Merhaba arkadaşlar,
Felsefe tarihi ile ilgili iki yazı yazmıştım. Bu yazıda da Sofi’nin Dünyası adlı kitapta gözüme çarpan notları sizinle paylaşacağım.
İnsanlar kim olduklarını ve neden yaşadıklarını bilmek isterler. Yunanlı bir filozofa göre felsefe insanların hayretinden doğmuştur. Ona göre insanlar kendi varoluşlarını şaşarlar, felsefi soruların çoğu da böylelikle kendiliğinden ortaya çıkar.
Çocuklarla filozoflar arasında benzerlikler vardır. Her ikisi de dünyaya ön yargılı bakmazlar. Çocuklar büyüdükçe ön yargıları artar ve çevrelerinde olan bitene karşı hayret duymamaya başlarlar.
İnsanlar açıklayamadıkları doğa olaylarına bazı mitolojik gerekçeler bulmuşlardır. Yağmur, kuraklık, şimşek vb. Olayların hep mitolojik bir nedeni vardı. Hatta tanrılar kötü güçlerle savaşmakta ve insanlar da tanrıların gücünü artırsın diye onlara kurbanlar vermekteydiler.
Ksenofanes mitlerin eleştirisini yapan filozoflardan biridir. İnsanların kendilerine bakarak tanrıları yarattıklarını ifade etmiştir.
Felsefenin doğumasının sebebi bedensel çaba gerektiren işlerin köleler tarafından yapılırken, özgür yurttaşların politika ve kültürle uğraşacak zamanları olmasıydı. Böylece bu insanlar düşünebiliyorlar ve sorgulayabiliyorlardı.
Herakleitos’a göre dünyaya zıtlıklar egemendir. Aç olmasak tokluğu anlayamayız, hasta olmazsak sağlıklı olmanın ne anlama geldiğini bilemeyiz. Bu nedenle doğanın en belirgin özelliğinin değişim olduğunu söylüyordu.
Empodekles’e göre dünyada dört temel madde bulunmaktadır. Bunlar toprak, hava, ateş ve sudur. Her şey bu dört maddenin birleşiminden oluşmaktadır.
Demokritos’a göre hiçbir şey değişmeyecek ve yoktan var olup sonra da yok olmayacaktır. Çünkü tüm dünya yapıtaşları olan atomlardan oluşmuştur. Bir filin burnundaki atom, yüzyıllar sonra bir insanın ciğerine uğrayabilir.
Mitsel dünya görüşü doğa felsefesi ile ortadan kalkmıştır.
Demokrasi için halkın eğitilmiş olması gerekir.
Sokrates kendine düşen şeyin insanların doğruyu doğurmasına yardımcı olmak olduğuna inanıyordu. Bu sebeple kendini bir ebe gibi görüyordu. Çünkü gerçek kavrayış insanın içinden gelir. Başkaları tarafından öğretilemez. İnsanın içinde kavradığı şeydir gerçek bilgi.
Sokrates kendini Sofistlerden eğitimli ve bilge bir kişi olmadığı noktasında ayırıyordu. Kendini bilgiye ulaşmaya çalışan kişi olarak tanımlıyor, tek bir şeyi bildiğini onun da hiçbir şey bilmediği olduğunu söylüyordu.
Sokrates’in ölümü Platon’a toplumda geçerli olan değerler ile doğru ya da ideal olan değerler arasında ne büyük çelişkiler olabileceğini gösterdi.
Platon mutlak ve değişmez olan şeyin fiziksel bir hammadde olmadığını, tüm şeylerin ona benzeyerek oluştuğu bir takım soyut, örnek resimler yani idealar olduğunu söylemekteydi.
Platon için gerçeklik aklımızla düşündüğümüz şey iken, Aristoteles için gerçeklik duygularımızla algıladığımız şeydir. Platon’a göre önce idealar vardır ve sonra duyumsadığımız dünya oluşur. Aristoteles’e göre ise önce duyumsadığımız dünya vardır, ancak bundan sonra dünyaya ait fikirlerimiz olabilir.
Aristoteles altın ortayı tutturmaktan söz eder. Ne korkak ne de çılgınca atılgan, sadece cesur olmamız gerekir. Ne cimri ne savurgan sadece cömert olacağız.
Kinikler (en bilineni Diogenes) gerçek mutluluğun; maddi olanaklar, politik güç ya da sağlıklı olmak gibi dış özelliklerden oluşmadığını vurgularlar. Onlara göre gerçek mutluluk bu tip şeylere bağımlılıktan kurtulmakla elde edilir. Kinikler stoayı etkilemiştir.
Stoacılara göre insan kaderine boyun eğmeyi öğrenmelidir. Hiçbir şey rastlantıya dayanmaz, her şey zorunluluktan doğar, kaderden şikayet etmek hiçbir işe yaramaz. Stoacılar Kiniklerin toplumdan soyutlanmayanlarıdır.
Sokrates insanın nasıl mutlu bir hayat yaşayabileceğini sorguluyordu. Kinikler ve stoacılar bu sorunun cevabının maddi değerlerden uzak durmak olduğunu söylerken, Aristippos adındaki Sokrates’in bir öğrencisi yaşamın amacının mümkün olduğunca çok haz almak olduğunu söylüyordu. Böylece her türlü acıdan uzak durmaya yönelik bir yaşamı geliştirmek gerekiyordu.
Daha sonra gelen Epikuros, kısa vadeli hazların daha büyük, daha sürekli ve daha yoğun hazlarla kıyaslanarak değerlendirilmesi gerektiğini söyler. Fakat bu bilginden sonra gelen birçok takipçi bu akımı tek yanlı bir zevk düşkünlüğü haline getirdi. Amaç giderek “bu anı yaşa”ya dönüştüğü günümüzde Epikuros dendiğinde gününü gün eden insan anlamı çıkmaktadır.
Bundan 4000 yıl kadar önce ilk Hint Avrupalılar Karadeniz ile Hazar denizi etrafındaki bölgelerde yaşıyorlardı. Sonraları bu kavimler büyük dalgalar halinde güneye ve batıya doğru ilerlediler. Bu kavimler gittikleri her yerde Hint Avrupa öncesi kültürlerle kaynaştılar ve burada kendi din ve dilleri baskın bir rol oynamaya başladı. Hint Avrupa kültürü farklı pek çok tanrıya inanışın izlerini taşıyordu. Bu inanış daha sonra Avrupalı kavimler arasında da gelişti. Örneğin Hintliler Dyaus adında bir tanrıya taparlardı. Bu daha sonra Zeus, sonra Jupiter sonra da Tyr olarak karşımıza çıktı.
Fakat Sami ırkında eskiden beri tek tanrı inancı vardı. Bu sebeple Araplar ve Yahudiler tek tanrı inancına daha fazla sahip çıktılar.
Hint Avrupalılar’da en önemli duyu görmedir. Sami kültürler içinse duymak çok önemlidir.
Hristiyanların Yunan ve Roma kültüründen etkilenmesi sonrası kiliseler; heykel, resim ve mozaiklerle dolu olurken İslam dininde bunların hiçbiri yoktur.
529 yılında Platon’un akademisi kapanıyor ve kilisenin etkisi bu tarihten itibaren başlıyor.
Roma imparatorluğu zamanında üç ayrı kültüre ayrıldı. Batı Avrupa’da Roma merkezli Latin dilinde bir kültür, doğu Avrupa’da İstanbul merkezli ve Yunanca dili ile bir kültür ve Kuzey Afrika’da da Mısır ve Orta Doğu merkezli Arap dilinde bir kültür oluştu. Böylece Yeni Platonculuk batıda, Platonculuk doğuda ve Aristotelesçilik de Araplar’da yaşamaya devam etti.
Kilisenin bilinen ilk filozofu Augustinus’tur. Bu filozof Platon’u, Acquinalı Thomas ise Aristoteles’i Hristiyanlaştırır.
Araplar tüm ortaçağ boyunca Aristoteles geleneğini diri tutmuşlardır. Eğitim görmüş Arapların birçoğu 1100’lü yılların sonlarından itibaren Kuzey İtalya’daki prenslerin davetlisi olarak İtalya’ya gelmeye başlamışlardır. Böylelikle Aristoteles’in yazıları tanınmaya ve zamanla Yunanca ile Arapçadan Latince çevrilmeye başlandı. Bu durum doğa bilimi konularına karşı ilgi uyanmasına yol açtı.
Acquinalı Thomas, inanç ve bilgi arasında büyük bir sentez oluşturmuştur. Ona göre insan sadece aklına güvenecek olursa kolayca yolundan şaşabilir. Tanrıya bir ilk neden olduğu varsayımı ile ulaşılabilir.
Kopernik güneşin evrenin merkezi olduğunu iddia etmişti. Kepler gözlemlerinin sonucunda gezegenlerin merkezlerinden birinde güneşin olduğu eliptik yörüngeler boyunca döndüklerini söyleyebiliyordu.
Newton ayın dünyanın çekim gücü sayesinde yörüngede durduğunu düşünmüştü.
Barok, basit ve uyumlu Rönesans sanatının aksine birbirine uymayan biçimler şeklinde gelişti.
Barok döneminin en önemli deyişi “carpe diem” yani “günü yakala” dır.
Her türlü ihtişam güç gösterisidir.
Descartes şüphe ediyorum, böylece düşünüyorum. Düşünen biri canlı olmalıdır. Düşünüyorsam öyleyse varım demiştir. Descartes dualizm i geliştirdi. İnsanın ruhsal ve dış gerçekliği arasında bir ayrım vardır. Ruh yazılımsa, beden donanımdır.
Descartes rasyonalisttir.
Spinoza’ya göre incilin her ayrıntısı Tanrıdan esinlenmemişti. İncil’deki bölümler arasında tutarsızlıklar vardır. İsa akıl dininin öğretisini yapmış ama sonra Hristiyanlık kendi dogmalarını ve şekilci törenlerini oluşturmuştur.
Aristoteles ampirist yani detaycı, Platon da rasyonalist yani akılcıydı.
Britanya amprizmi ile kıta Avrupa’sı rasyonalizmi arasında bir mücadele vardır.
Locke a göre birincil (ağırlık, biçim, sayı vb) ve ikincil (tatlı-ekşi, sıcak-soğuk vb) nitelikler vardır. Birincil nitelikler herkes için aynıdır ama ikincil nitelikler değişebilir.
Berkeley duyumsadıklarımız da aklımızın ürettiği şeyler olabilir diyor. İnsan bilincinin dışında bir gerçeklik yoktur der. Duyumsal algılarımızın kaynağı tanrıdır.
Kant dünyayı algılamamızda hem duyuların hem de aklımızın etkisi vardır diyor. Kanat cevaplamamalıydı sorularda insanın inanca sığınması gerektiğine inanıyor. BM nin de fikir babasıdır.
Tiyatro nasıl Barok dönemin gözde sanatıysa Masal da Romantik dönemin gözde sanatıdır. Masal yazarlara yatlarını güçlerini sonuna kadar kullanma olacağı vermiştir.
Bir düşünce tarihsel bağlamına göre doğru veya yanlış olabilir. Örneğin kölelik bugün kabul edilemez görünse de iki bin yıl önce gayet normal karşılanıyordu.
Hegel e göre önce bir düşünce ortaya çıkar, sonra zıt bir düşünce ortaya çıkar. En sonunda bunları bir araya getiren başka bir düşünce…
Hegel’den sonra felsefe anlamak için değil değiştirmek için kullanıldı. Eylem felsefesi haline geldi.
Marx’a göre kapitalizm eninde sonunda çökecektir. Çünkü sermaye sahibi sürekli kar peşinde koşar. Makinalaştıkça verimlilik artsın diye işçi çıkarır. Sonra bu işçiler satın alamaz ve ekonomi çıkmaza girer. Sonra da işçiler ayaklanıp üretim araçlarını ele geçirir. Sosyalizmin doğduğu 19.yy a göre bugün daha insanca bir topluma yol açtığı görülmektedir.
Darwine göre doğal seçim bazı türlerin bugüne ulaşmasını sağlamıştır. Bunun yanında insanlar da yapay seçimde bulunarak daha iyi olan atları, inekleri, köpekleri yanlarında tutmuşlar diğerlerini ya yemişler ya da doğaya bırakmışlardır. Hatta patatesin iyisini ekip, mısırın iyisini suladıkları gibi.
İnsanların bir kısmı da hastalıklara karşı direnç kazandığı için diğerlerinin üstünde iktidar olabilmiştir.
Freud’a göre sinirsel rahatsızlıkların kökeninde insanın çocukluğunda yaşadığı travmalar vardır. Bunlar ortaya çıkarıldığında ve hasta bunlarla yüzleştiğinde hasta düzelebilir.
Doğduğumuzda İd halinde sürekli isteriz. Arzularımızı frenlemeyiz. Oysa bazı gerçekliklerle tanıştığımızda arzularımızı frenlemeyi öğrenir ego haline geliriz. Daha sonra da çevremizin ahlaki beklentileri içimize girmiş ve bizim üstbenimizi oluşturmuştur.
Freud’a göre insanın bilinci buzdağının görünen yerine bilinçaltı da buzdağının görünmeyen yerine benzer.
İnsanlar doğru olmadığını düşündükleri düşünceleri bilinçlerinden uzaklaştırmak için çaba sarfederken sinir hastalıklarına varan durumlarla karşılaşmaları söz konusu olabilir.
Freud’a göre yansıtmalar da yapılabilir. Buna göre kendimizde beğenmediğimiz bir özelliği bastırmaya çalışırken başkalarına bunu mal etmeye yönelebiliriz. Örneğin cimri biri başkalarını en önce cimri olarak yargılayan kişidir.
Bastırılmış istekler rüyalarda kendine yer bulabilir.
İnsanlar rüya görürken sınırlarını aşarlar. Bu onlara özgürlük verir. Uyandırıldıklarında ise kızarlar çünkü özgürlükleri ve sanata döktükleri düşünceleri kesintiye uğramış olur.
Sartre varoluşçu bir düşünürdür. İnsan özgürlüğüyle mahkum edilmiştir der. Ona göre insan bu dünyaya gelmeyi seçmedi ama burada özgürce yaşasa bile bu özgürlüğün içinde hapistir.
Eşi Simone de Beauvior kadın kendi hayatında sorumlu olmaktan vazgeçtiği için kendi kendini ezmektedir der.
Evren oluşurken büyük bir patlama oldu. Sonra evren genişlemeye başladı. Bir gün bu genişleme durabilir ve evren tekrar büzülebilir. Sonra tek bir noktaya gelip tekrar patlayıp genişleyebilir.