28 Haziran 2022 Salı

“Yeni İnsan ve İnsanlar” Adlı Kitap Özeti

Merhaba sevgili arkadaşlar, bugün sizlere Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı tarafından yazılmış olan Yeni İnsan ve İnsanlar adlı kitabı özetlemeye çalışacağım.

Kitap genel anlamıyla sosyal psikolojiden bahsediyor. Sosyal psikolojiyi de “sosyal ve kültürel ortamdaki birey davranışının özelliklerinin ve nedenlerinin bilimsel incelemesi” olarak tanımlıyor. Özetle sosyal psikoloji, kişinin başka kişilere ilişkin davranışını incelemektedir.


Sosyal etkiye maruz kalan insanlar uyma davranışı gösterebilmektedir. Örneğin sokakta birkaç kişinin havaya baktığını gören Ahmet diğerleri gibi durup havaya bakabilmektedir. Bir başka örnekte de iki kapıdan hangisinin kadınlar için hangisinin erkekler için olduğu belli olmayan bir tuvalette Mehmet kararsızlık içinde ise hangi kapıdan kimin çıktığına göre tercihini yapabilmektedir.

İnsanın uyma davranışı gerçekten araştırmaya değer bir konudur. Örneğin Asch’in uyma deneyi çok çarpıcı çıktılar vermektedir. 

Solomon Asch isimli sosyal psikolog 1953 yılında bireylerin sosyal duruma uyumları üzerine bir deney tasarlar. Katılımcılara bir görüş testine girecekleri söylenir. Deneyde tüm katılımcılara bir çift kart gösterilecektir. Bu kartların birinde kısa, orta ve uzun olmak üzere 3 çizgi vardır. Diğer kartta ise tek bir çizgi bulunmaktadır ve diğer karttaki 3 çizgiden biriyle aynı boydadır. Daha sonra deneklere bu karttaki çizginin diğer karttaki çizgilerden hangisine benzediği sorulur. 

Katılımcılardan biri hariç diğer hepsi Asch'ın asistanlarıdır ve deneyin amacı gerçek deneğin davranışının diğer deneklerden ne derece etkilendiğini bulmaktır. Katılımcıların hepsi aynı odada durmaktadır ve kendilerine kart çiftleri gösterildikten sonra sırayla cevap vermeleri istenir. Gerçek deneğe en son sıra gelir. Sıra ona gelene kadar denek diğer katılımcıların önce doğru cevap verdiklerini fakat daha sonra katılımcıların hep birlikte yanlış cevaplar vermeye başladıklarını görür. Cevap sırası kendisine gelen gerçek deneklerden %32'si yanlış da olsa grubun söylediği cevaba katılır.

Yukarıdaki deneyde anlaşıldığı gibi insanlar sosyal etkileri maruz kaldıklarında gruba uyuma davranışı içine girebilmektedirler.

İnsanın içinde bulunduğu grubun büyüklüğü, grubun kendi içerisinde söz birliği yapması, grubun saygınlığı veya yüz yüze olması insanın uyuma davranışını büyük ölçüde etkileyebilmektedir.

Gruba olan uyum elbette ki kültürel değerlerden de etkilenmektedir. Toplulukçu kültürlerin insanları gruplarının onayını almayı bireyci kültürden insanlara göre daha fazla önemserler ve alamazlarsa utanç duygusu yaşarlar. Bireyci kültürden bir kişi gruptan özerk olma ve birey olma gereksinimine daha fazla sahiptir. Gruba uyum toplulukçu kültürlerde bireyci kültürlerde olduğu gibi bir zayıflık ve birey olma özelliğini yitirme işareti sayılmaz. Tam tersine kişiden beklenen budur ve olgunluk belirtisidir.

Gruba uyum temelde üç şekilde gerçekleşebilir. Bunlar; itaat, özdeşleşme ve benimsemedir. Eğer bir otoriteye itaat ederek farklı fikirde olmuş olsak da gruba uyum sağlıyorsak bunun adı itaattir. Fakat grubun söylediklerini benimsiyorsak bunun adı benimsemedir. Bunlardan en kalıcı olan benimsemedir.

Tutum bir bireye atfedilen ve onun bir psikolojik obje ile ilgili düşünce, duygu ve davranışlarını düzenli bir biçimde oluşturan eylemdir. Tutumlardan yola çıkarak kalıplaşmış tutumlardan da bahsedebiliriz. Kalıplaşmış tutumlar küçük yaşlarda gelişmeye başlar; politik, tarihsel, ekonomik veya kültürel çeşitli etkenlerden etkilenir, çoğunlukla başkalarından kulaktan dolma edilen bilgilerle gelişir, akılcı olmaktan çok duygusal nitelikte olurlar ve bunlar kolayca değişmeyip zaman içinde oldukça durağan hale gelirler. 

Farklı politik görüşleri olan insanlar arasında birbirlerine ters radikal düşüncelere sahip insanlar birbirlerini oldukça olumsuz şekilde görürlerken, bunların arasında politik düşünceye sahip olan insanlar her iki radikal kesimi de diğerlerinin birbirlerini gördüklerinden daha ılımlı görme eğilimindedir.

İnsanları ikna etmenin iki temel yolu vardır. Bunlar; merkezi ve çevresel yollardır. Örneğin bilgisayar reklamı ile sigara reklamını kıyaslayalım. Bilgisayar reklamında pazarlanan bilgisayar hakkında oldukça teknik ve ayrıntılı bilgiler verilir. Oysa sigara reklamlarında sigara hakkında bilgi vermek yerine sigarayı çekici kişilerin, tanınmış film yıldızlarının kullandığı hissiyatıyla olumlu bir durum oluşturulmaya çalışılır. Bunlardan bilgisayar reklamı merkezi bir yol olurken, sigara reklamı ise çevresel yolla iknaya iyi bir örnektir. İnsanlar düşünme eğiliminde olduklarında merkezi yolla ikna edilebilirlerken, düşünme tembeli olunan durumlarda çevresel yol daha etkili olur.

İnsanlarla yapılan bir iletişimde kullanılan cümlenin içeriği kaynağına bağlı olarak anlam kazanabilmektedir. Örneğin “arada bir biraz başkaldırma iyi bir şeydir ve fiziki dünyada fırtınalar nasıl gerekliyse politik dünyada da o kadar gereklidir” cümlesi bir kısım deneğe Amerika eski devlet başkanlarından Jefferson’a, diğer kısmına da Lenin’e ait olduğu söylendi. Cümlenin Jefferson’a ait olduğunu düşünen denekler cümleyi fikir özgürlüğünün bir ifadesi olarak yorumlarken Lenin’e ait olduğunu düşünenler ise toplumsal baş kaldırma olarak konuya baktılar. 

İletişimin daha gerçekçi olabilmesi için kaynağın kendi çıkarı doğrultusunda iletişim yapmaması hatta yaptığı iletişimin kendi çıkarlarına biraz ters düşmesi gerekmektedir. Bunun yanında tesadüfi olarak duyulduğu zannedilen iletişim kişiyi etkileme amacı taşımadığından yani bir art niyetle yapılmadığından çok daha güvenilir olarak algılanmaktadır.

İletişimin bir özelliği de tek ya da çift yönlü oluşudur. Tek yönlü iletişimde sadece ileri sürülen tez açıklanırken çift yönlü iletişimde karşıt görüş de açıklanabilmektedir. Eğer iletişim kurulan grup daha zeki ve bilgi sahibi ise çift yönlü iletişim tercih edilebilir. Oysa iletişim kurulan grup çok zeki bir grup değilse tek yönlü iletişim ile anlatılmak istenen doğrudan karşı tarafa söylenir.

Konuya bir de duygusal veya akılcı iletişim olarak bakmak lazım. İletişim ancak eğer dinleyiciye yakın bir konusu varsa duygusal olabilir. Aksi halde duygusallık dinleyici tarafından tuhaf olarak nitelendirilir. Örneğin bir politikacı hayat pahalılığı ya da yurttaki enflasyon hakkında konuşurken duygusal olursa dinleyicileri etkileyebilir ama aynı politikacı Japon Yeni’nin devalüasyonu konusunda duygusallaşırsa bu hiçbir şey ifade etmez. Akılcı iletişim ise dinleyici grubuna somut bilgiler vermek üzerine yapılan iletişimdir. Her iki iletişim de yeri geldiğince kullanılabilir.

Bunun yanında korku içeren iletişimin korku içermeyen iletişime göre daha etkili olduğu görülmektedir.

Şimdi bir de iletişime maruz kalan hedef grubun nasıl hareket ettiğinden bahsedelim. Birincisi dinleyicinin tutumu ile ilgili olarak ne kadar taahhüt altına girdiği bu iletişime vereceği cevabı etkilemektedir. Örneğin belli bir marka otomobili yeni satın almış bir kimse başka bir markanın reklam propagandasına kapalı olacaktır. Ya da bir politik görüşü herkesin önünde savunmuş olan bir kimse başka bir politik görüşe kolay kolay geçemeyecektir. 

Diğer bir konu da kendine güvendir. Birçok araştırmanın ortak bulgusu kendine güveni az olan kişilerin kolay ikna olduğudur. Kendine güveni olmayan kimseler kendi görüş ve fikirlerine de fazla değer vermedikleri için onları değiştirmeleri güç olmaz. Ayrıca düşük saygınlığı olan dinleyicilerin daha kolay etkilenebilir olduğu da söylenebilir. Yüksek zeka veya eğitime sahip dinleyicilerin düşük zeka ve eğitimlilere oranla tutarlı, mantıklı ya da karmaşık iletişimden daha fazla etkilenecekleri söylenebilir. 

Kadınların genellikle erkeklerden daha kolay ikna edilebildiği ve sosyal etkiye daha fazla uyum gösterdiği görülmüştür. Fakat burada belirtilmesi gereken nokta, cinsiyet farkından dolayı bu iknanın mümkün olduğu değil, kadının ve erkeğin toplumsal rolünün kadın üzerinde daha fazla uyma davranışı göstermesidir.

Biraz da yanılgılardan bahsedelim. 

Başkalarını olumlu görme eğilimimiz, olumsuz bir kişilik özelliği gördüğümüz zaman bunu olduğundan daha fazla önemsememize ve kişi hakkında izlenim oluştururken bu olumsuz özelliğe daha çok ağırlık vermemize yol açar. İletişim kurduğumuz insanın fiziksel görünümü, beden dili, yüz ifadeleri ve göz teması gibi iletişim özellikleri bizim onu daha sıcak karşılamamıza neden olur. 

İnsanların kendi tercihleri hep daha değerli görünür. Örneğin bir çalışmada denekler piyango bileti satın almışlardır. Fakat bazı öğrenciler kendi biletlerini kendi seçmiş, bazılarınınkini ise araştırmacı kendisi öğrencilere vermiştir. Daha sonra öğrencilere biletlerini araştırmacı geri satmaları söylenmiştir. Biletini kendi seçen öğrenciler, araştırmacının bilet verdiği öğrencilere oranla biletlerine dört kat daha fazla para talep etmişlerdir. 

Bir kişi bir başarıyı kendisine mal ederken başarısızlık için suçu dışsal etmenlere yükleyebilmektedir.

Zihinsel kestirme yöntemleri de önemli bir başka yanılgı kaynağıdır. Örneğin yabancı markalı giysiler her zaman daha kalitelidir. Pahalı lokantalarda yemekler daha iyi ve hijyenik şartlarda hazırlanır. "Ev alırsan tuğladan kız alırsan Muğla’dan" gibi düşünceler uzun ve sistematik gözlemler sonucu oluşmuş olmasa dahi birçok insanın inandığı ve kararlar verirken başvurduğu düşüncelerdir. Kahneman ve Tversky bir neden ararken kullandığımız basit ve yaklaşık kural veya kestirme stratejilerine zihinsel kestirme yöntemler adını vermişlerdir. Bu kestirme yöntemleri çok az miktarda düşünme gerektirir ve insanlar kendilerine kısa bir yol seçip kararlarını verirler. 

Bir insanı iyi bir kişi olarak algılarsak ve ona karşı tutumumuz olumlu ise, bütün diğer iyi özelliklere de sahip olduğunu düşünürüz. Onunla ilgili beklenti ve çıkarımlarımızı ona göre belirleriz. Güzel kişiler hemen hemen bütün olumlu özellikleri sahip olarak değerlendirilirken, güzel olmayanlar ise olumlu özelliklerde en düşük değerlendirmeye tabi tutulmuşlardır. 

Bir önemli yanılgı ise yaygınlık yanılgısıdır. Eğer ben böyle düşünüyorsan mutlaka başka insanlar da öyle düşünüyordur inancı bunu ifade eder. Herkesin bizim düşüncemizde uzlaştığı yanılgısıdır.

Grubun birey üzerindeki etkisinden de bahsetmeliyiz. Şu kesinlikle ortaya çıkmıştır ki birey grup içinde yalnız olduğu zamankinden farklı davranmaktadır. Yapılan bir deneyde insanlar üçe ayrılmışlardır. Bunlardan birinci gruba “Grup seni seçti sana değer veriyor.” şeklinde bilgi verilirken bir diğerine “Seni isteyenler de var istemeyenlerde. Durumun ileride iyileşebilir de kötüleşebilir de...” şeklinde bilgi verilmiştir. Son gruba ise “Grup seni seçmedi, grup içinde olman fazla değerli görünmüyor.” denmiştir.

Oluşturulan bu üç grupta grup normuna en fazla uyuma davranışı kendilerini grubun kısmen kabullendiğini sanan orta düzeydekilerde görülmüştür. Bu üyeler grubun desteğini bir dereceye kadar kazanmışlardır ama durumları pek sağlam değildir. Grup desteğini sağlama almak veya reddedilmek kendi ellerindedir. Bundan ötürü de yerlerini sağlamlaştırmak için grup normlarına en içten şekilde bağlanmışlardır. Burada normları benimseme durumu gerçekleşmiştir.

En alt statü düzeyindeki grup üyelerinde de ortadakiler kadar olmamakla beraber uyma davranışı görülmüştür. Ancak bu üyeler sadece grup içindeyken grup normunu kabullenmişler ve ona uyma davranışını göstermişler, yalnız oldukları zaman ise norma aldırış etmemişlerdir. Bu kesimde benimseme değil itaat ile uyma söz konusudur.

En üst statüde olanların uyma davranışının da ortadakilerden daha az olduğu görülmüştür. Bunun sebebi grup tarafından sevilen kabullenilen lider güven duygusu içindedir. Kazanabileceği kadar statü kazanmış demektir. Statüsüne yükseltmek için normlara büyük bir titizlik ile uyması gerekmez. Bu bakımdan ortadakilerden daha rahattır.

Bu deneyi genelleştirirsek orta sınıf üyelerinin ya da orta sosyoekonomik düzeyde olan kimselerin genellikle toplumsal normlara en fazla uyanlar oldukları bilinmektedir. Toplumsal normlara uymama davranışı ise daha çok alt sosyoekonomik kesimlerde görülür. En yukarı sosyal tabakalarındaki kimselerin ise davranışlarında daha serbest oldukları gözlemlenmiştir.

Bir de sosyal kaytarmaya bakalım. Grupta bulunan insanların emeklerinin toplamı sonucu ortaya bir işin çıkacağı durumlarda işten kaytarma meydana gelebilir. Birden çok kişinin emeğinin yer aldığı bir işte kimin ne ölçüde katkıda bulunduğunu saptamak o kadar kolay olmaz. Bu durum bazı kişilerin başkaları nasıl olsa yapıyor benim yapmama ne gerek var şeklinde düşünmesine neden olabilir. Buna sosyal kaytarma denir. Yapılan bir deneyde farklı sayıdaki insanlar tarafından oluşturulan gruplarda insanların mümkün oldukça fazla gürültülü şekilde el çırpmaları istenmiştir. Grupta kişi sayısı arttıkça deneklerin her birinin çıkardığı gürültünün azaldığı gözlemlenmiştir. 

Peki insanlar neden sosyal kaytarmaya başvururlar? Bunu sadece tembellikle açıklayabilir miyiz? Öne sürülen bir açıklamaya göre insanların grup içinde çalışırken harcadıkları çabanın gözden kaybolup gideceğini düşünmeleri ve bunun sonunda daha az çaba göstermeleri sosyal kaytarma olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü insanlar ne kadar emek harcadıklarını gizleyemedikleri zaman işten kaytarmayı da göze alamıyorlar. Eğer çalışanlar yapmış oldukları katkının grup içindeki değerinin ölçülebileceğine inanırlarsa sosyal kaytarmaya da başvurmazlar. 

Bir de grubun niteliğine göre oluşan durumları inceleyelim. Yetkin bir liderin olduğu grup, demokratik bir grup ve lider tarafından serbest bırakılan bir grup arasındaki farkları inceleyelim.

Yetkin lider grubunda tüm kararlar lider tarafından verilmektedir. Diğer bir değişle neyin, ne zaman ve nasıl yapılacağını lider belirlemektedir. Çocuklar liderin söylediklerini tartışmasız olarak kabul etmek zorundadır. Demokratik grupta ise lider kararları kendi vermez, tartışma özgürlüğü içerisinde grup bir bütün olarak karar verir. Lider her üyenin düşüncelerini açıkça söylemesini olağan karşılar. Son grupta ise grubun başında serbest lider diye adlandırabileceğiniz bir lider bulunmaktadır. Bu grupta üyeler tamamen serbest bırakılmışlardır. Lider işle ilgilenmez, çocuklar kendi başlarına çalışır. Karara liderin herhangi bir katkısı yoktur. 

Yetkin lider olan grupta yapılan iş miktar olarak diğerlerinden fazla olmakla birlikte kalite yönünden o kadar üstün değildir. Üstelik liderin grubu yalnız bırakması halinde yapılan iş miktarını büyük azalma olmaktadır. Üyeler lidere itaat etmekte, fakat kendi başlarına kaldıklarında saldırgan davranışlar göstermektedir. Demokratik grupta ise tam tersi bir görünüm vardır. Çıkarılan iş miktarı yetkin gruba oranla daha az olmakla birlikte kalite yönünden daha üstündür ve liderin gruptan bir süre için ayrılması işin ne kalitesinde ne de miktarını bir değişiklik oluşturmaz. Çocuklar ideal olan ilişkilerinde daha rahat ve kendinden emin bir tutum içindedir. Kendi aralarında de gayet iyi anlaşırlar. Serbest liderin olduğu grupta ise çıkarılan iş diğer gruplara oranla hem daha az hem de daha düşük kalitelidir. Çocuklar kendi aralarında iyi geçinmedikleri gibi yaptıkları işten de memnun kalmamışlardır. Liderin dışarı çıkması veya çıkmaması tahmin edilebileceği gibi hiçbir değişiklik oluşturmamaktadır. 

Bu gruplara deneysel olarak bazı zorluklar verilmiş ve grubun tepkisi gözlemlenmiştir. Yetkin liderin olduğu grupta kargaşa baş gösterirken üyeler birbirini suçlamaktadır. Demokratik grupta ise engelin bir an önce ortadan kaldırabilmesi için ortak çaba gösterdiği gözlemlenmiştir.