19 Ocak 2025 Pazar

Summary of AI Superpowers: China, Silicon Valley, and the New World Order

Artificial Intelligence (AI) is transforming global economies and societies, positioning itself as the defining technology of the 21st century. In AI Superpowers: China, Silicon Valley, and the New World Order, Kai-Fu Lee examines the escalating competition between the United States and China to dominate AI innovation and explores its broader implications for humanity. The book combines Lee’s expertise in AI with his unique perspective as someone who has lived and worked extensively in both nations. His insights highlight the technological advances, cultural nuances, and policy strategies shaping the global AI landscape.


China vs. Silicon Valley: A Shifting Paradigm


Kai-Fu Lee makes the case that while Silicon Valley led the early stages of AI, China has emerged as a formidable competitor, owing to its unique strengths in data, innovation, and government policies. Unlike the West’s methodical approach focused on foundational research, China thrives on a fast-iteration, “copy to innovate” model, which accelerates the development and commercialization of AI technologies. Today AI needs three things: big data, computation power and AI engineers. Therefore, one brilliant scientist may be equal to hundreds of the others. PWC estimates AI deployment will contribute the world economy 15 trillion Dolars. Silicon Valley might be the leader for software but Shenzhen is the leader for hardware.


After cashless transactions increase the robberies fell significantly. 


Lee identifies five critical findings that underscore this transformation:


1. The Four Waves of AI Revolution


Lee categorizes the AI revolution into four progressive waves, each advancing different aspects of human activity and economic productivity:


Internet AI: Enhancing personalized recommendations on platforms like Google, Facebook, and Tencent.


Business AI: Transforming industries through data-driven optimization in tasks like fraud detection and inventory management.


Perception AI: Bridging the gap between the physical and digital worlds via technologies like facial recognition and IoT devices.


Autonomous AI: Integrating all previous waves into complex systems, such as autonomous vehicles and robots. O2O (Online to offline) transactions will soar in the future with the implemenation of AI tech.


China, with its vast population and pervasive internet adoption, excels in the Internet AI wave, where massive amounts of user data fuel innovation.


2. Data as the New Oil


Lee identifies data as the single most critical resource for AI development. China’s massive population and data-rich ecosystem provide it with a clear advantage. Chinese consumers generate unparalleled amounts of data through mobile apps and social platforms like WeChat, enabling rapid AI training and deployment. Compared to Silicon Valley’s relatively cautious approach to privacy and data use, Chinese companies operate in a regulatory environment that prioritizes AI progress over personal privacy concerns.


3. The Role of Government and Culture


The Chinese government’s proactive AI policies, including subsidies, strategic investments, and favorable regulations, have fast-tracked the country’s advancements. Lee contrasts this with Silicon Valley’s market-driven, decentralized approach.


Additionally, Chinese culture, with its emphasis on entrepreneurship and tolerance for failure, fosters intense competition and innovation. Startups operate with a “move fast and break things” mindset, where survival often depends on quick iteration and aggressive scaling.


4. AI’s Ethical and Economic Implications


The book delves into the disruptive effects of AI on employment and society. Lee warns that automation will eliminate many jobs across industries, exacerbating wealth inequality. For instance, both routine manual and white-collar jobs, such as manufacturing and data processing, are at risk of being displaced. According to McKinsey, 30% of the jobs will be automated but only 14% of the workers will need to change their job. In the past century, blue collar was affected from the automation but now it is the turn of white-collar people. Previously, a new general technology such as printing did not have widespread effect. However, now it is not true due to the speed of the wave of the technology. AI having and not having companies and countries will differ significantly in the future.


Moreover, Lee underscores the ethical challenges posed by AI, including surveillance, privacy invasion, and potential misuse in disinformation campaigns. These issues are particularly acute in China, where AI is often deployed for state-led surveillance initiatives.


5. Balancing Competition with Collaboration


Despite the fierce rivalry between China and the United States, Lee advocates for international collaboration to address global challenges posed by AI. He emphasizes the need for human-centered AI, which values empathy, creativity, and human welfare over efficiency and profits.


Lee proposes that governments, corporations, and innovators should prioritize creating solutions that mitigate the adverse effects of AI, such as unemployment and inequality. A balance between competitive innovation and global cooperation is essential to ensure AI’s benefits are shared equitably.


Conclusion


AI Superpowers offers a nuanced analysis of the AI arms race between China and Silicon Valley while addressing broader societal implications. Lee’s central thesis is clear: while technology will continue to reshape the world, the moral and ethical responsibility lies with humanity to guide AI toward inclusive progress. The book not only highlights the competitive strategies of two global powerhouses but also challenges readers to consider AI’s role in creating a just and sustainable future.


By outlining China’s meteoric rise in AI, Lee illustrates how data, speed, and scale can often outperform deep technical breakthroughs in a technology-driven economy. Ultimately, the book serves as both a warning about unchecked technological disruption and a visionary blueprint for leveraging AI to uplift humanity.

13 Ocak 2025 Pazartesi

"Yaklaşan Dalga" Adlı Kitaptan Notlar

Mustafa Süleyman ve Michael Bhaskar’ın birlikte kaleme aldığı “Yaklaşan Dalga” adlı eser, yapay zekâ ve biyoteknolojinin hızla gelişen dünyasında insanlığın karşılaştığı fırsatları ve tehditleri derinlemesine inceliyor. Kitap, teknolojinin evrimsel seyrini ve bu süreçte ortaya çıkan kontrol problemlerini ele alarak, geleceğe dair öngörüler ve çözüm önerileri sunuyor.

İnsanlık tarihindeki teknolojik gelişmeler üç ana aşamada inceleniyor:

Fiziksel Manipülasyon: İlk dönemde insanlar, teknolojiyi fiziksel dünyayı şekillendirmek için kullandılar.

Bilgi İşleme: Daha sonra odak, bilgiyi işleme ve depolamaya kaydı.

Yeni Yaşam Formları Yaratma: Günümüzde ise yapay zekâ ve biyoteknoloji sayesinde yeni biyolojik yaşam formları oluşturma çabası içerisindeyiz.

Carl Benz dört zamanlı işten yanmalı motoru tasarladı ve bunun patentini aldı. Fakat bu konuda dönüm noktası Henry Ford‘un 1908 yılındaki T modeli oldu. O zamanlar arabaların çoğu yaklaşık 2000 dolara satılırken Ford’un T modeli 850 dolardı. Ford şöyle diyordu, “Arabamızın fiyatını her bir dolar düşürdüğümüzde 1.000 yeni alıcı kazanıyorum.” 1915’te Amerikalıların sadece %10’unun arabası varken 1930’da bu oran %59’a ulaşmıştı.

Teknolojiler dalgalar halinde ilerlerler. Her bir dalga bir sonraki dalgayı destekler. Mesela içten yanmalı motor yaygınlaşır ve etrafındaki her şeyi dönüştürür. Tarihte yaşanan gelişmeler de dalgaları körükleyebilir. Örneğin Çinlilerin Sputnik anı Alfago‘dur. Bilindiği gibi Amerika Birleşik Devletleri Rus uydusu Sputnik‘in uzaya çıkmasından sonra uzay araştırmalarının büyük yatırımlar yapmış ve aya ilk defa insan ayağını ABD bastırmıştır. Buna da ABD’nin Sputnik anı denmiştir.

Tarih boyunca nüfus büyüklüğü ile inovasyon arasında bir bağ olagelmiştir. Yeni aletler ve teknikler daha büyük nüfusları yol açar. Daha büyük ve daha bağlantılı nüfuslar ise bir şeyleri kurcalamak ve keşfetmek için kolektif beyin oluştururlar. Nüfus çoğalınca uzmanlaşma artar ve sadece geçimleri toprağa bağlı olmayan yeni insan sınıfları ortaya çıkar. Bilinen ilk yazı sistemi olan çivi yazısı icat edildiği Uruk şehri gibi eski medeniyetlerden günümüzün mega kentlerine kadar şehirler teknolojik gelişimi merkezi olmuşlardır.

İnsanlık tarihi boyunca 24 tane genel amaçlı teknoloji keşfedilmiştir. Bunlardan yedi tanesi MÖ 1.000 yılına kadar geliştirilmişken dört tanesi sadece son 25 yılda gerçekleşmiştir. Bir teknoloji geliştirildi ve buna olan talep arttıkça maliyetler de düşer. Matbaanın 15. yüzyıldaki icadından sonra kitapların fiyatı 340 kat azalmıştır. 18. yüzyılda 54 dakika kaliteli ışık üretebilmek için harcanan emek ile günümüzde 50 yıldan fazla ışık üretilebilmektedir.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte bundan 200 yıl önce hektar başına yarım ton ürün alınabilirken bugün bu rakam sekiz tona gelmiştir. Bu anlamda medeniyet verimlilik üzerine kurulmaktadır. Bir düşünür medeniyetin dört direği olarak amonyak çimento plastik ve çeliği göstermektedir.

Teknolojinin yaygınlaşması ile ilgili birçok büyük yanlış da yapılmıştır. Örneğin IBM başkanı Watson’ın yaklaşık “Beş bilgisayarlık bir dünya pazarı olduğunu görüyorum” şeklindeki açıklaması bilindik hatalardan bir tanesidir. Teknolojiler aslında tam amaçlandığı gibi de ortaya çıkmamışlardır. Örneğin Nobel patlayıcıların yalnızca madencilikte ve demir yolu inşaatlarında kullanılmasını amaçlıyordu. Gutenberg sadece İncil basarak para kazanmak istemişti.

Bu evrimsel süreç, insanlığa büyük fırsatlar sunarken, beraberinde kontrol edilmesi gereken ciddi riskler de getiriyor. Yazarlar, güçlü teknolojilerin yararlarının yanı sıra, bu teknolojilerin kontrol edilmesinin zorluklarına dikkat çekiyorlar. “Kontrol problemi” olarak adlandırılan bu mesele, çağımızın en büyük zorluklarından biri olarak tanımlanıyor. Teknolojinin hızla ilerlemesi, toplumları ve hükümetleri sınırlama eğilimine itiyor; ancak bu sınırlamalar hem zor hem de tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bugün muhtemelen tek bir insanın bile 1 milyar insanı öldürme kapasitesi bulunuyor. Yeter ki motivasyonu olsun.

Yapay zekâ, hastalıkların teşhis ve tedavisinde hızlı ve doğru sonuçlar elde etme potansiyeline sahip. Sentetik biyoloji ise organ nakli ihtiyacını azaltabilecek yenilikler sunuyor. Bu teknolojiler, insanlığa eşi benzeri görülmemiş bir yaratma gücü, zenginlik ve bolluk vadediyor.

Kötü niyetli kişilerin bu teknolojileri kullanarak istikrarsızlık, kaos ve potansiyel felaketlere neden olabileceği üzerinde duruluyor. Aşırı güçlü devletlerin yarattığı varoluşsal riskler ve toplum içindeki kötü unsurların kaosa neden olabileceği tehlikeler inceleniyor.

Teknolojinin olumsuz etkilerine karşı insanlığın yapması gereken şey onu dizginlemektir. Bu daha önce birçok kez insanlık tarihinde yaşanmıştır. Örneğin 18. yüzyılda kadar Osmanlı’ya matbaanın gelmemesi, İngiltere’de Kraliçe Elizabeth’in örgü makinalarını yasaklaması, Japonya’da yeni nesil silahlara karşı yapılmış olan yasaklamalar bunlara birer örnektir.

Yaklaşık 100 yıllık bir süre zarfında birbiri artınca gelen dalgalar insanlığı mumlar ve at arabaları devrinden alıp elektrik santralleri ve uzay istasyonları çağına taşımıştır. CRISPR Teknolojisi genetiğe nasıl doğrudan müdahale edebildiğimizin en bilinen örneğidir. Bu yumurta ve spermi oluşturan gen hattı hücrelerinin düzenlenmesi değişikliklerin nesiller boyunca yankılanarak süreceği anlamına gelir. 2019’da Zürih’te bir ekip tamamen bilgisayarda üretilen ilk bakteri genomunu oluşturmuştur. Bu da insanların kendi üstlerinde ciddi fiziksel modifikasyonlar yapacağı anlamına geliyor olabilir. Böylece hafıza geliştirilebilir, kas gücü artırılabilir. Hatta bunu etik dışı şekilde kullanan bir Çinli profesör genç çiftlerde giriştiği bir dizi canlı deneyle düzenlenmiş genoma sahip ikizlerin doğumunu başarmıştır. Biyoteknoloji bunların ötesinde bize muazzam bir veri depolama kabiliyeti de sunabilir. Teorik olarak dünyadaki verilerin tamamı yalnızca 1 kg DNA’da depolanabilir.

Teknoloji geliştikçe güvenlik önlemleri de geri kalmaktadır. Örneğin kriptografi ile yüksek güvenirlikli bir şifre belirlediğimizde bunun kırılması bugünkü teknoloji ile yıllar alırken kuantum bilgisayarları ile bu saniyeler içinde çözülebilir.

Kitapta Daron Acemoğlu ve James Robinson’ın “Dar Koridor” kavramına değinilerek, zayıf devletler ile sınırsız güce sahip devletler arasındaki denge tartışılıyor. Aşırı güçlü bir devletin yarattığı risklerin, bilgili ve yetkili bir toplumun dağıtılmış yetenekleriyle dengelenmesi gerektiği savunuluyor. Diğer taraftan 2022 yılında Ukrayna’ya Rus işgali başladığında tüm çevreler Ukrayna’nın yakın bir zamanda düşeceğini düşünüyorlardı. Fakat ufak bir Ukrayna ekibi elindeki dronelar aracılığı ile Rus kamyonlarını patlattığında işlerin o kadar da kolay olmayacağı ortaya çıkmıştı. Bu da bize gösteriyor ki artık bu teknolojilere sahip olan her türlü güç, devletlerle başa çıkabilir durumda olabilir. Hatta bir düşünürün ifadesiyle ölüm ve kargaşa yaratabilecek bu kadar ileri teknoloji daha önce hiç bu kadar çok kişi için erişilebilir olmamıştı. Amerikalılar ve İsrailler birkaç 100 dolar değerindeki droneları düşürmek için 3 milyon dolarlık Patriot füzeleri kullanıyorlar. Teknoloji herkesin ulaşabileceği kadar düşük maliyetlere doğru ilerliyor. Bu anlamda teknolojiler çift kullanımlıdır diyebiliriz. İyi yönlü ve kötü yönlü.

NHS 2017 yılında bir fidye yazılımı saldırısına uğramıştı. Böylece tüm sağlık sistemi İngiltere’de bir süreliğine çökmüştü. Bunun yanında ABD Ordusu’ndan sızdırılan bazı bilgiler kötü niyetli insanların eline geçmiş ve az kalsın dünya çapında bir soruna neden oluyordu. Bu anlamda bugün ne kadar zengin olursanız olun milyarlarca insanın kullandığı bir akıllı telefondan daha fazlasını kullanamıyorsunuz. Yakında o aynı milyarlarca kişi en iyi avukata, doktora, müzakereciye veya bunun gibi her şeye eşit şartlarda erişebilecek. Bu da devletler üzerinde büyük bir risk teşkil ediyor.

Deep Fake arttıkça insanların bilgiye olan güveni azalacak ve artık Infocalypse denilen toplumun artık bilgiye ve güvene itimat etmediği bir noktaya doğru gelinebilir.

Çalışanların emekleri oranı değiştikçe ve iş gücü azaldıkça yeni teknolojiler olmadan yaşam standartlarını korumak mümkün olmayacak. Özellikle doğurganlığın azalmasından sonra yeni iş gücü bulmak oldukça zorlaşacak ve robotlara bağımlı bir hale geleceğiz.

Teknolojide goril problemi denilen bir konu vardır. Buna göre Goriller fiziksel olarak herhangi bir insandan daha güçlü olmasına rağmen yine de tehdit altında olan onlardır. Bu anlamda insanlar bugün bilgisayarlardan daha güçlü olmalarına rağmen ileride bilgisayarlar zekâ patlaması denen bir şeyi gerçekleştirirlerse kendilerini çok daha iyi bir noktaya getirme noktasında Sınırsız davranabilirler.

Yazarlar, basit çözüm önerileri yerine, hayatın ve toplumun birçok farklı yönünü ele alan on maddelik bir çözüm önerisi sunuyorlar. Bu öneriler, sorunların üzerine nasıl eğilebileceğimizi gösteren bir başlangıç noktası oluşturuyor.

Yazarların Önerileri:

Küresel İş Birliği: Teknolojik gelişmelerin kontrolü için uluslararası iş birliği ve düzenlemeler şarttır.

Eğitim ve Farkındalık: Toplumun tüm kesimlerinin teknolojik okuryazarlığı artırılmalı ve farkındalık oluşturulmalıdır.

Etik Standartlar: Teknoloji geliştirme süreçlerinde etik değerler ön planda tutulmalıdır.

Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik: Teknoloji şirketleri ve devletler, şeffaflık ilkesine bağlı kalarak hesap verebilir olmalıdır.

Düzenleyici Mekanizmalar: Güçlü teknolojilerin kötüye kullanımını engelleyecek düzenleyici mekanizmalar oluşturulmalıdır.

Toplumsal Katılım: Teknolojik gelişmelerin yönlendirilmesinde toplumun aktif katılımı sağlanmalıdır.

Sürdürülebilirlik: Teknolojik ilerlemeler, çevresel sürdürülebilirlik göz önünde bulundurularak gerçekleştirilmelidir.

İnsan Merkezli Yaklaşım: Teknolojinin insan refahını artıracak şekilde geliştirilmesi hedeflenmelidir.

Kriz Yönetimi Planları: Teknolojik risklere karşı proaktif kriz yönetimi planları hazırlanmalıdır.

Sürekli İzleme ve Değerlendirme: Teknolojik gelişmelerin etkileri sürekli izlenmeli ve gerektiğinde stratejiler revize edilmelidir.

“Yaklaşan Dalga”, teknolojinin getirdiği fırsatlar ve tehditler karşısında insanlığın nasıl bir yol izlemesi gerektiğine dair derinlemesine bir analiz sunuyor. Yazarların önerileri, bu zorlu süreçte rehberlik edebilecek nitelikte.