11 Temmuz 2023 Salı

“Duygusal Zeka” İsimli Kitaptan Notlar

Merhaba sevgili okurlarım,

Bugün sizlerle Daniel Goleman tarafından kaleme alınmış olan duygusal zekâ isimli kitabı bu tartışacağız. Kitabın başlığında ilginç bir şekilde şu ifade geçiyor “Duygusal zekaya neden IQ’dan daha önemlidir?”

İnsanlık uzun süre IQ’nun en önemli ayrıştırıcı özellik olduğunu düşündü. Oysa duygular ve bunların yönetimi en az IQ kadar önemlidir. Kitap da aslında bunu anlatmaya çalışıyor.

Geçmişten bugüne gelindiğinde en başarılı olan insanların en akıllı insanlar olmadığını görmüşüzdür. Elbette başarı için belli bir seviyede zeka gereklidir. Fakat en zeki olanın en başarılı olacağı varsayımı doğru değildir. İşte bu noktada duygusal zekâ denilen kavram devreye giriyor ve bir insanı başarılı yapan yetenekler, insanın duygusal becerilerini yönetebilmesi oluyor.

Duygusal zekâ, insanın kendini harekete geçirebilmesi, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilmesi, dürtüleri kontrol ederek tatmini erteleyebilmesi, ruh halini düzenleyebilmesi, sıkıntılarının düşünmeyi engellemesine izin vermemesi, kendini başkasını yerine koyabilmesi ve umut besleyebilmesi konularını kapsar.

Maalesef dünyada geçerli olan eğitim müfredatı genellikle aklı geliştirmeye yönelik olan müfredattır. Oysa aklı ve kalbi birleştirerek nasıl eğitim verilebileceğine dair bir vizyon geliştirilirse çocuklar bundan çok daha olumlu etkilenebilirler. Yakın gelecekte okullardaki eğitimin düzenli olarak özbilinç, özdenetim, empati ile dinleme, anlaşmazlık çözme ve iş birliği gibi temel insani becerileri kapsayacağına inanıyorum.

Duygular insanın tepkiler geliştirmesine yardımcı olur. Örneğin öfke hissedildiğinde, kan akışı bir silahı tutmaya ya da düşmana vurmayı kolaylaştırıcı şekilde ellere yönelir. Korku hissedildiğinde, kan kaçmayı kolaylaştırmak için bacaklardaki gibi büyük iskelet kaslarına yönelir. Şaşkınlık hissedildiğinde ise kalkan kaşlar görüş alanının büyüyüp retinaya daha fazla ışık girmesini sağlar. Bu beklenmedik durum hakkında daha fazla bilgi edinip çevrede neler olup bittiği anlaşılmaya çalışılır.  

Aslında biz iki zihne sahibiz; birisi düşünüyor, diğeri ise hissediyor.

İlkel canlılarda koku bölgesi ile Limbik sistem arasındaki bağlantı sayesinde kokular tanınıp seçilebiliyor, o anki koku geçmişteki ile karşılaştırılabiliyor ve böylece iyi kötüden ayırt edilebiliyordu.

Duygusal patlamalara sinirlerin korsanlığı ismini verebiliriz. Bulgulara göre o anlarda beyindeki bir merkez, acil durum mesajı verip beynin geri kalan kısımlarını da o duruma odaklar. Korsanlık anlarının en önemli özelliği kişinin o anı atlattıktan sonra kendisinin de neye uğradığını bilememesidir.

Beynin korku merkezi olarak adlandırılan amigdala duygusal durumların uzmanıdır. Amigdala beynin geri kalan kısmından ayrılsa olayların duygusal anlamını değerlendirmekte inanılmaz bir yetersizlik hatta duygusal körlük denilen durum ortaya çıkar.

Bir yüzün kuzenimizin olup olmadığını ayırt eden hipokampüstür, ondan pek hoşlanmadığınızı ekleyen ise amigdaladır. Bu nedenle Hipokampus bilgiyi ortaya çıkarırken amigdala o bilginin duygusal bir değerinin olup olmadığını belirler.

Beyinde iki bellek sistemi bulunmaktadır. Biri sıradan olaylar için diğeri ise duygusal açıdan yüklü olanlar için. Duygusal anılar için özel bir sistemin olması son derece anlamlıdır. Hayvanların kendilerini tehdit eden ya da hoşlarına giden olaylar hakkında canlı anılara sahip olmalarını sağlar. Ancak duygusal anılar şimdiki zamanı yanlış yönlendirebilir.

Duygusal anılar bebeğin yaşadıklarını henüz dile getiremediği bir dönemde yerleştikleri için ileride çağrıştırıldıklarında birey bunlarla ilgili duygusal durumu hatırlayacaktır. Nazi ölüm kamplarında sürekli baskıya maruz kalan insanların önemli bir kısmı elli yıl sonra bile genelde korku hissettiklerini ifade ediyordu. Dörtte üçüne yakın bir bölümü bir üniforma gördüklerinde, kapının vurulmasını işittiklerinde veya köpeklerin havladığını duyduklarında halen korku hissettiklerini belirtmiştir. On kişiden sekizi halen toplama kampı ile ilgili rüyalar gördüklerini ifade etmiştir.

Bir insanın kötü karar vermesi duygusal bilgi haznelerine erişiminin yeterli olmaması ile açıklanabilir. Düşünce ve duygunun buluştuğu nokta olan prefrontal - amigdala devresi yaşamımız boyunca hoşlandığımız ve hoşlanmadığımız şeylere ilişkin bilgilerin haznesini açan tek anahtardır. Oradaki duygusal bellekle bağ kopuksa neokorteks neyin üzerinde düşünüp taşınırsa taşınsın geçmişte onunla bağlantılı olan duygusal tepkileri başlatamayacağı için her şey belirsiz bir tarafsızlığa bürünür. Buradan anlaşılıyor ki duygular mantıklı olmak için gereklidir. Aslında akıl, duygusal zeka olmadan tam verimli çalışamaz. 

Buradan anlaşılıyor ki duygunun yerine aklı koymak değil ikisi arasındaki akıllı dengeyi bulmak önemlidir.

Akademik zekanın duygusal yaşamla pek ilgisi yoktur. Aramızdaki en zeki insanlar gem vuramadıkları tutkuların, söz geçiremedikleri dürtülerin esiri olabiliyor. Yüksek IQ’lu kişiler özel yaşamlarını hayret edilecek ölçüde kötü yönetebiliyor.

Bir matematikçi, “SAT matematik puanı 500 (maks puan 800) olan bir üniversite birinci sınıf öğrencisi, matematikçi olma hevesinden vazgeçmelidir ancak kendi işini kurmak, senatör olmak ve milyonlarca dolar kazanmak istiyorsa vazgeçmesi için hiçbir sebep yoktur” demiştir. Orta yaşlarına kadar takip edildiğinde, okul sınavlarında en yüksek puanları tutturan kişilerin, daha düşük puanlı arkadaşlarına oranla maaş, verimlilik ve kendi alanlarındaki konumları açısından çok daha başarılı olmadıkları gözlenmiştir. Üstelik hayatlarından ne daha hoşnut, ne de arkadaş, aile ve aşk ilişkilerinde daha mutluydular.

Duygusal zekâ yetenekleri beş ana başlık altında toplanabilir. Özbilinç, duyguları idare edebilmek, kendisini harekete geçirebilmek, başkalarının duygularını anlamak ve ilişkileri yürütebilmek.

Özbilinçli insan özerk, kendi sınırlarından emin, dışarıdan kendisine bakabilen, psikolojik açıdan sağlığı yerinde olan ve hayata olumlu bir gözle bakan insandır. Kötü bir ruh haline girdiklerinde bunu dert edip kafalarına takmazlar ve kısa bir süre içinde kendilerini bu durumdan kurtarırlar. Stres karşısında her şeye fazlasıyla dikkat eden kişi özellikle de özbilinçten yoksunsa istemeden tepkisinin şiddetini arttırır.

Burada önemli olan duyguları bastırmak değil belli bir dengede yaşamaktır. Her duygunun kendine özgü bir değeri ve önemi vardır. Burada Aristo‘nun tespit ettiği gibi makbul olan uygun duygudur yani koşullarla orantılı biçimde hissedebilmektir.

İnsanın olumsuz bir duygudan kurtulabilmesi için ufak bir zafer ya da kolay bir başarı oluşturması gerekmektedir. Evde uzun zamandır ertelenmiş bir işe girişmek ya da halledilmesi gereken bir işi üstlenmek gibi. Aynı nedenle sadece şık giyinerek ya da makyaj yaparak bile olsa kendi görüntüsünü düzeltmek insanı neşelendirebilir.

Bir insan kendisini kendisinden daha aşağı seviyede olan insanlarla kıyasladığında bu moral yükseltici olur. Diğer taraftan kendini daha üst seviyede insanlarla karşılaştıranlar ise en derin depresyona girenlerdir. En etkili depresyon ilacı ihtiyacı olanlara yardımda bulunmaktır. Depresyon derin düşüncelerle ve insanın kafasında kendi sorunlarını takması ile beslendiğinden kendi acıları ile buluşan kişilere empati duymak kuruntularımızdan silkinmemizi sağlar.

Berlin’deki en iyi müzik Akademisi’nin 20 yaşlarındaki en başarılı keman öğrencileri hayatları boyunca on bin saat çalışma yapmışlardı.

Dört yaşındaki çocuklara bir lokum testi yapılmıştır. Çocuklara, “eğer yapmakta olduğum görevi bitirmemi beklersen iki tane lokum alabilirsin. Eğer o zamana kadar bekleyemezsen şimdi ama sadece bir tane alabilirsin” denmiştir. Bunların bir kısmı duygularına yenilerek hemen bir tane almayı tercih ettiler. Fakat dürtülerine karşı koyabilen ve başlamakta olan hareketi bastırabilen çocuklar ergenliğe ulaştıklarında sosyal açıdan daha yeterli idiler. Bu çocuklar kendini ortaya koyabiliyor, hayatta karşılaştıkları açmazlarla daha iyi mücadele edebiliyorlardı. 

Çocukların lokumu hemen kapanlarından üçte biri ortak özellik olarak psikolojik açıdan daha sorunlu bir görünüm sunmaktadır. Ergenlik zamanında sosyal temastan kaçınmaya, inatçı ve kararsız davranmaya daha açıktılar. Hayatın ilk dönemlerinde ufak tefek başlayan şeyler zaman içinde büyüyüp gelişerek çok daha çeşitli sosyal ve duygusal beceriler halini alıyor. Dört yaşındayken sabırla bekleyenlerin öğrenci olarak da beklemeyenlere kıyasla daha üstün çıktıklarını görüyoruz. Bunlar fikirlerini daha iyi ifade edebiliyor, mantıklarını kullanıp akıllıca tepki verebiliyor ve yaptıkları işe konsantre olabiliyorlar.

Kaygı her türlü akademik başarıyı engeller. Bir insan tasalanmaya ne kadar yatkınsa akademik başarısının da neyle ölçülür ise ölçülsün o kadar düşük çıktığı belirlenmiştir. Tasalı olmayan kişilerden oluşan bir kıyas grubundan 15 dakika boyunca bilinçli olarak tasalanmaları istediğinde onların da aynı işi yapma yeteneğinde hızlı bir düşüş gözlemlenmiştir. Tasalı kişilerin ise işe başlamadan önce 15 dakikalık gevşeme seansı ile tasalanma düzeyi düşürüldüğünde işi yaparken sorunları olmamıştır. 

Kaygı ile başarı arasında optimum bir nokta vardır. Çok kaygı ile tamamen kaygısızlık başarıyı olumsuz etkilemektedir. Ruh halindeki hafif değişiklikler düşünme sürecini etkiler. Plan yaparken veya karar alırken iyi ruh halindeki kişileri daha geniş ve olumlu düşünmeye yönelten algısal bir eğilim vardır. İyi ruh halinde iken daha olumlu olayları hatırlarız, kendimizi iyi hissettiğimiz bir sırada, işin iyi ve kötü yanlarını düşünürken belleğimiz terazinin olumlu kefesine ağırlığını koyar. Böylece biraz daha maceracı ya da riskli bir şeyler yapabilmemiz kolaylaşır. Aynı nedenle kötü bir ruh hali belleği olumsuz yöne saptırarak bizi korkak, temkinli kararlar almaya yönlendirir. 

Umut, aynı zeka düzeyindeki insanları farklılaştırmaktadır. Umut besleyebilen öğrenciler kendileri için daha yüksek hedefler belirleyip sıkı çalışarak bunlara nasıl ulaşabileceklerini biliyorlar.

İyimser kişiler başarısızlığı değiştirilebilir bir nedene bağlar ve böylece bir sonraki denemelerinde başarılı olacaklarına inanırlar. Kötümserler ise başarısızlığın nedenini kendilerinde bulup değiştiremeyecekleri sabit bir özelliğe atfederler. Kötümsere yapılan olumsuz bir geri bildirim onun daha kötü olmasına, iyinin ise daha iyi olmasına neden olur.

Akış haline girebilmek duygusal zekanın en üst noktasıdır. Bu durum belki de duyguların tamamen performans ve öğrenim hizmetine verilmesidir. İnsanların konsantrasyonu kendilerinden beklenenler her zamankinden biraz daha fazla ise ortaya çıkar ve sonuçta her zamankinden daha çok şey verilebilir. Kendisinden çok az şey beklenen insan sıkılır. Baş edebileceğinden fazlası istenirse de kaygılanır. Akış, can sıkıntısı ve kaygı arasındaki o hassas bölgede oluşur. 

Empatinin kökeni özbilinçtir. Duygularımıza ne kadar açıksak, hisleri okumayı da o kadar iyi beceririz. Empati gösteremeyenler karşısındakinin acısını hissetmezler.

İki insan etkileşimde bulunduğunda ruh hali, duygularını daha güçlü ifade edebilenden daha edilgen olana doğru aktarılır.

Sosyal ilişki zekası yüksek olan kişiler, insanlarla rahat bağlantı kurabilen, onların tepkilerini ve hislerini akıllıca okuyabilen, onları yönlendirebilen, organize edebilen ve her insani faaliyette alevlenebilecek tartışmaların üstesinden gelebilen kişilerdir. İnsanlar, “böyle insanlarla birlikte olmak ne büyük zevk” türünden şeyler söylerler.

Çocuklar reddedilme endişesi yüzünden başka çocuklarla oyun oynama konusunda temkinlidir. Bu durum ilerleyen yaşlarda tanımadığı kişilerin bulunduğu bir partiye katılan ve yakın arkadaş görüntüsünde neşeli bir muhabbete dalmış gruptan uzak duran bir yetişkinin hissettiği kaygı haline gelir.

Cinsiyetlerin arasında duygusal zekâ anlamında farklılıklar görünür. Erkekler yalnızlık, katı bir bağımsızlık ve özerklikle gurur duyarken, kızlar kendilerini bağlantı ağının bir parçası olarak görür. Erkekler kendi bağımsızlıklarına meydan okuyabilecek herhangi bir şeyi tehdit olarak algılarken, kızlar daha çok ilişkilerinde bir kopma konusu olduğunda kendilerini tehdit altında hissederler.

Stres ve kaygı bağışıklık sistemini olumsuz etkiler. Az stresli olanların %27’si virüse maruz kaldıktan sonra soğuk algınlığına yakalanırken, bu oran stresli bir yaşantı sürenlerde %47 olmuştur.

Sosyal tecrit, yani özel duygularını paylaşacak ya da yakın temasta olduğumuz kimsenin bulunmadığı hissinin hastalık ya da ölüm oranını ikiye katladığı görülmüştür. Aslında sigara içmek ölüm riskini 1,6 oranında artırılırken sosyal tecrit iki kat artırmaktadır.

Çocuğun okula hazır olması, tüm bilgilerin aslı olan nasıl öğreneceğine bağlıdır. Burada duygusal zekâ ile ilgili yedi anahtar öğe bulunmaktadır. Bunlar; güven, merak, amaç gütmek, özdenetim, ilişki kurabilme, iletişim yeteneği ve iş birliği yapabilmedir.

Eğer insanlar bir felaket karşısında bir şeyler yapabileceklerini, ne kadar küçük çapta olursa olsun bir miktar denetim gücüne sahip olduklarını hissediyorlarsa, kendini tamamı ile çaresiz hissedenlere kıyasla duygusal olarak çok daha iyi durumdadırlar. Denetimimizde olan bir şey bizi rahatlatır.

Hüzünlü ya da neşeli bir mizaca eğilimin, çekingenlik ya da atılganlık eğilimi gibi hayatın ilk yılında ortaya çıkması, bu özelliğin kalıtımsal olarak belirlendiğini işaret eden bir gerçektir.

Korumacı zihniyet çocuğun korkularını alt etmeyi öğrenme fırsatını yoksun bıraktığı için korkuları artırmaktadır. Çocuk yetiştirmede “uyum sağlamayı öğren” felsefesi, korkak çocukların cesaretlemesine yardımcı olur.

Son yarım yüz yıldır gerek din, gerekse toplum ve geniş aileden gelen destek bağlamında büyük inançların silikleşmesini yaşadık. Bu, yenilgilere ve başarısızlıkları karşı tampon vazifesi görebilecek kaynakların kaybı anlamına gelir. Bir başarısızlığı kalıcı bir şey olarak görüp hayatınızdaki her şeye gölge düşürecek kadar büyüklüğünüzde bir yenilgiyi sürekli bir umutsuzluk kaynağını dönüştürme eğiliminde olursunuz. Oysa tanrıya ve ölümden sonraki yaşama inanmak gibi daha geniş bir bakış açısına sahipseniz işinizi kaybetmiş olmak sadece geçici bir yenilgi olarak kalır.

Yenilgiye uğrayan insan kendini alkol veya uyuşturucuya verebilir. Alkolün metabolik etkileri kısa bir ferahlamanın ardından çoğu kez depresyonu daha da kötüleştirir. Yemek yemek de böyledir…

Kitapta daha birçok önemli bilgi bulacaksınız. O sebeple okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Merhaba kıymetli okuyucularım,
Yorumları denetlemeden siteye koyamıyorum. Maalesef uygun olmayan içerikler paylaşan kullanıcılar oluyor ve bunun siteyi ziyaret eden insanları olumsuz etkilemesini istemiyorum. Vaktimin darlığından her zaman yorumlarınıza da yanıt veremiyorum. Anlayışınız için teşekkür ederim.