30 Temmuz 2012 Pazartesi

Ekonominin Astsubayı Kobilerin Durumu

Kobilerin ülkemizde ve dünyada ekonominin can damarı olduğu, bir orduda astsubayların ordu içinde ne kadar önemi varsa kobilerin de bir ülke içinde o kadar önemi olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Nasıl bir orduda astsubaylar görevlerini icra edemez veya etmezler ise subaylar ile erler arasındaki koordinasyonu sağlamak ve tüm operasyonel faaliyetleri koordine etme işi sekteye uğrarsa, bir ekonomide de kobiler faaliyetlerine devam edemezler ise ülke ekonomisinde tüketiciler ile üreticiler arasında önemli köprüler ortadan kalmış olur. Bu da en temelde tüm toplumu derinden etkiler.

Kobilerin önemi özellikle krizler ortaya çıktığında daha fazla anlaşılmaktadır. Önemli olan bu krizler çıkmadan söz konusu işletmelere gereken önemin verilebilmesi ve desteğin sağlanabilmesidir. Birçok ekonomide işletmelerin %97’sinden fazlasının kobi olduğu ve istihdama katkılarının da ortalama %70’li seviyelerde bulunduğu düşünüldüğünde bu işletmelerin devamlılığının istihdama da ne kadar fayda sağladığını görmemek mümkün değildir.

Kobilerin gerek ülkemizde gerekse de dünyadaki önemi gittikçe artmakta olmasına rağmen bu işletmelerin finansmana ulaşabilmeleri özellikle likidite sıkıntısının yaşandığı veya talebin düştüğü ortamlarda sınırlı kalabilmektedir. Özellikle son dönemde Doğu Avrupa ülkelerinin çekmesini beklediğimiz kaynağın ne kadarının (IIF -Uluslararası Finans Enstitüsü-’ne göre içinde Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya, Rusya, Ukrayna ve ülkemizin olduğu Gelişmekte olan Avrupa -Emerging Europe- ülkelerine 2012 yılında girmesi beklenen sermaye toplam 291 milyar dolarda kalacak ve 2011’in ortasından itibaren artmaya başlasa da halen 2008’deki seviyesine erişemeyecektir) ülkemiz tarafından elde edileceği bir soru işareti oluştururken bunun istenildiği miktarda çekilememesi ve akabinde 70 milyar doların hemen altında oluşması beklenen 2012 yıllık cari açığının finansmanında zorluk yaşanması ile değerlenmesi beklenecek döviz kurunun da özellikle ithalata bağımlı şekilde üretim yapan tüm kobilerde yansımaları hep olumsuz olacaktır. Elbette FED’in uzun zamandır beklenen parasal genişlemeyi (QE3) yapıp tüm dünyada dolar likiditesini arttırması hem risk iştahını arttıracak hem de ülkemizin çekeceği sermaye miktarını yukarı çekebilecektir. Bu durumda döviz kuru TL karşısında değer kaybedip ülkemiz girdi maliyetlerinin azalmasını (fakat orta vadede ihracatın negatif etkilenmesini) sağlayabilecektir. Tabii bu senaryolardan hangisinin yaşanacağını ileride göreceğiz.

Konuya bir de iş hacmi olarak baktığımızda komşu ülkelerimizde yaşanan sıkıntılar ve Avrupa’nın içinde bulunduğu mevcut ekonomik durum da ihracat pazarlarımızın farklılaşmasına ve mevcut pazarların daralmasına sebep olmaktadır. Bu da kobilerimiz için yeni yatırımlar, yeni anlaşmalar ve yeni süreçler demektir. Elbette kısa zamanda olamayacak bu geçiş birçok işletmemizin faaliyetlerinden zarar ilan etmesine sebep olabilecektir.

Yukarıda açıklanan ekonomik ortama; 2012 yılının başından beri bankacılık sektöründe artmaya başlayan gecikme oranları, karşılıksız çeklerin artması, bankaların kobi kredileri portföyünün büyümemesi gibi birçok değişken eklendiğinde kobilerin finansmana ulaşmakta gittikçe daha fazla zorlandığı anlaşılmaktadır. Kobilerin büyük firmaları finanse etmeleri durumu ise azami ödeme vadelerinin belirlendiği yeni TTK’nın 1530. Maddesinde kobiler lehine çözülmeye çalışılmıştır. Böylece büyük işletmelerin kobiler ile yapmış oldukları ticarette istedikleri şekilde vade belirlemelerinin önüne geçilmesi planlanmaktadır.

Sonuç olarak astsubaylar nasıl bir ordunun direği ise kobiler de bir ekonominin temel taşlarıdır. Onların sorunlarının devam ettiği hatta kötüleştiği bir ekonomi ciddi makroekonomik problemler doğurmaya adaydır. Söz konusu verilerde bir iyileşme görülemezse bu kısa ve orta vadede istihdam rakamlarına ve banka karlılıklarına olumsuz şekilde yansıyacaktır.

27 Temmuz 2012 Cuma

Tasarruf Kavramı

Ülkemizde tasarruf bilinci her zaman ciddi şekilde tartışılan konulardan biri olarak süregelmiştir. Bu konu hakkında her hükümet çalışma yapmaya gayret etmiş ve çeşitli yöntemler ile ülkemizde tasarruf alışkanlığının oluşturulması ve böylece ülke içinde sermaye oluşumunun sağlanmasına özen gösterilmiştir. Fakat tüm bu çalışmalara rağmen ülkemizde tasarruf alışkanlıklarının yeterince geliştiğinin söylenmesi zordur. Ülkemiz halen tasarruf açığı veren ve bunun sonucunda cari açık problemi devam eden bir ülke olarak görülmekte ve uluslararası ekonomik çevreler tarafından eleştirilmektedir.

Türk Dil Kurumu’na göre tasarruf “Bir şeyi istediği gibi kullanma yetkisi, kullanım” anlamına gelse de ekonomik anlamda “tutum, para biriktirme ve artırım”[i] anlamlarında kullanılmaktadır. Görüldüğü gibi halk dilinde tasarruf ile ekonomik anlamda tasarrufun anlamı birbirlerinden farklı olabilmektedir. Halk dilinde bireylerin belli bir varlığı istedikleri gibi kullanma yetkisi tasarruf diye algılanırken; ekonomik anlamda tasarruf, harcanabilecek gelir üzerinden harcama yapmayıp ilerleyen dönemlerde gerek yatırım gerekse de tüketim amaçlı kullanmak üzere biriktirme anlamına gelmektedir. Buradan elde ettiğimiz bilgi ile ilk düşüncemiz Türk insanının tasarruf kavramına bakış açısı maalesef ilk tanımda belirtildiği gibi serbestçe harcama üzerine dayandığıdır.

Tasarruf kavramını biraz daha açığımızda temelde iki tür tasarruf olduğunu görmekteyiz:[ii]
1-      Zorunlu tasarruflar
2-      İsteğe bağlı tasarruflar

Zorunlu tasarruflar, gerçek veya tüzel kişilerin yasalar zoru ile yaptıkları tasarruflardır. Bunlara maaşlardan her ay kesilen ve emeklilik zamanı değerlenmiş şekilde geri alınan tasarruf teşvik fonlarını örnek olarak verebiliriz. İsteğe bağlı tasarruflar ise, tamamıyla gerçek veya tüzel kişilerin kendi iradeleri doğrultusunda yarın endişesi veya gelecek gelirlerini arttırmak amacıyla yaptıkları birikimlerdir. Özellikle sosyal güvenlik sistemleri yeterince etkin çalışmayan ülkelerde isteğe bağlı tasarrufların toplam gelirler içinde önemli miktarlara ulaştığı görülebilmektedir.


[i] TDK, “Tasarruf”, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.4fe45044df6005.77457127
[ii] Sadi Uzunoğlu ve diğerleri, Temel Ekonomi, İstanbul, Literatür, 2006, s.112.

25 Temmuz 2012 Çarşamba

What is risk? What are the types of risk?

Risk can be defined in several ways. However just to summarize it we can use two definitions for this term: The first one is “The possibility of something bad happening”: This is the wide used definition of risk. If we want to give an example from insurance sector; as we have already known, the insurance companies are making life insurance policies which cover death, redundancy and/or disability. If a healthy person, with good intention wants to have life insurance coverage and the insurance company issues a policy against the concerned bad happenings, when this person passes away the insurance company has to pay whole amount on which the insurance policy has been issued. This payment to the relatives or beneficiaries of the insured person is a risk for the insurance company. The second definition is “To do something although there is a chance of a bad result”. This is the verb version of the word “risk”. It means that, if a bank lends a credit facility to a customer, in case of no repayment, this bank is risking the amount lent. The bank is monitoring the customer payment behaviors and until the payment comes, this amount is seen as the risk of the bank. [1]

We understand that risk is built on mainly two issues; uncertainty and exposure. When we think about a bank lending USD 1,000 to an individual under a 6 month repayment tenor, USD 1,000 is the exposure and the payments that are supposed to be done in 6 months show the uncertainty.

After defining risk we need to clarify the the types of risks which are listed below:
·         Systematic Risk: This is the uncontrollable risk which is originated from the market conditions. This risk can be named as market risk and it has an effect on all investments in that market.
·         Unsystematic Risk: The risk of the investment itself is defined as the unsystematic risk.
The total risk incurred by the organizations is equal to the sum of systematic and unsystematic risks. Under systematic risk the following risks are found:
·        Interest rate risk: This is the risk which arises from holding an interest bearing position. For a bank, the interest rate risk is taken if it finances a facility with fixed interest rate for a long tenor. If the borrowing cost for the banks increases the profit margin gets smaller.
·       Market risk: Market Risk is “the risk of losses in on and off-balance sheet positions arising from movements in market prices”. Another detailed definition is given by Basel Committee as “encompassing price risk, foreign exchange risk (including gold), equity risk, commodity risk and the risk of options”.
·       Political Risk: This is the risk of loss when investing in a given country caused by changes in a country's political structure or policies, such as tax laws, tariffs, etc. It can be also defined as the restrictions applied to foreign investments in the home country.
·       FX risk: It is the risk of having a short or long position for a FX currency. If the bank has more FX based assets than its liabilities, the bank will gain if FX goes up or bank will lose if FX drops.
·       Reinvestment Risk: This risk is associated with the impact of the change on the interest rates which may not give the same earning for the cash flows received from an earlier investment.
·      Equity risk: This risk arises for the holder of an equity position. An example of this risk is a bank that has purchased shares/equities in a company. A loss arises when the share/equity is fixed at a lower market value.
·      Commodity value risk: This risk that arises for the holder of a commodity position. An example of commodity risk is a bank that has purchased gold. A loss for the bank arises when the price of gold is fixed at a lower level in the commodities markets.
·       Settlement and counterparty risk: It is the risk that arises on transactions in interest rates, currency, equities or commodities that have not yet been settled.
·       Purchase power risk: This risk is related to the inflation in a country.
·       The other important risk type is credit risk. Credit risk is the probability that a borrower fails to meet its obligations according to the pre agreed conditions
·       Liquidity risk: This is the current and prospective risk to earnings or capital arising from a bank’s inability to meet its obligations when they come due without incurring unacceptable losses.
--------------------------------------- 
 [1] Cambridge Dictionary

22 Temmuz 2012 Pazar

Katılım Bankacılığı Nasıl Doğmuştur?



Ülkemizde genel müdürlüğü bulunan yerel ve yabancı bankalar ile yabancı bankaların ülkemizdeki şubeleri bu bankacılık kanununa tabidir. Tüm bankaların olduğu gibi Katılım Bankalarının da bankacılık faaliyetleri söz konusu kanun ile açıklığa kavuşturulmuştur. Katılım Bankaları, kanunun 11. maddesinde geçen “Mevduat toplama yetkisi bulunmayan ancak, özel cari hesaplar ve kar ve zarara katılma hakkı veren hesaplar yoluyla fon toplayan, ekonomik faaliyetleri ekipman veya emtia temini veya kiralanması veya ortak yatırımlar yoluyla finanse eden özel finans kurumları bu Kanunun 10 uncu maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları, 12 nci maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14 üncü maddesinin (5), (6) ve (7) numaralı fıkraları, 15 (2/c, d ve e bentleri hariç), 16, 17 ve 19 uncu maddeleri ile 20 nci maddesinin (2) numaralı fıkrası hükümleri dışındaki diğer maddelerine tabidirler. ……. Özel finans kurumları açısından emtia veya gayrimenkullerin finansal kiralanması yada kar ve zarara katılma ve benzeri yöntemlerle yapılan her türlü finansman faaliyetleri de bu Kanuna göre kredi olarak addolunur… ” [1] hükmü ile bankacılık faaliyetlerine başlamışlardır.

Daha sonra 5411 sayılı bankalar kanununda geçen “....Katılım Bankaları, özel cari ve katılma hesapları yoluyla fon toplamak ve kredi kullandırmak esas olmak üzere faaliyet gösteren kuruluşlar ile yurt dışında kurulu bu nitelikteki kuruluşların Türkiye'deki şubelerini......ifade eder[2] hükmü ile birlikte “Halen faaliyette bulunan özel finans kurumları, bir yıl içerisinde ticaret unvanlarını katılım bankası ibaresini de kapsayacak şekilde değiştirmek ve mevcut durumlarını Kanunun finansal raporlamayla ilgili hükümlerine intibak ettirmek zorundadır. Özel Finans Kurumları Birliği Türkiye Katılım Bankaları Birliği olarak addolunur ve bu Kanunun hükümlerine tabi olup, üç ay içinde durumunu bu Kanun hükümlerine uygun hale getirir.”[3] metni ile de bu sektördeki faaliyetler bankacılık kanunu çerçevesine oturtulmuştur.

1. 4491 sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, m.11.
<http://www.bddk.org.tr/turkce/mevzuat/bankalarkanunu/k4491.htm >
2. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu, Geçici Madde 3.
< http://www.bddk.org.tr/turkce/mevzuat/bankalarkanunu/bankacilik_kanunu.htm>
3. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu, Geçici Madde 3.
< http://www.bddk.org.tr/turkce/mevzuat/bankalarkanunu/bankacilik_kanunu.htm>

20 Temmuz 2012 Cuma

CAPM nasıl doğmuştur, hangi aşamalardan geçmiştir?

Modern yatırım teorisinin başlangıcı Harry Markowitz’in 1952 yılında yayınlanan "Portfolio Selection” başlıklı çalışmasına dayandırılmaktadır.  Sözkonusu çalışmada, veri risk düzeyinde olası en büyük getiri sağlayan yatırım portföyünün sınırı belirlenmekteydi.  Bu yaklaşım, hesaplama tekniği açısından karmaşık olduğu gibi zaman sorununu da ortaya koymaktaydı.  Daha sonra Markowitz’in öğrencisi olan William Sharpe (1964), söz konusu tekniği basitleştirerek "tek-endeks modeli” olarak bilinen yeni bir yorum getirdi. Basitleştirilmiş bu yorum, çok sayıda menkul kıymetten oluşan bir portföyün yönetimine uygulanabilmekteydi.

1970'lerde özellikle bilgisayar alanındaki donanım ve yazılım gelişmeleri Batı ülkelerinde pay senedi yatırımlarında geniş bir uygulama olanağı sağlamıştır.  Oysa Markowitz’in başlangıçta geliştirdiği teori daha genel olup, eldeki fonların pay senedi, tahvil, risk sermayesi (venture capital) ve gayri menkuller arasında dağıtılmasına yönelikti.  Öte yandan, portföy teorisinin gerçek hayata uygulamasının yaygınlaştırılması amacıyla birbirinden bağımsız iki önemli çalışma yürütülüyordu.  Sharpe (1964) ve Lintner (1965) çalışmalarının hareket noktasını, “Herkesin portföy teorisi ışığında yatırım yapması menkul kıymetlerin fiyatlandırılmasını nasıl etkileyeceği konusu oluşturuyordu. Bu çalışmaların sonucu olarak CAPM geliştirildi. Görüldüğü gibi CAPM böyle doğmuştur. CAPM'in formülü de aşağıdaki gibi oluşturulmuştur.
         Ri  = Rf + βim  (Rm - Rf)

Robert C.Merton ise 1973 yılında tek zamanlı CAPM’e eleştirilen yaklaşımı ile ortaya çıkmış ve Intertemporal CAPM’i ortaya koymuştur. 1976 yılında Arbitraj Fiyatlama Modeli CAPM’e alternatif olarak ortaya konulmuştur.Adı geçen çalışmaların dışında literatürde birçok yaklaşım geliştirilmiş ve farklı sonuçlar elde edilmiştir. Bu çalışmalar; Fama ve French (1992), Chan ve Lakonishok (1993), Black (1993) tarafından yapılan çalışmalardır. Söz konusu çalışmaların ortak yönü finansal varlık fiyatlama modelini test etmektir.

CAPM Nedir?

CAPM (Capital Asset Pricing Model), giriş kısmında da belirtildiği gibi Riskli Varlıkları Fiyatlama Modeli (Finansal Varlıkları Fiyatlama Modeli olarak da kullanılmaktadır) olarak Türkçemize girmiş olan bir kavramdır. CAPM’i tanımlamak gerekirse, “riskli varlıklar için beklenen veya ihtiyaç duyulan getirinin hesaplanmasını sağlayan bir finansal modeldir”[1] denilebilir. Eğer CAPM’in daha profesyonel bir tanımını vermek istersek de aşağıdaki tanım uygun olacaktır:

“Yatırımcıların portföy teorisinde belirtilen şekilde davrandıkları varsayımı ile beklenen getiri teorisine göre riskli varlıklar için piyasa ilişkisinin hesaplanması”[2]

denilebilir.

Her modelde karşımıza çıktığı gibi CAPM’de de bulunan varsayımlar aşağıdaki gibidir:[3]
  • Yatırımcılar, bir dönem için portföylerinin beklenen getirileri ve satndart sapmalarını dikkate alarak değerlendirirler.
  • Yatırımcıların hepsi rasyonel davranırlar ve riskten kaçarlar
  • Yatırımcılar servetlerinin etkisi olmaksızın yatırımlarında istedikleri pozisyonları alabilirler ve Markowitz’in geliştirdiği etkin çeşitlendirmeyi sağlamaya çalışırlar.
  • Tüm yatırımcılar aynı yatırım dönemine sahiptirler.
  • Yatırımcılar homojen beklentilere sahiptir. Yatırımcılar, beklenen getiriler, standart sapmalar ve finansal varlıkların kovaryansları ile ilgili aynı anlayışa sahiptirler.
  • Yatırımcılar pazarda her miktardaki parayı, risksiz faiz haddi üzerinden borç alıp verebilmektedir. Pazar faiz oranı dışında bir faiz oranı kullanılmamaktadır.
  • Sermaye piyasaları tam rekabetçi anlayışa sahiptir.


[1] Ram Ramesh, Financial Analyst's Indispensable Pocket Guide, ABD, McGraw-Hill Professional, 2000, s.168.
[2] James R. Hitchner, Financial Valuation: Applications and Models, ABD, John Wiley and Sons, 2006, s.185.
[3] Frank J. Fabozzi, Harry M. Markowitz, The Theory and Practice of Investment Management, ABD, John Wiley and Sons, 2002, s.68.


19 Temmuz 2012 Perşembe

Altın fiyatı neden yükselir, neden düşer?

Altın bilindiği gibi en eski para olarak bilinmektedir. Bu metal istenilen her forma rahatça girebilmesi sebebiyle tarihin çok eski çağlarından beridir bir değişim aracı olarak kullanılmaktadır. Toplumlardaki gelişmelerin ekonomik gelişmeleri de beraberinde getirmesi ile birlikte altın olarak kullanılan paralar yerini gittikçe  ülkelerin hükümranlıklarından güçlerini alan banknotlara hatta madeni paralara bırakmıştır. Burada banknotlar ve madeni paralar yapıldıkları madde itibari ile değerlerini almamakta fakat üzerlerinde yazılan değer sayesinde değerli olmaktadırlar. Bu sayede devletler de bastıkları paranın değerinden kullanılan maddenin maliyeti düşülerek hesaplanan senyoraj gelirini elde etmeye başlamışlardı. Fakat herkesin farkında olduğu bir konu var ki, altın hangi devlet tarafından basılırsa bassın altından yapılmıştır ve her zaman değerlidir. Yalnız ülkelerin kullandığı banknot veya madeni paralar; ülkelerin saygınlıkları, ekonomik güçleri vb. faktörlerden etkilenerek değersizleşebilmekte veya değerleri yükselebilmektedir. Hatta bir ülkenin enflasyonu yüksek, dış borcu fazla ve bunları düzeltebilecek acil eylem planları yoksa o ülkenin parası oldukça değersizleşebilmektedir. Bu da o paradan kaçısı hızlandırabilmektedir.

Yukarıda anlatıldığı gibi aslında günümüz ekonomik düzeninde çok güvenilir para birimi diye bir şey yoktur sadece ülkelerin birbirlerine göre para birimlerinin daha istikrarlı olmaları durumu mevcuttur. Eğer tüm dünyada küresel bir durgunluk veya kriz hali ortaya çıkarsa (1929 ve 2008 gibi) tüm para birimleri üzerindeki endişeler artar ve buralardan güvenli liman olarak nitelendirilen varlıklara doğru bir kaçış başlar. İşte bu durumda insanların aklına reel varlıklar ve en önemlisi altın gelir. Altın bu sebeple kriz ortamlarında ve kriz öncesinde yatırımcıların ilgisini çekmekte ve ciddi şekilde yükselişler gerçekleştirmektedir. Bunun yanında altın elbetteki arz ve talepten de etkilenmektedir. Eğer bir ülkeden ciddi bir altın talebi gelirse dünyada altın fiyatları artabilir. Bu talep için bazı ülkelerin merkez bankalarında altın rezerv miktarlarını arttırmak için altın talep etmeleri, uzakdoğu ülkelerinde ve doğu kültürüne sahip ülkelerde evlilik sezonlarında ciddi bir altın talebinin oluşabilmesi örnek olarak verilebilir. Altın rezervlerine sahip olan ülkelerde yaşanan iç karışıklıklar veya siyasi problemler sebebiyle de altın fiyatlarında hareketler gözlenebilir. Tabii bunlar işin en temel ekonomik nedenleridir. Bunlar yanında yapılan spekülasyonlar da gerçek dışı düşüncelerden hareket etse de etmese de altın fiyatlarını önemli şekilde etkileyebilir. Herhangi bir ülkenin para biriminin USD karşısında değersiz hale gelmesi de dünyada altın fiyatlarının değişmediği durumda bile o ülkede fiyatları etkileyebilmektedir.

İşte bu sebeple FED Başkanı Bernanke'nin yapacağı açıklamalar önem arz ediyor. Bernanke ağzından parasal genişleme sözü çıktığı anda altın fiyatlarının artması kaçınılmaz görünüyor ve tüm dünya bunu bekliyor.




Faizsiz Bankacılık Araçları

Ülkemizdeki adıyla Katılım Bankacılığı veya dünyadaki ismi ile faizsiz bankacılık temelde Kuzey Afrika ve Orta Doğu (MENA) ülkelerinde olgunlaşmaya başladığından ve prensipleri de İslami metotları baz aldığından dolayı burada anlatılacak yöntemlerin hemen hemen hepsi Arapça isimler ile dünyada anılmaktadır. O sebeple bu yazımızda da bunların orijinal isimleri kullanılacaktır. Bu metotlar ile Katılım Bankaları fon toplama, yatırım, proje finansmanı ve bireysel ile kurumsal krediler gibi bir çok bankacılık dalında hizmet sunabilmektedirler.
Bankaların temel işlevinin fon arz edenler ile fon talep edenler arasında bir köprü vazifesi görmek olduğunu bildiğimizden, Katılım Bankaları’nın da fon toplama ve fon kullandırma ile ilgili yöntemlerine değinmekte fayda bulunmaktadır. Katılım Bankaları’nın en temel fon toplama metodu mudarabadır. Mudaraba, bir tarafın emek ve bilgi (emek ve bilgi koyana mudarip denmektedir), diğer tarafın da sadece sermaye koyarak yürüttükleri bir faaliyet türü olarak tanımlanabilmektedir. Mudaraba iş ortaklığı, kar zarar ortaklığı olarak da nitelendirilebilmektedir. Emek, bilgi ve tecrübesini ortaya koyan aynı zamanda işin yönetimini de üstlenmektedir. Söz konusu ortaklıkta elde edilecek karın paylaşımı anlaşma ile en başta belirlenmektedir. Bu sebeple girişilen işte oluşacak sonuç (kar veya zarar) en başta bilinmiyor olsa da sonuç ne olursa olsun paylaşma şekli belirlidir.
Günümüzde mudarabanın uygulanış şekli ise müşterinin fonunu sermaye şeklinde bankaya yatırması ve bankanın da emek ile bilgisini ortaya koyması şeklinde oluşturulan birliktelik sonucu elde edilen karın veya zararın paylaşılmasıdır. Her banka veya ticari işletme gibi Katılım Bankaları da kar etmek için kurulmuşlardır. Bu sebeple topladıkları fonu uygun projelerde kullandırıp kar sağlamalı ve böylece mudaraba yöntemi ile kurdukları ortaklıklara kar ettirmelidirler. Tabii karın bir kısmını da kendileri almalıdırlar. Örneğin oluşan 100 birimlik karın 85 birimi müşteriye (mudarabadaki sermayedar) geri kalan 15 birimi de kendilerine kalmaktadır. Tabii anlaşılan bu dağıtım mutlaka mudaraba ortaklığının kurulmasından önce yapılmalıdır. Burada oluşacak kar rakamı belirsiz (kar paylaşım oranı belirli fakat ne kadar kar edileceği belirsizdir) olduğundan Banka ne kadar kar payı ödemesi yapacağının garantisinin veremez. Bu husus Katılım Bankaları ile Mevduat Bankalar’ını birbirlerinden ayıran en temel konulardan bir tanesidir.
Sermeyedarların (müşterilerin) fonlarını değerlendirmelerinin bir başka yolu da Vekalet metotudur. Bu metoda göre sermaye sahipleri bir vekil (Katılım Bankası) aracılığı ile vekilin belirleyeceği yatırım alternatiflerinde fonlarını değerlendirme olanağı bulabilmektedirler. Bu metodun mudarabadan en önemli farkı vekil olarak faaliyet gösteren Katılım Bankası’nın mudarip vazifesi görmeden sadece işlemlere aracılık yapıp müşterinin fonlarını doğrudan uygun projelere yönlendirilmesini sağlamasıdır. Bu işlemden bankanın kazancı almış olduğu vekalet veya aracılık ücretidir.
Son zamanlarda ismi sıkça duyulmaya başlanan fon toplama yöntemlerinde biri de Sukuk’tur. Tahvil ve bono gibi faizli yatırım enstrümanlarına faizsiz bankacılıkta geliştirilen Sukuk ile bir alternatif yaratılmasına çalışılmıştır. Sukuk, finansal sertifikanın Arapça adıdır ve faizsiz bono olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle sukuk faiz ödemeyi veya faiz masrafı yüklemeyi yasaklayan İslam hukuku prensiplerine uyan menkul kıymetlerdendir. En basit şekliyle sukuk bir varlığa sahip olmayı veya ondan yararlanma hakkını göstermektedir. Sukukta yer alan hak sadece nakit akışı hakkı değil aynı zamanda mülkiyet hakkıdır. Bu, sukuku geneleksel bonolardan farklılaştırmaktadır.
Temel fon toplama yöntemlerinden bahsettikten sonra şimdi de fon kullandırma veya finansman yöntemlerine bakmak gerekmektedir. Yukarıda mudarabayı anlatırken belirtilen, toplanan fonun uygun projelerde kullanılması için de uygun bir finansman yöntemi bulunmalıdır. Bu yöntemlerden en fazla kullanılanı murabaha yöntemidir. Murabaha, satıcının satışa konu ürünün maliyet fiyatına belli bir kar ekleyip satışı gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir. Her murabaha işleminde müşterinin de bilgi sahibi olduğu belirli bir maliyet bulunmaktadır. Bu maliyet ve murabaha satışını yapan kurumun giderlerinin üzerine bir kar eklenerek murabaha satış bedeli bulunmaktadır (müşteriye satış bedeli). Bu satış bedeli müşteriden peşin tahsil edilebileceği gibi taksitler halinde veya ilerleyen zamanlarda yapılacak bir veya bir kaç büyük meblağlı ödeme ile de tahsil edilebilir. Buradaki temel konular; müşterinin malı beğendikten sonra satıcı ile anlaşma veya sözleşme yapmaması, ilgili anlaşmayı Katılım Bankası’nın yapıp malı satın alıp daha sonra müşterisine vadeli ve karlı olarak satmasıdır. Örneğin 10.000 TL’ye mobilya almak isteyen bir müşteri Katılım Bankası’na ilgili malı almasını söyler. Katılım Bankası bunu 10.000 TL ye alır ve 12.000 TL’ye 12 ay vadeli olarak müşterisine satar. Müşteri böylece aylık 1.000 TL’yi Katılım Bankası’na öder. Diğer bir önemli husus da Katılım Bankası’nın ödemeyi sadece satıcıya yapabilmesidir. Ödeme kesinlikle müşterinin hesabına yapılmaz. Bu sebeple Katılım Bankaları nakit finansman sağlayamazlar. Bir başka konu da Katılım Bankası müşteriye malı 12.000 TL’ye sattığından ileride piyasada oluşan dalgalanmalardan veya likidite sıkıntılarından dolayı ne borcu erken çağırabilir ne de borcu yükseltebilir. Bu durumda müşteri bu tür olumsuzluklarda güven içinde olmaktadır.
Bir diğer önemli finansman metodu da icaradır (kiralama). Literatürde İcara ve iktina olarak geçen bu faaliyette müşterinin talebi üzerine banka tarafından alınan varlıklar vade sonunda sahipliği müşteriye geçmek koşulu ile talepte bulunan müşterilere kiralanmaktadır. Uygulamada daha fazla görülen bu kiralama türü finansal kiralama olarak adlandırılmaktadır. Ülkemiz mevzuatında finansal kiralama kanunu ile düzenlenmiş olan ve Mevduat Bankaları’nın Bankacılık Kanunu’nda geçen hükümler sebebiyle uygulayamadıkları bu finansman türü Katılım Bankaları’na avantajlar sağlamakta ve müşterilerine sundukları ürün alternatiflerini arttırmaktadır. Mevduat bankalarının finansal kiralama yapmak için ayrı kurumlar meydana getirmeleri gerektiği düşünüldüğünde Katılım Bankaları’nın söz konusu alanda önemli bir fırsata sahip oldukları da görülmektedir.
Bunlar dışında muşaraka, musavama, teverrük, selem, istisna gibi bir çok metot ile faaliyetlerini devam ettiren Katılım Bankaları’nın ilerleyen dönemlerde de Mevduat Bankaları’nın yöntemlerine çeşitli alternatifler ile rakip olacağı görülebilmektedir.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

İcara, Leasing nedir?


İcara, bir gayrimenkulun, makinenin  veya elle tutulur bir aygıtın kiraya verilmesidir. Bunun uluslararası literatürdeki adı leasing olup Türkçe'mizde kiralama olarak kullanılmaktadır. Kiraya verilen varlık kira verene belli süre için menfaat sağlamaktadır. Burada bir iş sahibinin üretim veya faaliyetlerine devamı için gerekli bir aracın veya taşınmaz bir varlığın Katılım Bankası’nca satın alınarak üreticiye veya destek isteyene kiralanması hususu bulunmaktadır. Üretici söz edilen aygıtı bir süre kullanmasına karşılık belli bir kira ödemektedir. Eğer kiralama akdi sonucunda kiralanan varlık kiracıya devrediliyorsa buna finansal kiralama veya finansal leasing; eğer devredilmiyorsa buna da operasyonel kiralama veya operasyonel leasing denir.

Katılım Bankaları 5411 sayılı bankacılık kanununa göre kiralama yapabiliyorken mevduat bankaları bu faaliyeti yerine getirememektedirler.

Muşaraka Nedir?


Muşaraka yani iştirak etme, bir işletmenin sermayesine katılma ona ortak olmak anlamına gelmektedir. Bu faaliyet türünde esas olarak hem sermaye hem de ortaklığı öngörülür. Sermayedar, bir işletmeye sermaye koyar, ortak olur, karı ve zararı paylaşır. Muşarakanın mudarabadan farkı mudarabada etkin olmayan bir sermayedar diğer tarafta emeğini, tecrübesini ortaya koyan bir girişimci olduğu halde; muşaraka hem sermayedar hem de girişimcinin etkin olduğu bir ortaklıktır. Ayrıca mudarabada mali zararın sermayedara ait olmasına karşılık muşarakada zarar konulan sermaye oranınca paylaşılmaktadır.

Muşaraka, yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi sermaye ortaklığı demektir. Finans kuruluşları bazı projeler için kendi öz sermayesi ile vadesi uygun olan katılım fonundan da sermaye koyarak yatırım yapabilir. Örneğin, 100 milyon kendi öz sermayesinden 100 milyon da katılım hesabı sahiplerine ait fondan alarak ticaret işinde kullanır. Burada kar, anlaşma esaslarına göre paylaşılırken, zarara sermaye oranlarına göre katlanılır.

Mudaraba Nedir?


Bir tarafın emek, bilgi ve tecrübe diğer tarafın ise sermaye koyarak yürüttükleri bir faaliyet türüdür. Mudaraba iş ortaklığı veya kar zarar ortaklığı olarak da nitelendirilebilir. Emek, bilgi ve tecrübesini koyan aynı zamanda faaliyetin yönetimini de üstlenmektedir. Tüzel kişiliğe sahip olan bu yöneticiye mudarip, sermaye koyana Rab-El-Mal denmektedir. Rab-El-Mal denetleme yetkisine sahiptir. Mudaraba sözleşmelerinde karın paylaşaımı noktasında önceden anlaşmak gerekmektedir. Oluşacak kar üzerinden %80-%20 paylaşım anlaşması  buna bir örnek olabilir.

Günümüz katılım bankacılığında mudaraba en çok katılım hesaplarında karşımıza çıkmaktadır. Örneğin 1.000 TL'si olan bir müşteri (Rab-El-Mal) birikimini bir katılım bankasına (mudarip) getirir. Katılım bankası ile oluşacak kar üzerinden %75 - %25 şeklinde anlaşma yapılır. Katılım bankası bu birikimi ve %75 - %25 şeklinde anlaşılmış olan diğer müşterilerinin birikimleri ile havuzda bir araya getirir ve akabinde bunları projelerin finansmanında kullanır. Proje denilen fazisiz bankacılık ilkeleri ile uyumlu her türlü finansman işlemi olabilir. Sonrasında oluşan kar paylaştırılır.

Murabaha Nedir?


Murabaha Türkçe karşılığı olarak karlı satış anlamına gelmektedir. Sermaye sahibinin bir malı satın alarak ve belli bir kar payı ekleyerek müşterisine vadeli olarak satmasıdır. Ticaretle uğraşan kişi veya kurum malı satın almak için Katılım Bankası’ndan finansman isteğinde bulunduğunda Katılım Bankası finansmanı nakit olarak sağlamayıp müşterinin yazılı isteği üzerine malı satın alır ve üzerinde anlaştıkları kar payını ekleyerek bu kişiye satar. Bu işlemde malın fiziki olarak mevcut olması Katılım Bankası’nın mevcut olan bu malı satın aldıktan sonra alıcıya satması gerekmektedir. Vadeli olarak satılan malın bedelinin tahsili bir defada veya taksitler halinde olabilmektedir. 

Murabaha Katılım bankaları'nın en fazla başvurduğu finansman yöntemidir. Bu şekilde bireysel ve kurumsal işlemlerin finansmanı sağlanabilir. Bu işlemin sürecini aşağıdaki gibi tarif edebiliriz:
  • 10.000 TL değere sahip olan bir mal müşteri tarafından beğenilir.
  • Katılım Bankası'na gelinir ve bu malın finansmanı talep edilir. Burada en önemli hususlardan bir tanesi satıcı ile müşteri arasında henüz bir sözleşme, akit veya alış veriş olmaması gerekliliğidir.
  • Katılım bankası sipariş geçerek bu malı satıcıdan aldığını kabul ve beyan eder.
  • Katılım Bankası üzerine kar ekleyerek (örneğin 2.000 TL) bunu müşteriye satar. Bu satış hemen gerçekleşse de toplamda 12.000 TL müşteri ile Katılım Bankası'nın aralarında anlaştığı sürede (örneğin 12 ay) ödenmeye başlar.
  • Katılım bankası ödemeleri garanti altına almak için bir teminat talep edebilir.


16 Temmuz 2012 Pazartesi

Katılma Hesapları Nedir, Nasıl Çalışır?


Faizsiz bankacılık yapan bankalarda  Kar ve Zarara Katılma Hesabı akdi çerçevesinde açılan hesaplara Katılma Hesabı adı verilir. Tasarrufunu faizsiz bankaya yatırarak katılma hesabı açtıran kişi vade sonunda ne miktarda kar payı alacağını önceden bilemez. [1] Hatta karın yanında anaparanın da aynen ödeneceği garantisi verilmemektedir. Hesap sahibinin talep hakkı ve Katılım Bankası’nca ödeme yükümlülüğü birim hesap değeri tutarınca olmaktadır. Birim hesap değeri hesap sahibinin katılma belgesinde yer alan hesap değeri sütunundaki en son değerin Katılım Bankası’nca açıklanan birim değeri ile çarpılması ile ortaya çıkmaktadır.

 
Tasarruf sahibinin Katılım Bankaları’na yatırdığı para, bu kurumlarca projelerde kullanılmak üzere yatırımcılara piyasa şartları içerisinde oluşan kar oranları ile belirli bir vade için kullandırılır. Vade sonunda elde edilen getiri, yani kar, örneğin % 80’i tasarruf sahibine, % 20’si kuruma olmak üzere dağıtılır. Görüldüğü gibi, faizin aksine kar payı esasına göre çalışan sistemde anaparanın vade geldiğinde ne kadar kazandıracağı belirli değildir. Kaldı ki, kredilendirilen projelerden zarar edilmesi de ihtimal dahilindedir. Faizli sistemde ise bu mümkün değildir, vade geldiğinde önceden taahhüt edilen tutar mutlaka anapara sahibine ödenmelidir.[2]

Yukarıda belirtildiği gibi, dağıtılacak karları önceden açıklamak hiçbir şekilde mümkün değildir. Gazetelerde yada şubelerde ilan edilen kar payları ileriye yönelik dağıtılacak karları gösteren bir tablo değildir. Açıklanan rakamlar bir önceki hafta sonu itibariyle vadelere göre oluşmuş ve dağıtılmış kar paylarını göstermektedir. Müşterileri bilgilendirmek amacıyla ilan edilmekte olup ileriye yönelik bir taahhüt değildir. [3]

1.Servet Bayındır, İslam Hukuku Penceresinden Faizsiz Bankacılık, İstanbul, Rağbet, 2005, 57.
2.Mehmet Takan, Bankacılık Teori, Uygulama ve Yönetim, Ankara, Nobel, 2001, 18.
3.TKBB, “Sıkça Sorulan Sorular,”
< http://www.tkbb.org.tr/SSS.asp >

Cari Hesaplar Nedir?


Gerçek veya tüzel kişiler tarafından açılan istenildiği zaman tamamen veya kısmen geri çekilme özelliği taşıyan karşılığında faiz veya kar ödenmeyen hesaplara cari hesap adı verilmektedir. [1] Bu hesaplar TL veya döviz cinsinden açılabildikleri gibi, hesabın açılışı esnasında müşterinin pazarlık şansı olmamaktadır. Cari hesapların taraflara yükleyeceği sorumluluk ve sağlayacağı yararlar kanun koyucu veya banka tarafından belirlenir.

Vadesiz mevduatın bankalar için olduğu gibi cari hesaplar da Katılım Bankaları için maliyetsiz kaynaklardır. Bu kaynakların tüm kaynaklar içerisindeki payının arttırılması Katılım Bankalarının kaynak maliyetini düşürecek ve finansmanlarındaki karlılıklarını geriye çekebilme imkanını verecektir.

1. Servet Bayındır, İslam Hukuku Penceresinden Faizsiz Bankacılık, (İstanbul: Rağbet, 2005), 52.

Faizsiz bankacılık kavramları

Faizsiz bankacılık enstrümanları, fon toplama ve fon kullandırma olarak ikiye ana başlıkta incelenebilir. Buna göre:
·         Faizsiz fon toplama yöntemleri:
o   Cari hesaplar
o   Katılma hesapları
·         Fon kullandırma yöntemleri de:
o   Murabaha
o   Muşaraka
o   Mudaraba
o   İcara


Şeklinde sınıflanmaktadırlar.


Fakat burada öncelikle açıklanması gereken faizli bankacılıkla faizsiz bankacılık arasındaki en önemli fark olan kar payı ve faiz kavramlarıdır. Faiz, belirli bir miktardaki anaparanın belirli bir vadede, belirli bir oranda elde ettiği getiri olarak tanımlanabildiği gibi belli bir paranın iade şartı ile belli bir zaman kullanılması karşılığı verilen kiraya denmektedir. Yani borç verenin (banka yada özel kişi) vadeyi ve oranı belirlediği, alanın da kabul ettiği bir uzlaşma söz konusudur. Faizli uygulamalarda her iki taraf, üzerinde anlaşılan vade geldiğinde anaparanın dışında ne kadar vereceğini yada alacağını bilmektedir. Bu nedenle, tasarrufçuyla klasik banka arasındaki ilişki, bir borç-alacak ilişkisidir. Bir başka deyişle tasarrufçu, anapara garantisi ve belli bir faiz karşılığı, fonlarını bankaya ödünç verir. Burada bir borç-alacak ilişkisi söz konusudur. Faizsiz bankacılıkta ise tasarruf sahibiyle banka arasında bir borç-alacak ilişkisi değil, bir kar-zarar ortaklığı ilişkisi söz konusudur.


Faizsiz çalışma esasına dayalı kar payı ise, taraflarca belirlenen vadeye kadar ticari veya sınai bir ekonomik faaliyette kullanılan anaparanın elde ettiği karın vadesi geldiğinde anlaşılan oranda taraflara dağıtılan kısmıdır. Kısaca ve basitçe belirtmek gerekirse, kar payı ile faiz arasındaki temel fark, faizde anaparanın vade sonundaki kazancı taahhüt edilirken, kar payında kazancın destek verilen projelerin verimliliğine göre oluşmasıdır.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Katılım bankacılığı üzerine bir inceleme

Bu yazımızda ülkemizde ve dünyada son dönemde giderek daha fazla ilgi toplamaya başlayan katılım bankacılığı veya faizsiz bankacılık hakkında genel bir inceleme yapmaya çalışacağız. Konuya bankacılık sektörü ile başlarsak; bankaların, en temelde fon fazlası olanların fonlarını temin edip fon ihtiyacı olanlara bunları kullandırmak üzerine kurulmuş finansal kurumlar olduklarını söyleyebiliriz. Finansal sitemin en önemli aktörlerinden olarak kabul edilen bankalar aynı zamanda ekonomide istikrarın devam etmesi için de gerekli olan kurumlardır. Bunun yanında bankacılık sisteminin temelde ikiye ayrılmış olduğunu ifade edebiliriz. Bunlar, faiz geliri ile faiz gideri olan ve yüzyıllardır faaliyet gösteren geleneksel bankacılık ile son 40 yılda hızlı bir gelişme kaydetmiş, neredeyse her büyük ekonomide faaliyet göstermeye başlamış olan faizsiz bankacılıktır.
Faizsiz bankacılık denildiğinde adından da belli olduğu gibi bankacılık faaliyetlerinde faiz unsurunun ortadan kaldırılıp bu konuda çekinceleri olan insanların rahat ve güvenilir şekilde bankacılık faaliyetleri yapmaları akla gelmektedir. Faizsiz bankacılık felsefesinin temelinde bazı kabuller bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; faizsiz bankacılıkta mübadele aracı, değer ölçütü, borç ödeme aracı ve sermaye biriktirme unsuru [1] olarak kabul edilen paranın potansiyel sermaye olarak görülmesidir. Paranın gerçek sermayeye dönüşebilmesi için öncelikle yatırıma veya üretime yönlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca paranın zaman değeri kavramı ancak gerçek sermayeye dönüşmesi halinde faizsiz bankacılıkta kabul edilmektedir. İkinci olarak fon fazlası olup bunu yatırım veya üretime yönlendirecek gerçek veya tüzel şahısların risk almaları gerekmektedir. Bu sebepten dolayı banka kredi sağlayan değil yatırımcı konumuna gelmektedir. [2]
1960'lı yıllara kadar somut bir gelişme görülmeyen faizsiz bankacılık sistemi ilk önemli gelişmesini Mısır'da gerçekleştirmiştir. Bu ülkede 1963 yılında kurulan kar paylaşımı esasına dayalı Mit Gharm ilk faizsiz banka olarak kabul edilmektedir. Daha sonra 20 Ekim 1975'te neticelenen İslam Kalkınma Bankası kurulma fikri ile bu bankacılık olgunlaşmaya başlamıştır. [3] Faizsiz bankacılığın hızlı gelişmesi ile birlikte ortaya çıkan bazı standardizasyon eksikliklerini gidermek amacıyla 1990 yılında İslami Finans Kurumları için Muhasebe ve Denetim Organizasyonu (Accounting and Auditing Organization for Islamic Financial Institutions (AAOIFI)) adıyla bir kurum da faaliyetlerine başlamıştır. [4] Ülkemizde de Başbakan Turgut Özal'in hazırlayıp Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in onayladığı "Özel Finans Kurumlarının Kurulması, Faaliyetleri ve Tasfiyelerine İlişkin Esas ve Usullere Dair 83/7506 Sayılı Kararname" ile ülkemiz faizsiz bankacılığının yolunu açmıştır. Daha sonra ülkemizde faizsiz bankacılık faaliyeti yapmak üzere bir çok kurum, özel finans kurumu adı altında faaliyete geçmiştir. Bu bankalar Albaraka Türk (1985), Faysal Finans (1985), Kuveyt Türk (1989), Anadolu Finans (1991), İhlas Finans (1995), Asya Finans (1996) [5]'dir. İhlas Finans Kurumu'nun 2001 yılındaki krizden aldığı yara ile yükümlülüklerini karşılayamaması sonucu iflas etmesi ve Anadolu Finans Kurumu ile Family Finans'ın 2005 yılında BDDK tarafından verilen izin sonucu birleşmelerinin ardından ortaya çıkan Türkiye Finans [6] ile yukarıdaki sayı 4'e gerilemiştir. Ülkemizde belirtilen bankacılık faaliyetleri gelişirken bankacılık kanunu da belirtilen gelişmeye paralel olarak gözden geçirilmiştir. Bunun için 4491 sayılı Kanun ile değişik 4389 sayılı Bankacılık Kanunu'nda önemli düzenlemeler göze çarpmaktadır. Daha sonra yürürlüğe giren 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile özel finans kurumları katılım bankaları olarak tanımlanmış ve ilgili bankaların unvanları değiştirilmiştir. Bu sebeple ilgili kanun ülkemizdeki faizsiz bankacılık faaliyetleri açısından önemli bir kilometretaşıdır.
Faizsiz bankacılığın gösterdiği gelişim ve dünyada 1.5 milyarın üzerinde müslümanın olması sebebiyle; Citicorp, Goldman Sachs, HSBC, Morgan Stanley, Standard Chartered, Banque National de Paris, ABN Ambro, Bank of America, Key Global ve Sociate Generale gibi kurumlar söz konusu sektörde faaliyete başlamışlardır. [7] The Banker Dergisi'nin araştırmasına göre tüm dünyadaki faizsiz bankacılık aktifleri ortalama %29 büyüme hızı ile 2007 yılı ortalarında 500 milyar dolar büyüklüğe ulaşmış ve her yıl bu varlıklar %15-20 arasında büyümektedir. [8] Bu şekilde devam edecek olan bir trend ile 2012 yılı sonunda faizsiz bankacılık prensiplerine uygun finansal varlıkların 1.3 trilyon doların üzerinde büyüklüğe ulaşması beklenmektedir.
Faizsiz bankacılık alanında gelinen bu noktayı sadece dünya müslüman nüfusu ve onların faizsiz bankacılık talepleri ile sınırlamamak gerekmektedir. Söz konusu sektör dini inançları ağır basan gerçek veya tüzel kişiler ile birlikte bu konuda herhangi bir çekincesi olmayan müşterileri de etkilemektedir. Bunun sebebi faizsiz bankacılık kurumlarının gün geçtikçe daha kurumsal yapılara sahip olmaları ve en az geleneksel bankalar kadar müşterilere ulaşmayı ve onların ihtiyaçlarını görmeyi öğrenmeye başlamalarıdır. Faiz çekincesi olmayan bir insan gelinen son noktada kendine sunulan şartların cazip olması durumunda faizsiz bankacılık yapan bir kurumla çalışmaktan geri durmayabilecektir. Bu sebeple de söz konusu sektörde faaliyet gösteren kurumlar piyasanın tamamına yönelik ürün ve hizmetler sunabileceklerdir.

[1] Ahmed Hasen Ahmed Al-Haseni, İslam'da Para, İstanbul: İz, 1996, s. 24-30.
[2] Zamir Iqbal, "Islamic Financial Systems", Finance and Development Journal, 1997, s.43.
[3] Islamic Development Bank, Islamic Development Bank Group in Brief, Suudi Arabistan: 2007, s.2
[4]  Rifaat Ahmed Abdel Karim, "International Accounting Harmonization, Banking Regulation, and Islamic Banks", The International Journal of Accounting, Sayı:36, 2001, p.173.
[5]  Başkent Üniversitesi, "İslami Bankalar ve İslami Finans Kurumları", http://www.baskent.edu.tr/~gurayk/finpazcuma17.doc
[6]  Türkiye Finans, "Tarihçe", http://www.turkiyefinans.com.tr/tr/turkiyefinans/tarihce.asp
[7]  Başkent Üniversitesi, a.g.e.
[8]  Malaysia Islamic Finance Center, Malaysian Islamic Finance Report 2006, Malaysia: 2007, p.34.

KOBİ kredilerinde TGA artışı endişe veriyor

Ülkemizde şu aralar önemli gelişmeler oluyor. Ekonominin can damarı denilebilecek KOBİ'lerin hem finansmana ulaşmaları gittikçe zorlaşıyor hem de bu işletmelerin takip oranlarında önemli artışlar meydana geliyor. Geçen yılın sonuna doğru %3 seviyesinde takılı kalan KOBİ kredilerindeki gecikmeler içinde bulunduğumuz yılın son aylarında tırmanışa geçmiş durumda. Bunda hem tahsili gecikmiş alacakların (TGA) artmasının hem de KOBİ kredilerinin risk portföyünün sektörde büyümemesinin etkisi olduğu görülmektedir. 2009 yılının başından beri azalmakta olan TGA oranının bu yılın başından itibaren artmaya başlaması ilerleyen dönemler için de ciddi endişeleri beraberinde getirmektedir.

Bu artış aynı zamanda karşılıksız çeklerin sayısındaki artışla da teyit edilebilmektedir. İTO Başkanı Murat Yalçıntaş'ın yaptığı açıklamaya göre geçen yıldan bu zamana karşılıksız çek miktarında %56 artış meydana geldi. Piyasada bireylerin birbirlerine olan güveninde ciddi bir sarsıntı olduğundan şüpheleniliyor. Bu ortamda ticaret yapmanın zor olduğu düşünüldüğünde bankaların kredi sağlayarak bu güvensizliği ortadan kaldırabilecekleri düşünülse de bankaların KOBİ portföyündeki daralmalar bankaların da piyasaya uyduklarını göstermektedir.

İhracat pazarlarımızın yeniden şekillendiği, piyasanın finansman açısından daraldığı bu dönemde KOBİ'lerin mümkün olduğunca öz sermayeleri ile işlerini döndürmeleri gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu da bugünden yarın için tasarruf yapmanın gerekliliğini ortaya koymaktadır. Yeni yatırım ve sermaye bütçeleme politikaları ilerleyen dönemlerdeki muhtemel likidite sıkışıklıklarına göre yapılmalıdır.