27 Ocak 2022 Perşembe

“İşe Yarayan Tuhaf Fikirler” Adlı Kitap Özeti

Sevgili okuyucularım merhaba,

Sizlere son dönemde okuduğum ve çok beğendiğim bir kitabı özetlemek istiyorum. Robert Sutton tarafından kaleme alınmış olan “İşe Yarayan Tuhaf Fikirler” isimli kitapta 12 tane alışmadık ama işe yaradığı öne sürülen fikir yer alıyor. Bu yazıda da bunları özetlemeye çalışacağım.

Kitap alışılmış şeyleri yeni şekilde görmek başlığı ile başlıyor. Yazar "de ja vu ya" gönderme yaparak "vu ja de" yapmalısınız diyor. Bir bilim adamının dediği gibi keşfetmek, aynı şeyi herkesin baktığı gibi bakıp başka bir şey düşünmektir.

Peki kitapta bahsedilen bu 12 alışılmadık veya tuhaf fikir nedir? Bunları sırası ile aşağıda yazıyorum.

1. Yavaş öğrenen veya hoşlanmadığınız kişileri işe alın. Yavaş öğrenenler işletmenin yanlış kabullerini de yavaş öğrenecektir. Hoşlanmadığınız insanların ise sizi tamamlayabileceğini unutmayın.

Bir şirketin bilgi ve inançlarını, tarihini, anılarını, kurallarını ve varsayımlarını kurumsal yasa olarak tanımlayabiliriz. Kurumsal yasanın kalbi, yapılmalı ve yapılmamalı gibi doğru ve yanlış davranışları belirten normlarla düzenlenir ve zamanla kurum çalışanlarının ruhlarına işler. Yenilikçi şirketler ise yeni fikirleri olan ve olayları, hareketleri değişik şekilde görebilen, hatta başkaları tarafından herkes gibi düşünmeye zorlanarak beyni kolayca yıkanmayacak kişilere ihtiyaç duyarlar. Eğer bu şekilde davranan çalışanlar olmazsa kurum hep kendi doğruları ekseninde patinaj çekmeye devam eder.

Bir şirket yalnızca çalışanlarının uyum göstereceği kişileri işe almaya devam ederse şirket elemanlarının taktiklerini işe almış olur. Davranış biliminin en bilinen ve kalıcı bulgularından biri kişilerin kendi benzerleri hakkında pozitif hisler taşıdığı ve benzerleri ile birlikte olmak istemeleridir. Oysa bu şirketteki renkliliği ortadan kaldırır ve aynı konulara aynı tepkiler verilmeye başlanır. 

2. İşletmenize şu an gerekli olmayan fakat ileride yarar sağlayabilecek insanlar alın.

İlginç görünen fakat şirketinizin iş kolu ile ilgili becerileri olmayan kişileri iş görüşmesine çağırın. Nasıl katkıda bulunabileceklerini sorun, sizi şaşırtabilirler. Zaman zaman ilginç bir adayın şirketinizde ne yapabileceğini bilmiyorsanız, onu geçici olarak örneğin danışman şeklinde işe alın ve ne yapacağına bakın.

3. İş görüşmelerini adayları seçmek için değil onlardan fikir almak için kullanın.

Adaylara, onlara verilecek iş ile hiç ilgisi olmasa da şirketinizin karşı karşıya olduğu bazı problemleri anlatın ve ne çeşit çözüm getireceklerini sorun. Eğer siz ve şirketiniz akıllıca davranmak istiyorsanız yapacağınız en akıllı iş susup oturmak ve ne kadar çok şey bildiğinizi göstermeye çalışmak yerine, akıllı sorular sormayı öğrenmektir.

4. Çalışanlarınızı iş arkadaşlarını görmezden gelmeleri ve amirlerine karşı çıkmaları için teşvik edin. İş arkadaşlarından ve amirlerinden neyin nasıl yapılması gerektiğini öğrenen bir çalışan onların bir kopyası olacaktır.

Yenilikçilik, üst düzey yöneticiler altlarında çalışanların izin verilmemiş işler ile uğraşıp uğraşmadıklarını kontrol etmedikleri zamanlarda ortaya çıkmaktadır. Yenilikçiler genellikle şirketin yapılandırmasında kimsenin etkisinde olmayan bir küçük delik bulduklarında ondan faydalanarak ortaya yaratıcılıklarını koymaktadırlar. Buna 3M firmasında yaşanan bir olayı örnek olarak verebiliriz. 

CEO McKnight, Drew’a projeyi terk etmesini söyledi, zira işe yarayacağına inanmamaktaydı. Drew bu emri göz ardı etti ve gizlice çalışarak 3M firmasının en büyük buluşlarından maskeleme bandını yaptı. 

Bir yönetici şunu söylüyor; birçok zeki insanı işe alın ve sizden yardım isteyene kadar ortalıkta görünmeyin. Eğer onlara ne yapmaları gerektiğini siz söylerseniz, onların yaratıcı olma şansını yok edersiniz.

Anlamadığınız bir şey yönetiyorsanız, ortalıktan yok olup işi anlayanlara bırakmak son derece akıllıca bir harekettir.

Kısacası bir çalışanınız sizden önceden izin almak yerine sonradan af diliyorsa bu elemanınızı ödüllendirin veya hiç olması cezalandırmayın.

5. Çalışanlarınızı birbirleriyle çatışmaları için teşvik edin. Pozitif çatışma her zaman farklı fikirlerin ortaya çıkmasını sağlar.

Gruplardaki çatışma eksikliği grubun yeni yaratıcı fikir ortaya koyamayacağının belirtisidir. Bir işletme patronu “bir işte iki kişi devamlı aynı fikirde ise, onlardan biri gereksizdir” demiştir.

Burada önemli olan bir husus da kişilere şahsi çatışma ve entellektüel çatışma arasındaki farkı öğretmenizdir. İyimser kişileri işe alın ve onları öyle tutmak için elinizden geleni yapın. Duygular bulaşıcı olduğundan onları şirketteki diğer çalışanlar ile bir araya getirin.

6. Başarı ve başarısızlığı ödüllendirin, hiçbir şey yapmamayı cezalandırın.

Eğer başarılı olmak istiyorsanız, başarısızlık oranınızı ikiye katlayın. Bir işletme sahibi insanların hata yapmadıkları için işten atıldığını söylemekteydi. Bilirsiniz ki yaratıcılık üretkenliğin sonucudur. Eğer yaratıcı bir kişi başarılarını arttırmak istiyorsa başarısızlıklarının da paralel bir şekilde artacağını bilmelidir. En başarılı yaratıcı kişi genellikle en fazla başarısızlıkları olandır.

7. Büyük olasılıkla başarısız olacak bir şey yapmaya karar verin ve üzerinde çalışın. Başarısızlığın dersler içerdiğini unutmayın.

Riskli bir projeyi desteklemeye karar verdiğinizde kendinizi başarının kesin olduğuna inandırın. Eğer bunu yapamıyorsanız kendinizden daha iyimser birini bulun ve projenin başına onu koyun.

8.  Saçma ve pratikten uzak şeyler bulun ve onları uygulayın. Örneğin, “yapabileceğimiz en kötü ürün nedir?” diye düşünün. 

En istenilmeyen ürünün tasarlanıp bu tersine çevrildiğinde bir dizi güçlü tasarım politikasının ortaya çıkması sağlanmış olacaktır. Bu metot normal yöntem olan iyi fikirler bulma yönteminden daha etkili olmaktadır.

Birkaç kişiye şeytanın avukatlığı rolünü verin. Bu kişiler grubun yapmış olduğu varsayımlardaki, inanışlardaki ve vermiş olduğu kararlardaki hataları bir bir ortaya dökecektir. 

Diğer bir yol ise diyalektik sorgulamadır. Bu sorgulamada eleştirmenler, grubun inanışlarını ve varsayımlarını sorgulamakla kalmaz, bu inançların tersini savunan varsayımlar ortaya koyarlar. Bu varsayımları kullanarak tamamen farklı hatta tamamen karşı tavsiyelerde bulunabilirler.

9. Müşteri, eleştirmen ve bunun gibi diğer kişilerden uzak durun, üzerinde çalıştığınız ürünlerde sizi yolunuzdan döndürmesinler.

Birçok önemli proje ana şirketin merkezinde ortaya çıkmamıştır. Örneğin ilk Macintosh bilgisayarını tasarlayan ekip diğer Apple çalışanlarından ayrı bir binada idi. Honda City’yi tasarlayan ekip de Honda‘nın genel merkezinde yer almıyordu. Bunun sebebi şirketin genel merkezindeki varsayımların ve üst yönetim bakışının yeni ürünlerin geliştirilmesine engel teşkil edeceği beklentisiydi. 

Her şeye burnunu sokan meraklı bir yönetici, gelişme raporları isteyerek veya gidişatı sormak için işi yarıda keserek yenilikçiliği engelleyebilir.

10. İş problemlerinizi daha önce çözdüklerini söyleyen kişilerden bir şey öğrenmeye çalışmayın. Sizin çözümünüz çok daha etkin olabilir. 

Yaratıcılık sürecinde cahillik mutluluktur. İşlerin nasıl olması gerektiğini bilmeyen kişiler yerleşmiş inanışlar tarafından köreltilemezler.

11. Şirketinizin geçmiş başarılarını unutun. Geleceğe bakın.

George Santayana’nın meşhur “geçmişi hatırlayamayanlar onu tekrarlamaya mahkumdurlar” sözü eğer devamlı yenilikten yanaysanız kötü bir öğüttür. Algılama şeklini şirketler otomatikten etkin düşünmeye çevirmedikçe, eski fikirler için yeni kullanım alanları bulmak veya eski fikirleri yenileri ile harmanlamak imkansızdır. 

İnsanların modası geçmiş yollarda ısrar etmelerinin en önemli sebebi işleri eski usulde halletmekte ustalaşma duygusundan kaynaklanmaktadır. Buna yetenek tuzağı adı verilir. Bir şirketin başarılı geçmişinden kurtulması için sıklıkla önerilen ve Christensen’in Yenilikçinin İkilemi adlı kitabında bahsettiği başlıca yol yeni bir şirket kurmak ya da en azından yeni bir çalışma birimi oluşturmaktır. 

Şirketlerin geçmişlerine saplanıp kalmamaları için yapabilecekleri en iyi şeylerden biri insanları rahat oldukları işlerinden programlı bir şekilde alarak, onları beceri sahibi olmadıkları ve kendilerini rahatsız hissedebilecekleri işler vermektir. Bunu rutin bir şekilde uygulayan şirketler, çalışanlarını devamlı olarak düşünmeye teşvik ederler, yeni şeyler öğrenmek için zorlarlar ve eski işlerini yeni bir açıdan görmelerine yardım edecek pozisyonlara girmelerine neden olurlar. 

5 Ocak 2022 Çarşamba

Ne Kadarı Yeterli?

Size son dönemde okuduğum bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Edward Skidelsky ve Robert Skidelsky tarafından kaleme alınan kitap, para sevgisi ve iyi yaşam mücadelesi için temel bir soru soruyor: “Ne Kadarı Yeterli?”. 

İktisadi konulara felsefi yorumlar yaparak ve geçmişten günümüze birçok düşünürün görüşleri ile bunları destekleyerek bir sonuca ulaşmaya çalışıyor. Ben çok beğendim, alıp okumanızı tavsiye ediyorum.


Paranın veya servetin mutluluğa giden bir araç olduğunu ama asla bir amaç olamayacağını belirtiyor. Bunun için güzel örnekler veriyor. Bunlardan bazılarına değinerek kitaptan aldığım notları aşağıda paylaşıyorum. 

Para kazanmak kendi içerisinde bir amaç olamaz, en azından ciddi bir zihinsel bozukluk taşımayan bir kişi için. “Benim hayattaki amacım çok fazla para kazanmak” demek "benim amacım çok fazla şişmanlamak için yemek yemek" demekle aynıdır.

Yazar örnek olarak boş zamanın artması ile çevre kirliliğinin azaltılmasının mutluluk üzerinde etkili olacağını söylemektedir. Diğer taraftan, GSYH büyümesi insanlık tarafından uzun zamandır bir amaç olarak ortaya konmaktadır. Fakat ne boş zaman ne de çevre kirliliği GSYH hesapları içine girmez. Bu durumda GSYH büyümesi mutluluğu ne ölçüde etkilemektedir? Bu bir soru işaretidir.

Örneğin, 1974 yılından bu yana İngiltere’de GSYH iki katına çıkmasına rağmen insanların genel mutluluk seviyesi değişmemiştir. Ekonomik büyüme, gelir adaletsizliğinden dolayı daha çok üst gelir grubunun servet artışı ile sonuçlanmıştır. İngiltere’de 1970 yılında bir şirket başkanının aldığı ortalama ücret, bir işçinin aldığından 30 kat fazlaydı. 2010 yılında ise bu katsayı 81’e ulaşmıştır.

Zenginin mutluluğu kitlenin tepesinde bulunmanın getirdiği tatmin, yoksulun mutsuzluğuysa en altta olmanın verdiği sıkıntıdır. Psikolojik tecrübeler birçok kişi için mutlak gelirin değil, göreceli gelirin önemli olduğunu doğrular şekildedir. Harvard öğrencilerinden iki hayali dünya arasında (1-50 bin USD kazandıkları ortamda ortalama gelirin 25 bin USD olması, 2- 100 bin USD kazandıkları dünyada ortalama gelirin 200 bin USD olması) seçim yapmaları istendiğinde çoğunluğun tercihi birinci yönde olmuştur. Çünkü hayattaki iyi şeylerin birçoğu için arz sınırlıdır ve ancak en zenginlerin erişimine açıktır. Buna bir örnek olarak da Almanya’nın birleşmesinden hemen sonra, Doğu Alman işçilerinin ücretlerinin yükselmesine rağmen birleşmeden öncekine göre kendilerini daha az mutlu hissetmelerini verebiliriz. Büyük olasılıkla kendilerini çok daha zengin yeni yurttaşları ile karşılaştırmışlardı.

Birçok maddi kazancın ruh hali üzerinde yalnızca geçici bir etkisi vardır ve sonrasında eski düzeyine geri dönmektedir. Bu nedenle gelirin düzenli artması mümkünken mutluluk hiç artmaz. Diğer taraftan belirli bir eşiğin altındaki mutlak gelir mutsuzluğa sebep olmaktadır. Yapılan bir araştırmada en mutsuz ülkelerin ortalama gelirleri yıllık 15 bin USD’den azdır.

Keynes 1930’da yayımlanan makalesinde “Teknolojik ilerleme saat başına üretilen mal adedini artıracağı için kişiler ihtiyaçlarını sağlamak için daha az çalışmaya ihtiyaç duyacaklar ve böylece boş zaman artacaktır” demektedir. Keynes devam eder, “İnsan yaratılışından beri ilk kez gerçek, kalıcı sorunuyla, kendisini ezen ekonomik kaygılardan kurtulup özgürlüğünü nasıl kullanacağını, bilim ve bileşik faizin baskı altında tuttuğu boş zamanını akıllıca, makbul ve iyi bir şekilde yaşamak için nasıl kullanacağı sorunu ile yüzleşecektir”. Bu koşulun yaklaşık bir yüzyıl içinde (2030’a kadar) sağlanması beklenmektedir. 

Bu bugüne gelindiğinde kısmen geçerli olmuştur. Çalışma saatleri düşmüş, boş saatler artmıştır. Fakat geliri en yukarıda olan insanların boş zamanları artmamıştır. Bu insanların iş yoğunluğu devam etmektedir. 

Gelecekteki istihdam seçenekleri üzerine yapılan bir araştırma, daha düşük ücret anlamına gelse bile daha kısa çalışma saatlerine doğru yaygın bir istek olduğunu göstermiştir. Ankete yanıt verenlerin %51’i daha kısa çalışma saatleri istemekteydi; yalnızca %12’si daha uzun çalışma saatlerini tercih ediyordu.

Kitapta sorulan bir diğer soru şudur; “Her şeye sahip kişiler neden her zaman daha fazlasını ister?” Bilindiği gibi istekler bireyseldir ancak ifade edildikleri, teşvik edildikleri veya bastırıldıkları tarz toplumsaldır. Buna göre insanlar çevrelerindeki etkileşime göre isteklerde bulunurlar. 

İnsanlar içinde bulundukları ortamdan dolayı doyumsuz bir görüntü sergilemektedir. İnsanlar sahip olduklarından sıkılmış durumdadır. Tüm ihtiyaçların tatmini, tüm rahatsızlıkların giderilmesi, bir sakinlik yerine tatminsizlik hali oluşturur ve bunun bir yenilikle giderilmesi gerekir. Kısacası zenginlik arttıkça can sıkıntısı çoğalır ve uyarıcı tecrübelerin daha da çılgınca arayışını kışkırtır.

Doyumsuzluğun ikinci açıklaması bazı malların doğasında var olan kıtlığa odaklanmıştır. En iyi okullar, en üst düzey tatiller, en muhteşem yolculuklar ancak en üst düzey gelir ile ulaşılabilir durumdadır.

Doyumsuzluk, isteklerin göreceli karakteri ile bağlantılıdır. Sahip olduğum maddi servet düzeyi ne olursa olsun sahip olduklarımdan tatmin duymam mümkün olmayacaktır, çünkü her zaman birisi benden daha çok şeye sahip olacaktır. Prestij mallarına daha çok harcarken ben statü kazanırım ama ötekilerin statü kaybetmesine neden olurum. Onlar tekrar statü kazanmak için daha çok harcarken benimkini azaltırlar. Bu böylece devam eder.

Tüm yukarıdakileri oluşturan ekonomik düzen kapitalizmdir. Yazar bunu anlatırken Faust pazarlığından bahsetmektedir. Biliyorsunuz ünlü yazar Goethe’nin Faust adlı karakteri ruhunu bilgi, zevk ve güç karşılığında şeytana satın ünlü doktoru anlatmaktadır. Kapitalizm sisteminde ise uzun dönemli bolluk ve kalkınma için ahlaki çöküntülere göz yumulacaktır. Keynes buna katlanılması gerektiğini ifade eder.

Adam Smith ise “Zenginler yalnızca kendi çıkarlarını düşünseler de, kendi doyumsuz arzularının tatminini amaçlasalar da görünmeyen bir el vasıtası ile ortaya çıkan ürün yoksullara da bölüştürülmektedir. Bu durumda zenginler istemeseler de toplumun ekonomik olarak ilerlemesini sağlarlar” diyerek para hırsına toplumsal yarara hizmet etmesi koşuluyla izin vermektedir. 

Ekonomik büyümeye geri dönelim. Ekonomik büyüme, insan talihini geliştirmeyi başaramamasının yanında, doğanın masumiyetini de kirletmekle suçlanmıştır. Küresel ısınmanın nedeni insan yapımı olan sera etkisidir. İklim hareketi savunucularından George Mondiot, zengin dünyanın hükümetlerine büyüme oranlarını sıfıra yakın tutmaları için acil çağrıda bulunmuştur.

Bir de temel mallar vardır. Temel mallar, iyi yaşam için sadece araç ya da onun için güç değil, onlar iyi yaşamın kendisidir. Bu durumda temel mallar neymiş ona bakalım. Birincisi sağlıktır. İkincisi güvenliktir. Üçüncüsü saygıdır. Dördüncüsü kişinin zevklerini, huyunu ve iyi kavrayışını yansıtan bir yaşam planı çerçevesi çizme ve planlama yeteneği anlamına gelen kişiliktir. Bir diğeri ise doğa ile uyumlu yaşamaktır. Altıncı ise dostluktur. Bir yaşam koçu şöyle demektedir; “Yaşamınızda sülüklerden kurtulmalı ve onların yerine enerji verenleri koymalısınız”. Yazının en başında belirtildiği gibi boş zaman da temel mallardan biridir. 

Yukarıda belirtilen temel malların hepsini veya büyük kısmını gerçekleştiren yaşam iyi bir yaşamdır. Bu anlamda ekonomik büyümenin temel mallardan bir ya da daha fazlasına erişmek için bir araç olarak istenmesi anlamlıdır. Örneğin sağlık makul miktarda besin ve ilaç gerektirir. Boş zaman zahmet dışında kalan insanın kendisini keşfedeceği zamanı gerektirir. Kişilik geri çekilecek bir yer, dükkanın arkasında bir oda gerektirir. Bu mallara erişmeye gücü yetmeyecek kadar yoksul olan halklar zenginleşmeyi amaçlamak için nedene sahiptir.

Ekonomik büyüme kısa vadeli pragmatik nedenlerle istenebilir. Yüksek işsizlik ve kamu borcunun olduğu bir durgunluk döneminde büyümeye öncelik verilmesi haklı bir nedendir. Fakat büyüme bir sakinleştirici etkisi oluşturur. Hastayı ayağa kaldırmak için yararlıdır ancak devamlı kullanılacak bir uyuşturucu değildir. Ne yazık ki uyuşturucular gibi, büyüme de bağımlılık yapmaktadır. Geçici çarenin ömür boyu alışkanlık haline gelmesini önlemek için yetenekli politik doktorluk gerekmektedir.

Kitapta karşımıza çıkan ünlü düşünürlerin mutluluk ve zenginlik arasında kurduğu bağlantılara da bakalım.

Epikür diyor ki, “Yeterli olanı az bulan insan için hiçbir şey yeterli değildir.”

Aristoteles ise “En mutlu insan kendine en fazla yeten insandır” der.

Ausonius “Zengin kimdir? Hiçbir şey arzu etmeyen kişidir. Yoksul kimdir? Cimridir.” Demektedir. 

Cicero; “Eğer bir bahçe ve kütüphaneye sahipsen ihtiyacın olan her şeye sahipsindir.”

Aristoteles; “İnsanın tüm ömrü boyunca yaşadığı ticari iş ve sıkıntıların kendisini eğlendirmek uğruna yapılması gerektiğini düşünmek ve bunların sonunun eğlenceli bitecek olması, gerçekte tuhaf bir düşüncedir”.

Heredot Tarih kitabında Atinalı Solon’un Lidya’nın efsane hükümdarı Krezüs’u ziyareti anlatılır. Burada Krezüs Solon’a dünyada en mutlu adam kimdir diye sorar ve beklediği yanıtı alamaz. Çünkü Solon Krezüs’tan önce başka isimler zikretmiştir. Sonra Solon açıklama yapar. Her zengin insanın mutlu olamayacağını anlatır. Hayatı boyunca yoksul olup mutlu olan insanlara örnekler verir. 

Gerçekten bu konuda sizin fikriniz nedir? İyi bir yaşam sürmek için ne kadarı yeterli?

İyi okumalar dilerim.

4 Ocak 2022 Salı

“Nikomakhos’a Etik” Adlı Kitabın İçerisinden Notlar

Sevgili okuyucular merhaba,

Aristoteles'in oğlu Nikomakhos’a etik konusunda öğütler verdiği bu kitapta özellikle erdem üzerinde durmaktadır. Erdemin orta yol olduğundan bahsetmektedir. Bunu birçok örnek ve davranış ile açıklamaktadır. Bu kitap Aristoteles’in insan için iyinin ne olduğunu soruşturduğu kitaptır. O, belli bir insan için iyi olan ne ise, kent için iyi olanı da aynı şeydir diye düşünmektedir. Bu da etik aynı zamanda bir siyaset araştırması olmaktadır. 

Şimdi kitapta aldığım bazı notlara birlikte bakalım.

Mutluluk erdemin ödülü ve en iyi amaçtır.

Mutluluk için önemli olan, erdeme uygun etkinliklerdir. Erdeme aykırı etkinlikler ise mutluluğun tersini oluşturur.

Hepimiz bütün öteki şeyleri mutluluk uğruna yapıyoruz. İyi şeylerin başını ve nedenini de değerli ve tanrısal bir şey olarak kabul ediyoruz.

Biri düşünce erdemi, diğeri ise karakter erdemi olmak üzere iki tür erdem vardır. Bunlardan düşünce erdemi daha çok eğitimle oluşur ve gelişir. Bu nedenle de deneyim ve zaman gerektirir. Karakter erdemi ise alışkanlıkla elde edilir adı da bu nedenle küçük bir değişiklikle alışkanlıktan (ethos) gelir.

Hazza karşı koymak öfkeye karşı koymaktan daha güçtür.

Ruhta olup bitenler üç türlüdür. Bunlar; etkilenimler, olanaklar ve huylardır. Erdem de bunlardan biri olsa gerek. Arzu, öfke, korku, yüreklilik, kıskançlık vb. haz veya acının izlediği şeylere etkilenim diyorum. Bunlardan etkilenebilmemizi sağlayanları sözgelişi öfkelenebilmemizi, acı duyabilmemizi ya da acıyabilmemizi sağlayanlara olanak adını veriyorum. Huylar diye de etkilenimlerle ilgili olan iyi ya da kötü durumunuza diyorum. Örneğin öfkelenme ile ilgili olarak, çok ya da gerekenden az öfkeleniyorsak kötü, orta şekilde öfkeleniyorsak iyi durumdayız. Bu durumda erdemleri huy olarak sınıflandırmak gerekir.

İnsanın erdemi insanın iyi olmasını ve kendi işini iyi gerçekleştirmesini sağlayan huydur. Erdem aşırılıkların arasındaki ortadır. Ne az ne de çok. Örneğin aşırılık ile eksiklik kötülüğe, orta olma ise erdeme özgüdür. İyiler bir çeşittir, kötüler ise çeşit çeşit.

Onur ile onursuzluk konusunda orta olma yüce gönüllülüktür.

Yiğit korkağa göre cüretli, cüretliye göre korkak görünüyor. Aynı biçimde ölçülü, duygusuza göre haz düşkünü, haz düşkününe göre de duygusuz. Cömert cimriye göre savurgan, savurgana göre de cimri görünür.

Yürekli kişiler öne atılan kişilerdir. Bunlar tehlikelerden önce gönüllü oldukları halde tehlikeyi görünce kaçarlar; oysa yiğit kişiler iş başında etkindirler, daha önce ise sakin.

Zenginlik kullanılan şeylerdendir. Her konuda ona ilişkin erdeme sahip olan kişi onu en iyi şekilde kullanır, o halde zenginliği en iyi kullanacak kişi mal konusunda erdeme sahip olandır. İşte cömert kişi böyledir.

Erdemin özelliği iyilik görmekten çok, iyilik yapmak ve çirkin şeyler yapmamaktan çok güzel şeyler yapmaktır. Vermeyi iyilik yapmanın, güzel şeyler yapmanın izlediği; almanın ise iyilik görmeyi ya da kötü davranmamayı izlediğini görmek zor değildir.

Erdemlerinden dolayı en çok sevilenler galiba cömert kişilerdir. Çünkü yararlıdırlar, yararlı olan da vermedir.

Cömertlik servete göre söz konusu olur. Nitekim cömert olma verilen şeylerin çokluğunda değil, verenin huyundadır. Burada servete göre bir kıyaslama yapmak gerekir. Daha az verenin daha cömert olmasını engelleyen bir şey yok, eğer olanakları daha az ise.

Cömert kişi aynı zamanda mal konularında kolay yaklaşılabilir bir insandır, haksızlığa da uğrayabilir; çünkü mala değer vermez. Gereken bir şeyde harcama yapmamış olması, gerekmeyen bir şeyde harcama yapmış olmaktan duyduğu üzüntüden daha ağır gelir.

Muhteşem insan cömerttir fakat cömert mutlaka muhteşem değildir.

Onurlu ve onursuz kişiliklerin ortasında yüce gönüllü insan vardır. Bu insan iyilik yapmaya alışkındır, iyilik görünce de utanır. 

Öfke konusunda orta olma sakinliktir. Sakin kişi dingin olmak, duygulanımlar tarafından sürüklenmemek, aklın gösterdiği şeyleri ve aklın gösterdiği süre için öfkelenmek ister. Nitekim öfkelenmediği ve kendini savunamadığı için duygusuz olduğu ve acı da duymadığı sanılıyor. Küçük düşürülmeye katlanmak ve yakınları küçük düşürülünce bunu görmezlikten gelmek köleye özgü bir şey diye düşünülüyor.

Adalette bütün erdemler bir arada bulunur.

Erdemler içerisinde yalnızca adaletin başkalarının iyiliği için olduğu düşünülür.

Nomisma, yani paraya ismini veren kelime uzlaşı ile ilgilidir.

Arzu etmeden ya da pek az arzu ettiği için çirkin bir şey yapan kişi, çok arzu ettiğinden ötürü bunu yapan kişiden; öfkelenmeden başkasına vuran da öfkelendiği için vurandan daha kötüdür.

Her kendine egemen olamayan kişi pişmanlık duyar.

Kendisine egemen olamayan kişiler adaletsiz değil ama adaletsizlik yapıyorlar. 

Acının aşırılığından kaçılmaz, acıdan hepten kaçınılır. 

Bir yarar nedeniyle bir başkasını sevenler, kendilerine bir iyilik geldiği için bunu yaparlar. Haz nedeniyle sevenler de kendilerine bir hoşluk geldiği için bunu yaparlar. Böyle dostluklar çabuk bozulur. İnsanlar hep yararlı veya haz verici olmazlar. İyi kişilerin ve erdemli olanların dostluğu ise mükemmeldir. Bunlar iyi oldukları için karşılıklı olarak birbirleri için iyi şeyler isterler. 

En çok karşıt kişiler arasında yarara dayalı dostluk olur. Örneğin zengin ile yoksul, bilgili kişiyle cahil gibi.