise doğru eylemi yapmanın ödülüdür.

Duygular kalıcı değildir, bugün bizi mutlu eden yarın mutlu etmeyecektir. Çünkü biyolojimizin her zaman daha fazlasına ihtiyacı vardır. Mutluluğa takmış olmak kaçınılmaz olarak başka bir şeyi aramakla sonuçlanacaktır. Yeni bir ev, yeni bir ilişki, bir çocuk daha, bir terfi daha vb. Psikologlar bu kavrama hedonik çark adını verirler. Yaşamamızı değiştirmek için çok çabalamakta olduğumuz ama asla daha mutlu hissetmetmeyişimiz…

Başarıyı belirleyen neyin tadını çıkarmak istiyorsun sorusu değildir. Hangi ıstıraba katlanmaya razısın sorusudur. Mutluluğun yol engebelidir ve utançla döşenmiştir. Bir amaca ulaşmak insanı mutlu etmez, o amaca giden yol insanı mutlu eder.

Sorunlarınızı nasıl gördüğünüzü değiştirmek istiyorsanız, değer verdiğiniz şeyi veya başarıyı ölçme biçiminizi değiştirmelisiniz.

Araştırmalar, enerjilerini yüzeysel hazlara odaklayanların daha kaygılı, duygusal açıdan dengesiz ve depresif olduklarını gösteriyor. Haz, mutluluğu nedeni değil sonucudur.

Freud’un dediği gibi, bir gün geriye dönüp baktığınızda mücadele günlerinizin en güzel günleriniz olduğunu göreceksiniz.

İnsanlar kendilerine iyi değer yargıları belirlemeleri gerekir. Dürüstlük iyi bir değer yargısıdır çünkü üzerinde tam anlamıyla kontrolünüz vardır. Popülarite ise kötü bir değer yargısıdır çünkü üzerinde tam olarak kontrol kuramazsınız. Sağlıklı değer yargılarına içten yani tamamen kendi kontrolümüzde eriştiğimizi biliriz. Kötü değer yargılarına ise çoğunlukla dışarıdan bakılır, başkalarının değerlendirmeleri ile ilgilidir. 

Başımıza gelenleri kontrol edemeyiz ama başımıza gelenleri nasıl yorumladığımızı ve nasıl tepki gösterdiğimizi her zaman kontrol edebiliriz.

Hiç suçumuz olmasa bile yine de sorumluluğumuzun olduğu bazı problemler vardır. Mutsuzluğumuzun nedeni birçok kişi olabilir ama sizden başka kimse mutsuzluğunuzdan sorumlu değildir. Çünkü olayları nasıl gördüğünüzü, nasıl tepki verdiğinizi, nasıl değerlendirdiğinizi siz seçersiniz. Deneyimlerinizi ölçecek ölçütü siz belirlersiniz.

İnsanın zihni insana oyunlar oynar. Örneğin bir şey deneyimleriz. Birkaç gün sonra onu biraz farklı hatırlarız, sanki kulağımıza fısıldanmış ve yanlış duymuşuz gibi. Sonra birine anlatırız ve kurgudaki birkaç boşluğu kendi uydurmalarımızla doldururuz ki her şey anlamlı olsun ve karşımızdaki bizi deli sanmasın. Sonra doldurduğumuz o boşluklara inanırız ve bir daha anlattığımızda yine tekrarlarız. Beyinlerimiz doğru değil verimli çalışmak için tasarlandıkları için sürekli kendimizi ve başkalarını yanlış yönlendiririz. 

Biri bir konuda sizden daha başarılı olmuşsa muhtemelen sizden daha fazla başarısız da olmuştur. Biri sizden daha kötüyse muhtemelen sizin geçtiğiniz ıstıraplı öğrenim sürecinden geçmemiştir.

Umarım keyif almışsınızdır, iyi çalışmalar dilerim.

9 Kasım 2021 Salı

Schopenhauer’den Aforizmalar

Merhaba 

Bu yazımda da sizlerle oldukça ilginç ve aynı zamanda çok isabetli tespitleri olduğunu düşündüğüm Alman filozof Artur Schopenhauer’in düşüncelerini paylaşmak istiyorum. Bunun için "Hiçliğin Mutlu Sessizliği" ve "Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar" adlı kitapları kullandım.

Cehalet, sadece muazzam zenginlik ile beraber olduğunda alçaltıcıdır.

Mutsuz olmamanın en güvenli yolu, çok mutlu olmayı beklememektir.

Affetmek ve unutmak, zor kazanılmış deneyimi boşa harcamak demektir.

Arzuyu doğuran ve besleyen sadece talep edilen şeyin umududur.

Hakikatin ortaya çıkışı üç evrede gerçekleşir. İlki hakikatle dalga geçilir, ikincisi hakikate direnilir ve üçüncüsü ise hakikat bariz olarak kabul edilir.

Her özgün fikir ile önce dalga geçilir, sonra buna hararetle saldırılır ve sonunda sorgusuz sualsiz kabul edilir.

Mutluluk kendine yetenlere aittir.

Dolandırıldığımız paradan daha yararlı kullanılmış olanı yoktur, çünkü bu parayı verip akıllılık almışızdır.

Bir kimsenin yalan söylediğine şüphe ediyorsak, ona inanıyormuş gibi yapmalıyız. Böylece cesaretlenecek ve kendinden emin olacak, daha arsızca yalan söyleyecek ve maskesi düşecektir.

Bir kişi hemen hemen tüm gününü okuyarak geçiriyorsa, düşünme kapasitesini yavaş yavaş kaybeder. Pek çok bilgin için durum farksız değildir, aptallaşırcasına okudular. Sadece kendi düşüncelerin köreldiğinde okumalısın.

Her gün biraz yaşamdır. Her uyanma ve kalkma biraz doğuş, her taze sabah biraz gençtik, her dinlenme ve uyku biraz ölümdür.

Büyük insanlar kartal gibidir. Yuvalarını yüce yalnızlıkta inşa ederler.

Özellikle şu sözünü çok seviyorum;

"Acıların kaynağı arzularımızdır."

Bu aşamaya kadar, “Hiçliğin Mutlu Sessizliği” adlı kitaptaki aforizmaları sizlerle paylaştım. Bundan sonra da “Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar” adlı kitabını özetlemek istiyorum.

Yazar, yaşam bilgeliği kavramını yaşamı olabildiğince rahat ve mutlu bir biçimde sürdürme sanatı anlamında aldığını belirtmiştir.

Aristoteles insan yaşamının büyüklerini üç sınıfa girmişti. Bunlar dışsal olanlar, ruha ait olanlar ve bedeni ait olanlardır. Fakat filozofumuz Schopenhauer bu bölümlendirmeyi şu şekilde yapıyor; Bir kimsenin ne olduğu, bir kimsenin neye sahip olduğu ve bir kimsenin neyi temsil ettiği. Aslında kitap temelde bu üçlü ayrıma dayanıyor.

Bir kimsenin ne olduğu, geniş anlamda o insanın kişiliğidir. Buna göre bir kimsenin sağlık, kuvvet, güzellik, karakter, zeka ve yetişme tarzı bu madde altında toplanabilir. Bir kimsenin neye sahip olduğu ise her anlamda malı ve mülküdür. Bir kimsenin neyi temsil ettiği ise o kimsenin başkalarının düşüncesinde ne olduğu yani onun başkalarınca nasıl tasarlandığıdır. Bu temsil başkalarının onun hakkındaki görüşünden oluşur ve saygınlık, rütbe ya da şan olarak ortaya çıkar.

Soylu bir karakter, yetenekli bir kafa, mutlu bir mizaç ve neşeli bir ruh mutluluğumuz açısından en birinci en önemli olanlardır.

İnsanın ne olduğunu, neye sahip olduğundan mutluluğu üzerinde çok daha fazla katkısı vardır. Yine de insanlar zenginlik elde etmek için, zihinsel donanım elde etmek için uğraştıklarından bin kat daha fazla uğraşırlar. Oysa birinin kendinde neye sahip olduğu yaşamının mutluluğu açısından en önemli olanıdır.

Doğuştan zengin kimi aile çocuklarının paylarına düşen büyük mirası, inanılmaz kısalıktaki bir sürede harcayıp tükettikleri uğursuz savurganlığın kaynağı gerçekte zihnin yoksulluğundan ve boşluğundan ortaya çıkar. Böyle bir genç dışsal olarak zengindi ama içsel olarak yoksul bir biçimde dünyaya gelmişti. Dıştan gelen her şeyi almak isteyerek boşyere içsel yoksunluğunu dizginlemeye çalışmaktadır.

Epiktetos, “insanları huzursuz eden olaylar değil olaylar hakkındaki görüşleridir” demiştir. Genel olarak mutluluğumuzun onda dokuzu sadece sağlığa dayanır. Buna göre her şeyden önce insanların birbirlerine karşılıklı olarak sağlık durumlarını sormaları nedensiz değildir.

Boş zaman tam da Ariosto’nun dediği gibi cahillerin can sıkıntısıdır. Sıradan insanlar sadece zamanını geçirmeyi düşünürler, herhangi bir yeteneği olan kimse ise ondan yararlanmayı düşünür.

Nasıl ki en mutlu ülke az ya da çok ithalat yapması gerekmeyen ülke ise, iç zenginliği kendine yeten ve eğlenmek için dışarıdan az ya da çok bir şeye gereksinme duymayan insan da en mutlu insandır. Dışarıdan alınan pahalıya mal olur, bağımlılık yapar ve tehlike getirir. Aristoteles “mutluluk kendi kendine yetendir” demiştir. Çünkü mutluluk ve hazzın tüm dış kaynakları doğaları gereği son derece güvenilmez, nahoş ve geçicidirler.

Dışarıdan bir şeyler kazanabilmek için içeriden bir şeyler kaybetmek; yani şan, şöhret, mevki ve şatafat için huzurunu, boş zamanını ve bağımsızlığını önemli ölçüde feda etmek büyük bir aptallıktır.

Seneca, “zihinsel bir uğraşı içermeyen boş zaman ölümdür ve diri diri gömülmektir” demiştir. Normal insan yaşamınızdan haz alması bakımından, kendi dışındaki şeylere; mala, mülke veya mevkiye, kadınlara ya da çocuklara, arkadaşları veya topluma muhtaçtır. Bu yüzden onları yitirdiğinde ya da onların kendisini aldattığını düşündüğünde yıkılır. Bu ilişkiyi anlatabilmek için ağırlık merkezinin kendisinde olmadığını, dışarıda yer aldığını söyleyebiliriz.

Bir kimsenin neye sahip olduğu üzerini konuşmadan önce, Epiküros’un insan gereksinimlerini ayırdığı üç sınıfı görebiliriz. Bunlardan birincisi doğal ve zorunlu olanlardır. Bunlar karşılanmadıklarında acı çekmeye neden olurlar. Örneğin beslenme ve giyme gibi. Diğer taraftan da karşılanmaları kolaydır. İkinci olanlar ise doğal ama zorunlu olmayanlardır. Bunlar cinsel deneyimlerdir. Son olarak da ne doğal ne de zorunlu olanlar vardır. Bunlar; lüks, zenginlik, şatafat ve gösteriş gereksinimleridir. Bunlar sonsuzdur ve karşılanmaları çok zordur.

Şimdi de bir kimsenin neyi temsil ettiği üzerine konuşabiliriz. Nasıl ki bir kediyi okşadığımızda engel olamayacağımız bir biçimde mırlamaya başlarsa, övülen bir insanın yüzü de, övgü apaçık yalan olsa bile tatlı bir sevinçle kaplanır. Kişinin kendi başına ve kendisi için ne olduğunun değeri, o kişinin başkasının gözünde ne olduğunun yanında çok daha mutluluk vericidir. Bizim başkası için ne olduğumuzun yeri yabancıların bilincidir. Başkası için ne olduğumuz, bu bilinçte göründüğümüz görünüş ve ona uygulanmış şan, şöhret ve mevki gibi kavramlardır. Oysa “Ün arayışı işi bilge kişinin bile bırakabileceği son şeydir”demiştir Tacitus. Bundan kurtulmanın tek yolu başkalarının bizimle ilgili görüşünün gerçeklik üzerinde ne denli az bir etkisinin olabileceğini ve bu görüşün ne denli zararlı olduğunu aklımıza yerleştirmektir.

Dünyada gurur duyabileceği hiçbir şeyi olmayan zavallı bir adam, son çare olarak içinde yaşadığı ulusa uzatır elini. Böylece bireysel özelliklerinin yokluğunu ele verir ve milyonlarca kişiyle paylaştığı bir şeye başvurur.

Değeri ya da değersizliği başkalarının gözünde nasıl göründüğüne dayanan bir varoluş sefil bir varoluş olurdu. İnsanlar esas olarak kendi yargılarına sahip olamadıkları ve başarılarını değerlendirme noktasında eksik kaldıkları için yabancı beyanlara kulak verirler. Bu beyanların da doğruluğuna inanma eğilimine girerler. 

Schopenhauer, öğütler ve özdeyişler adlı bölümünde de genel olarak şunlardan bahseder:

Aristoteles “zevkin değil acısızlığın peşinden koşar akıllı kişi” demektedir. Tüm işlerimiz bizim istediğimiz gibi gidiyor ancak işlerden bir tanesi istediğimiz gibi gitmiyorsa çok önemsiz bile olsa kafamızı sürekli bu iş kurcalar. Sürekli onu düşünürüz ve istediğimiz gibi gerçekleşen tüm öteki daha önemli işleri düşünmeyiz. Voltaire’in dediği gibi mutluluk yalnızca bir düştür fakat acı ise gerçektir. Buna göre yaşamında mutluluk öğretisi açısından bir sonuç çıkarmak isteyen kimse, hesabını tattığı zevklere göre değil atlattığı belalara göre yapmalıdır.

Kinikler hazları acıya düşüren tuzaklar olarak görmüşlerdi.

Dünyanın sunabileceği en iyi şey, acısız, dingin ve katlanılabilir bir yaşamdır. Çok mutsuz olmanın en güvenli yolu çok mutlu olmayı istemektir. Haz, mülk, rütbe, onur gibi istemleri olumlu bir ölçüye indirmek uygundur. Çünkü büyük felaketleri çağıran tam da bunlardır.

Başlangıç noktasından baktığımızda yaşam sonsuz, sonundan geriye doğru baktığımızda ise çok kısa görünür.

14. yüzyıl şairi Petrarca “öğrenmekten başka mutluluk duyumsayamıyorum” demiştir.

Çoğu kimse fazlasıyla bugünde yaşar. Bunlar düşüncesizlerdir. Bazıları da fazlasıyla gelecekte yaşar. Bunlar da korkak ve endişelilerdir. Bir kimsenin doğru ölçüyü tutturduğu ender görülür. Çabalama ve umut etme yoluyla yalnızca gelecekte yaşayanlar, her şeyden önce hakiki mutluluğu getirecekleri düşünülen gelecek olaylar karşısında sabırsızlıkla acele ederler. Bunlar İtalya’da kafalarını bağlamış bir sopaya bir demet ot asılan ve bu yüzden hep önlerine bakan eşeklere benzerler.

Tek gerçek ve tek kesin olanın bugün olduğunu asla unutmamalıyız. Buna karşılık gelecek hemen hemen her zaman onu tasarladığımızdan başka türlüdür. Geçmiş de başka türlüydü ve her ikisinin de bir bütün olarak bizim zannettiğimizle çok az ilgisi vardır. Her gününü özel bir yaşam olarak gör.

Cicero diyor ki, “bir kimse yalnızca kendi kendine bağlı ise ve kendinde her şeye sahipse mutlu olmaması mümkün değildir.”

St.Piere’in dediği gibi “Beslenmede perhiz bizi bedensel açıdan sağlıklı yapar. İnsanlarla ilişkide perhiz de ruhumuzu huzur verir.”

Seneca diyor ki, “insan karşılaştırma yapmadan kendinde olanı sevinmeli.”

Zaten olmuş yani artık değiştirilemez bir kötü olay karşısında ne bunun başka türlü olabileceği, ne de bundan neyle sakınılmış olabileceği düşüncesine izin verilmelidir. Eğer böyle yapılmazsa acı dayanılmaz ölçüde artar ve insan kendi kendine eziyet eden anlamına gelen heautontimorumenos olur.

Uykudan önceki uyanık durumdaki düşüncelerimiz bilindiği gibi kapkaradır. Sabahleyin tüm bu değişik imgeler tıpkı düşler gibi gidip gitmişlerdir. İspanyol atasözü “gece boyalıdır, gündüz beyazdır” bunu anlatır. Ama daha akşamları, ışıklar yanmaya başlar başlamaz, akıl da göz gibi, gündüzün olduğu gibi net göremez. Bu yüzden bu zaman dilimi, ciddi ve en azından hoş olmayan konuların düşünülmesi için uygun değildir. Bunun için en doğru zaman sabah saatlidir.

Nasıl ki küçük cisimler, gözümüze yakın tutulduklarında görüş alanımızı sınırlar, tüm dünyayı örterlerse; en yakın çevremizdeki insanlar ve olaylar da son derece önemsiz ve değersiz olsalar bile, dikkatimizi ve düşüncelerimizi gereğinden çok, üstelik de hoş olmayan bir biçimde meşgul ederler.

Aldanmışlar arasında doğru kavrayışlı bir adam, tüm saat kuleleri yanlış zamanı gösteren bir kentte, sadece kendi saati doğru olan bir adama benzer. Saatin gerçekte kaç olduğunu bir tek o bilmektedir ama bu onun ne işine yarar? Tüm dünya yanlış zamanı gösteren dünya saatlerine göre davranmaktadır. Hatta bir tek onun saatinin doğru zamanı gösterdiğini bilenler bile.

Nezaket akıllılıktır, bunun sonucunda nezaketsizlik aptallıktır. Nezaketsizlik yüzünden gereksiz yere ve bile bile düşman kazanmak, tıpkı insanın kendi evini kundaklaması gibi bir çılgınlıktır. Çünkü nezaket oyuncak paralar gibidir, açıkça sahtedir. Bundan tasarruf etmek akılsızlık kanıtıdır. Buna karşılık kullanmak akıllık kanıtıdır. Tüm uluslar mektuplarını en sadık kulunuz anlamlarına gelen sözcüklerle bitirirler. En dik kafalı ve düşmanca davranan insan bile birazcık nezaket ve güler yüzle yumuşak ve iyi huylu yapılabilir. Buna göre balmumu için sıcaklık neyse insanlar içinde nezaket olur.

Birinin yalan söylediğinden kuşkulanıyorsanız buna inanmış gibi yapmalısınız. Bunun üzerine o insan pervasızlaşır ve daha büyük yalanlar söyler. En sonunda foyası meydana çıkar.

Düşmanın bilmemesi gereken şeyi dostuna söyleme. Sırrımı saklarsam bu benim tutsağım olur, açığa vurursam ben onun tutsağı olurum. Susma ağacının dallarında huzur meyvesi vardır.

Kimi zaman uzak bir yeri özlediğimizi sanırız, oysa aslında yalnızca bu sırada daha genç ve daha taze olduğumuz için orada geçirdiğimiz zamanı özlemekteyiz. Böylece zaman bizi mekan maskesi altında yanıltır. Oraya yolculuk ettiğimizde yanılsamanın farkına varırız.

Yaşamımız, aşağıya doğru yuvarlanan bir küreninki gibi hızlandırılmış bir devrimdir. Nasıl ki dönen bir yuvarlak levhadaki her nokta merkezden uzaklığı ölçüsünde daha hızlı dönüyorsa herkes için de zaman, yaşamının başlangıç noktasına uzaklaştığı ölçüde gitgide daha hızlı akar.

İnsan, Horatius’un hiçbir şeye şaşırmamak düşüncesine, yani tüm şeylerin değersizliğine ve dünyanın tüm harika işlerinin boşluğuna, dolaysızca ve samimi bir biçimde iyice inanmaya ancak ileriki yaşlarda başlayabilir.

"Yaşamın Kısalığı Üzerine" Adlı Kitap Özeti

Seneca’nın “Mutlu Yaşam Üzerine” adlı kitabını geçen yazımda özetlemiştim. Bu yazımda da diğer bir eseri olan “Yaşamın Kısalığı Üzerine” adlı kitabını özetlemeye çalışacağım. 

Kısıtlı bir zamanımız yok sadece çoğunu boşa harcıyoruz. Yaşam yeterince uzun ve tamamı iyi düzenlenirse en büyük işlerin başarılmasına fazlasıyla yetecek kadar bahşedilmiştir. Buna karşılık yaşam herhangi bir iyi şeye adanmadığında lüks ve umursamazlık yüzünden tükenir ve kaçınılmaz sonun baskısıyla bizden uzaklaştığını anlayamadığımız yaşamın çoktan geçip gittiğini kavrarız. Tam da böyledir, kısa yaşam bulmayız, onu biz kısaltırız. Ondan yoksun değiliz, onu tüketiyoruz. Nasıl krallara layık büyük bir mal varlığı kötü bir sahibin eline geçince bir anda dağılır, mütevazı bir mal varlığı iyi birine emanet edilince o kişinin dikkatli idaresi ile artarsa, yaşamımız da kendini iyi düzenleyen biri için oldukça uzundur.

Zenginlik ne çok insana yük olmuştur. Ne çok insanın belagati ve gündelik meşguliyetlerde yetenek gösterme gayreti kan akıtmıştır. Ne çok insanın yüzü daimi hazlardan ötürü soluyor. Etraflarını saran yandaş topluluğu ne çok insanı özgürlüğünden mahrum ediyor.

Düşünsene; tefeci, metres, patron, müşteriler ne çok zamanını aldı. Karınla yaptın kavgalarla, kölelerine verdiğin cezalarla ve kentte görevin için koşuştururken ne çok zaman kaybettin.

Makamlar, anıtlar, kararnamelerle buyuran ya da işlerle inşa eden hangi yetki varsa, birden yok olur, uzun süreli eskimenin yıkıma uğratıp değiştiremeyeceği hiçbir şey yoktur.

Bir insanın, hesabına para geçirirken ölüp uzun süredir bekleyen mirasçısını güldürmesi utanç vericidir.

“Mutlu Yaşam Üzerine” Adlı Kitap Özeti

Kıymetli arkadaşlar merhaba,

Bugün de sizlere ünlü Romalı hatip ve filozof Seneca’nın çok önemli bir eseri olan "Mutlu Yaşam Üzerine" adlı kitabının özetini yapacağım.

Seneca, Stoa düşüncesinin en önemli filozoflarından biridir. Stoa felsefesi hayata, beklentileri dizginlemek üzerine bakmayı sağlar. Buna göre hayatta mutlu olmanın en önemli yolu beklentileri ve istekleri artırmamaktır. Bu felsefede en yüce iyi anlayışı öne çıkmaktadır. En yüce iyi, nihai hedef olarak erdemdir. Düşünce ve davranışlarımızı doğru bir muhakeme ile şekillendirmemizi gerektirir. İyi ve kötüyü doğru bir muhakemeyle, yani aklını ölçüt olarak belirleyen, ahlaki doğrulara önem veren, ölçüsüz hazları reddetmenin gerçek haz olduğunu bilen ve erdemli yaşayan insan gerçekten mutludur.

Bu bağlamda mutlu yaşamak doğayla uyumlu yaşamaktır. Makam ve şöhret peşinde koşmak, yarını düşünürken bugünü kaybetmek, başka değişle anı yaşayamamak yaşamı kısaltır. 

Hiçbir şey hayvan sürüsünün yaptığının aksine, önden giden kalabalığın izinden gitmemiz ve herkesin gittiği yere değil de gidilmesi gereken yere gitmemiz gerçeğinden daha önemli değildir. Hiçbir şey bizi toplumda büyük bir uzlaşı ile benimsemiş şeylerin en iyi şeyler olduğunu düşünerek yaygın bir kanaate teslim olmak, önümüzdeki birçok örneğin olması ve akla göre değil, başkalarına benzemek için yaşamak kadar büyük kötülüklere sevk etmez. Bunun sonucunda üst üste binerek yıkıma sürüklenmiş büyük bir insan yığını oluşur.

Dolayısıyla en çok ne yapıldığını değil, yapılması gereken en iyi şeyin ne olduğunu, hakikatin en kötü yorumcusu olan avamın neyi onayladığını değil, ebedi mutluluğa nasıl erişebileceğimizi araştıralım.

Unutulmaması gereken bir konu da; ne kadar büyük bir kitle sana hayransa, o kadar büyük bir kitle de seni çekemiyor demektir.

Kendi doğası ile uyumlu olan ve başka hiçbir yolla elde edilemeyen yaşam mutludur. Öncelikle zihnimiz sağlıklı olmalı ve kendi sağlığını kalıcı bir şekilde elde etmiş olmalı, sonra cesur ve dinç olmalı, dahası en güzel şekilde sabreden, farklı dönemlere ayak uyduran, kendi bedenini ve onu ilgilendiren her şeye dikkat eden ama bunun için dertlenmeyen, yaşamı meydana getiren hiçbir şeye ilgisiz kalmayan ama hayranlık da duymayan, talihin armağanlarından faydalanıp onların kölesi olmayan bir karakterde olmalıdır.

İnsan hazza üstün geldiği gün, acıya da üstün gelecektir. 

Hep beraber özgürlüğe kaçmalıyız. Bunu mümkün kılan da sadece talihe kayıtsız kalmaktır. 

İstese de istemese de, bir insanın yaşamına daimi bir neşenin ve kendi derinliğinden gelen soylu bir mutluluğun dahil olabilmesi öyle temel bir zorunluluktur ki, insan ancak bu sayede kendinde bulunan şeylerden keyif duyar ve sahip olduklarından fazlasını istemez. 

Erdem; yüce, soylu, kralları layık, yenilmez tükenmez bir şeydir. Haz ise bayağı, köleleri layık, zayıf ve güdük bir şeydir.

Liderliği hazza verenler, hem haz hem de erdemi yitirirler. Hazza sahip olamazlar aksine haz onlara sahip olur, hazzın yokluğu onlara işkence gibi gelir, fazlalığı ise boğazlarını sıkar.

Doğru düşünen bir insan şöyle der; 

"Ben ölüme ve komedyaya aynı yüz ifadesi ile bakacağım. Ben zorluklara ne kadar büyük olurlarsa olsun bedenimi cesaretle güçlü kılarak katlanacağım. Ben zenginliği ona sahip olayım ya da olmayayım aynı şekilde küçümseyeceğim. Zenginlik başka bir yerde ise üzülmeyeceğim, yanımda parıldarsa şımarmayacağım. Ben talihe onun gelmesine ya da gitmesine aldırış etmeyeceğim. Ben tüm toprakları bana aitmiş, kendi topraklarımı da herkese aitmiş gibi göreceğim. Ben diğer insanlar için doğduğumu bilecek ve bu nedenle nesillerin doğasına şükran duyarak yaşayacağım. Sahip olduğum şeyi ne cimrilik yapıp koruyacağım, ne de müsriflik edip dağıtacağım. Bana bahşedilmiş olandan fazlasına sahip olmam gerektiğine inanmayacağım. Yaptığım iyiliklerin sayısını hesaplamayacağım, sadece iyilik yaptığım kişinin değerlendirmesini önemseyeceğim. Birinin aldığı bir şey gözüme asla daha büyük görünmeyecek. Benim için yemeğin ve içmenin tek amacı doğanın ihtiyaçlarını karşılamak olacak. Dostlarıma karşı güzel yüzlü, düşmanlarıma karşı yumuşak ve hoşgörülü olacağım. Benden rica edilmeden istenileni vereceğim ve ahlaken doğru olan talepleri olumlu karşılayacağım."

Zenginlik bilgeye göre köle, budalaya göre efendi konumundadır. Bilge zenginliğe hiç önem vermez, sizin içinse zenginlik her şeydir. Zenginliğe sanki biri size ona ebediyen sahip olacağınıza dair söz vermiş gibi davranıyor ve bağlanıyorsunuz.

Ne dersiniz, özellikle günümüzün sosyal yaşamında Seneca'dan ders alacağımız çok fazla konu var değil mi?

7 Kasım 2021 Pazar

“İş Yaşamında Başarısızlık İçin On Emir” Adlı Kitap Özeti

Sevgili okuyucularım merhaba,

Bugün yine iş yaşamı ile ilgili son dönemde okuduğum güzel bir kitabı sizler için özetlemek istiyorum. Kitap Coca Cola’nın başkanlığını yapmış Donald Keough tarafından kaleme alınmış olup, iş yaşamında uygunlandığında başarısızlığa götürmesi kesin olan on tavır ve davranışı anlatıyor.

Kitaba önsöz yazan Muhtar Kent, Keough için şunları söylüyor; “Kendisi Coca Cola’nın toplantı salonlarının gördüğü en büyük iletişimcidir. Söyledikleri bize ilham vermiş, hepimizin içinde yatan “yapıcı tatminsizliği” yani daha iyisini yapmak ve daha iyi olmak isteğini kamçılamıştır” demektedir.


Şimdi Başarısızlık İçin Gerekli On Emir’e hep beraber bakalım:

1- Risk almaktan vazgeçin. İnsanlar ne kadar küçük olursa olsun, bir şeyi elde ettiklerinde artık riskten vazgeçme isteği duyarlar. Bu insanın doğasında vardır. “Sahip olduğum bir şey var. Neden onu tehlikeye atayım?” Diye düşünürler. Yaşamlarımız zenginleştikçe ve daha rahat bir hale geldikçe, risk almaktan vazgeçme eğilimi güçleniyor. Fakat diğer taraftan meşhur yazar Oscar Wilde’nin dediği gibi “Dünyanın sahibi hoşnutsuz olanlardır.” Eğer bir şirket yeterince başarısızlık yaşamamışsa, yöneticileri yeterince hoşnutsuz değildir ve aldıkları maaşı hak etmiyorlardır. Daha önce web sitemde özetlediğim “Good To Great” adlı kitap da bundan bahsediyordu. O kitabı da incelemenizi tavsiye ederim.

2- Esnek olmayın. Eğer başarısız olmak istiyorsanız çevrenizdeki koşullar değiştikçe siz sakın esneklik göstermeyin. Eskisi gibi devam edin. Direnin. Başarısız olacaksınız. Machiavelli’nin dediği gibi “İnsanın trajedisi işte budur. Koşullar değişir ama insan değişmez.” Bu konuda en iyi örneklerden biri Ford’dur. Ford önceleri çalışanların günlük ücretini 5 $’a çıkartarak işçilerine kendi ürettikleri malı satın alma imkanı sunmuştu. Böylece onların sadakatini de kazanmış oluyordu. Bu fikir o zamanın şartlarında oldukça yenilikçiydi ve işe yaramıştı. Fakat Ford geçmişteki gibi düşünmekten vazgeçip bazı konularda ısrar etmeye başladı. Mesela şu sözü çok bilinir. “Siyah olduğu sürece istedikleri rengi alabilirler”. Tüketicilerin farklı renk istekleri olduğunu görmezden gelip onlara ısrarla siyah araba satmaya çalışmıştı. İster istemez diğer üreticiler de Ford’un pazar payını almaya başlamışlardı.

3- Kendinizi uzaklaştırın. Eğer başarısız olmak istiyorsanız herkesten en uzak olan yönetim katı hangisi ise, oranın en uzak köşesinde kendinize kocaman bir büro seçin ve kapınızı kapatın. Kendilerini herkesten uzak tutmak isteyenler için çok acıdır ama, başarılı şirketler tarihi bu tavrın tam tersini gösterir. Öyle ki iş dünyasının efsane olmuş isimlerinin pek çoğu, her düzeydeki çalışanını tanır ve onlarla iletişim kurmada olağanüstü bir yetenek gösterir. Uzak durmak insanı yabancılaştırır, dedikodulara ve zamanla baş kaldırmaya yol açar. Sokrates şöyle diyor, “Size sadık olanların, eylemlerinizi ve sözlerinizi övenler değil, hatalarınızı kibarca ayıplayanlar olduğunu bilin.” İkinci Dünya Savaşı’nda, Winston Churchill‘in tek görevi kendisine kötü haberler getirmek olan özel bir birim kurmuş olmasından alınacak dersler vardır.  Diğer taraftan Hitler, çarpışmaların son zamanlarına kadar savaşı kazanmakta olduğunu sanıyordu. Bir düşünüre göre “Bir çalışma masası, dünyayı izlemek için tehlikeli bir yerdir.” Bir diğer tabirle, çevresini sönük lambalarla donatan parlak ışıklara dikkat etmek gerekir.

4- Yanılmaz olduğunuza inanın. Yıllık şirket raporları; şirket felaketlerle dolu bir yıl geçirmiş olsa bile, beklenmeyen kur dalgalanmalarından olağan dışı kasırgaların etkisine kadar akla gelen her türlü nedenin suçlandığı pek başarılı çalışmalardır. Bu tavır şirketlerin gerçek sorunu belirlemelerine imkan tanımaz. Özellikle başarılı şirketler bu konularda daha fazla yanılgı içindedir. Çünkü bugüne kadar yapmış oldukları tüm faaliyetlerin doğruluğuna öyle inanırlar ki, bundan sonra da aynı politikalarla başarılı olacaklarına kesin gözüyle bakarlar. Oysa şartlar değişebilir ve işler beklendiği gibi olmayabilir. 

5- Faul çizgisine yakın oynayın. Eğer faul çizgisine yakın oynarsanız, ne müşterileriniz de ne de çalışanlarınızda fazla bir güven duygusu oluşturamazsınız. Kazan kazan ilişkisi yerine hep şirket kazansın ama müşteri zaman zaman kaybedebilir düşüncesi şirketleri uzun vadede başarısızlığa götürür. İncil’de söylendiği gibi, saygın bir isim büyük servetlere tercih edilmelidir. Bir görüşe göre de başarı, ilkelerinizi çiğnemeden elde ettiğiniz zaman daha kalıcıdır. Unutulmamalıdır ki, rahat bir vicdan gök gürültüsünde bile uyur.

6- Düşünmeye zaman ayırmayın. Bir bilgi çağında yaşadığımız söyleniyor. Bu doğru değil. Aslında veri çağında yaşıyoruz. Veriler 7/24, sürekli akıyor. Her yönden daha çok, daha hızlı veri üstümüze geliyor. Fakat bunları bilgiye dönüştürmedikçe kullanmamız mümkün olamıyor. Verinin fazlası olmaz diyorlar. Aslında verinin fazlası, veriyi kullanmayı zorlaştırdığından karar almamızı olumsuz etkiliyor. İnsan aynı anda bir makine gibi çok farklı verileri analiz edip bir sonuca ulaşamaz. O sebeple akıllı satış elemanları insanların almayı düşündüğü ürünleri hemen 2 veya 3 e indirip kolayca karar almalarını sağlamaya çalışıyorlar. Bunun yanında da, doğrulama tuzağı denilen psikolojik bir eğilim vardır. Benimsediğimiz görüşlerin neresinde hata olabileceğine bakmak ve bunların üzerinde düşünmek yerine, bunları doğrulamak isteriz. Oysa genel kanaat yanlış olabilir ve bu nedenle yanlış karar verebiliriz.

7- Sadece uzmanlara ve danışmanlara güvenin. Şirketler kendi öz değerleri yerine dışarıdaki uzmanlara veya danışmanlara güvenme eğilimine girebiliyorlar. Bazen karar alma noktasında zorlandıklarında, danışmanların söylediğine daha fazla itibar edip tüm stratejilerini buna göre değiştirebiliyorlar. Oysa şu bir gerçektir ki, her ne üzerine olursa olsun danışmanların her söylediği doğru çıkmamaktadır. Burada yapılması gereken çalışanlara daha fazla güvenip, onların önerilerini ve eleştirilerini dinlemektir.

8- Bürokrasinizi sevin. Eğer şirkette hiçbir şey yapılmasını istemiyorsanız, idari konulardaki kaygıların her şeyin üzerinde tutulmasını sağlayın. Bürokrasinizi sevin. Bu tarz organizasyonlarda çalışanlar katman katman yığılmışlardır, ancak müşteri kapıyı çaldığında evde kimse bulunmaz. Herkes toplantıdadır. Bu toplantılardan daha çok yazışma, daha çok e-posta, daha çok telefon konuşması, daha çok toplantı meydana gelir. Hatta çoğu kez, toplantı planlaması yapmak için bile toplantılar yapılır. Toplantılar, büyük bir bürokrasinin dinsel törenleridir ve bürokratlar hep koyu dindar olurlar. Yazara göre yetenekli bir personelin ayrılmasının en sık görülen nedenlerinden biri ne para, ne de işin güçlüğüdür. Bürokrasidir. Müşteriyi ilgilendirmeyen 50 tane iş yapmaya kalktığınızda, müşteriye hizmet etmeyen ve dolayısı ile yapılması zaten gerekmeyen işleri çok iyi yapan bireylerden oluşan 50 bürokrasi oluşturmuş olursunuz. Ünlü komedyen Fred Allen’in şu sözünü çok beğendim:

“Bir komite, tek başlarına hiçbir şey yapamayan ama bir araya gelerek hiçbir şey yapılamayacağına karar veren insanlar topluluğudur.”

9- Karışık mesajlar verin. Şirketin uygulamalarıyla şirketin stratejisi arasında bir paralellik olması gerekir. Örneğin bir şirket maliyet konusunda sektörde lider olmak istiyorsa, şirketin çalışanları ve yöneticilerinin de buna ayak uydurması gerekir. Mesaj denildiği zaman bunu sadece ağızdan çıkan sözler olarak anlamamamız gerekir. Mesajlar bazen söz ile bazen de yaptıklarımız ile verilir. Örneğin çalışanlarına hep yakın olduğunu iddia eden bir üst yöneticinin odasından hiç çıkmaması buna bir örnek olarak verilebilir.

10- Gelecekten korkun. Birinci yasada risk almamayı konuşmuştuk. Bunun temel sebebi aslında gelecekten korkmaktır. Unutulmaması gereken bir şey vardır ki, risk almaktan vazgeçmek de kendi başına ciddi bir risktir. Karamsarlığın en büyük sorunu, insanı mutlak biçimde felç etmesidir. İnsanlar kötü sonuçlardan öylesine korkarlar ki, çaresizlikle ellerini iki yana açıp, hiçbir şey yapmazlar. Gelecekten korkmak geleceğin başarısız olmasını garanti altına alır.

11- İşinize ve yaşama olan tutkunuzu yitirin. Kitabın adı On Emir olsa da yazar onbirinci emiri de koymuş. Birçok düşünürün belirttiği gibi ve insanların ve devletlerin yaşam amacında yer alan en önemli konu mutluluk arayışıdır. Bu da ancak bir şirket için müşterileri, markaları ve hayalleriyle bir bağ kurması ile mümkün olabilir.

Umarım beğenmişsinizdir. Keyifli okumalar dilerim.