25 Ağustos 2022 Perşembe

“Beyaz Zambaklar Ülkesinde” Adlı Kitaptan Notlar

Merhaba kıymetli okurlarım,

Grigori Petrov tarafından yazılmış olan “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabı bataklıklarla dolu, tarıma elverişli toprağı olmayan, yer altı kaynakları bulunmayan ve uzun yıllar İsveç hakimiyeti altında kalmış Finlandiya’nın sıfırdan başlayarak ve tüm halkının çabalarıyla medeni bir toplum yolunda nasıl ilerlediğini gözler önüne seriyor. Bu niteliği ile kitap birçok Balkan ülkesi ile birlikte ülkemizde de yoğun ilgi ile karşılanmış. Hatta, Atatürk kitabı müfredata dahil ederek tüm toplumu bu şekilde bilinçlendirmeye çalışmış. Türkiye’de 1960’lı yıllarda yapılan bir çalışmada subaylara “sizi en çok etkileyen kitap hangisidir?” Diye sorulmuş. Subaylar “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” demişler. 

Yazar Petrov’a göre bir şeyin anlamı onun dış şeklinde değil içerisindeki özde veya ruhunda saklıdır. Örneğin Hristiyan olmanın anlamı Hz. İsa’yı tekrar etmektir. Hz. İsa ne yapıyorsa onu yapmaktır. Hastaları iyileştirmek, insanlara iyilik yapmak, günahkarlara yol göstermek gibi. Oysa onun yaşadığı dönemde ruhban sınıfı iktidarın kuklası olmuş, İncil’in ideallerinden kopmuştur. Ona göre bedeninizin, aklınızın ve ruhunuzun sahip olduğu kuvveti milletinize ve vatanınıza da vermeniz gerekmektedir. 

Petrov köhnemiş sistemi ve yozlaşmış kültürü ile Rusya’ya bir çıkar yol bulmaya çalışıyordu. Ona göre insanlar nasıl olursa Rusya da öyle olurdu. İnsanlar etraftaki olumsuzluklardan değil önce kendilerinden başlamalı ve böylece bu gelişim giderek topluma yayılmalıydı. Bu kalkınma hiçbir çıkar gözetmeden kendilerini ülkelerine adamış olan insanlar, yorulmak bilmeyen öğretmenler, işçiler ve öğrenciler; yani yaşamın kurucuları tarafından gerçekleşmiştir. 

Petrov bu insanlara hayranlığını şöyle ifade ediyor. “Vatanımızın en acımasız köşelerinden birinde yaşıyorlar ama öyle bir refah seviyesine erişmişler ki insan bakınca kıskanmadan edemiyor.” 

Finlandiya’nın bir ülke olarak ortaya çıkması 19.yy başında İsveç-Rus savaşının sonunda Finlandiya’nın Rusya’ya bağlanması ile mümkün olabilmiştir. Finlandiya özerk şekilde gelişmesine devam ederken Petrov gibi aydınların da dikkatini çekmiş. Hatta içerisinde Petrov’un da olduğu bu aydınlar Finlandiya’nın bir rol model olarak kalması gerektiğinden bahsetmişlerdir. Böylece Rusya’ya da bir rol model olması sağlanabilir diye düşünmüşlerdir. 

Johan Snellman, Finlandiya’nın milli uyanışının önemli liderlerindendir. Kitapta Snellman’dan o kadar övgü ile bahsedilir ki bunların bir kısmının Petrov’un abartması olduğu düşünülebilir. 

Snellman’a göre ülkedeki eğitimli kesim, eğitimsiz kesimin fiziksel ve ruhani olarak yükselmesine ve belli bir refah seviyesine erişmesine zerre kadar ilgi göstermemektedir. Finlandiya içerisinde bulunduğu durumdan dolayı hiçbir şeyi kaba kuvvetle halledemez. Bu sebeple kurtuluşun tek yolu eğitimdir. 

Snellman inanç hakkında ölü vaazlar veren din adamlarına da eleştiriler yöneltmektedir. Bunun yanında memurların adaletsizliğin başöğretmeni olduğunu belirtmektedir. Memurlar halka yasalara uymamaları gerektiğini öğretirler demektedir. 

Peki Finlandiya’da bu kadar övgüye değer neler yapıldı? Topyekün kalkınma için halk okulları açıldı. Gazeteler ile yapılan faaliyetler tüm yurda anlatıldı. Okullara ayrılan bütçe inanılması güç rakamlara ulaştı. Örneğin Turku’da şehrin elde ettiği gelirin yedide biri okullara ayrılmıştı. Malikane gibi okullar inşa edildi. İnsanlar oraya can atarak gidiyorlardı. Sınıf mevcutları azaltıldı. Okullara “En büyük zenginliğimiz” gözü ile bakan Finliler, yer altı zenginliklerinden uzak oldukları için kendi zenginliğimizi kendimiz oluşturmalıyız diyorlardı. Alkol satışını sınırlandırmışlardı. Böylece insanlarının daha zinde ve daha sağlıklı olmasını istiyorlardı. 

Askeri kışlalar halkın eğitim alacağı birer okul haline getirildi. Askerler kışladaki anılarını anlatırken mutlu olmalıydılar. İnsanlar askerden dönenlere baktığında kışla onu düzeltti demeliydiler.

İnsanların boş uğraşlarının olmaması gerekiyordu. Snellman futbol oynanmasına karşı çıkıyordu. Ona göre sağlam kafa sağlam vücutta bulunmasına rağmen oyuncular oyun süresince işe yarardı. “Siz Finlandiya’lı gençlerin görevi ağır bir topu tekmeleyip uzaklara göndermek değil, insanlarınızı göklere çıkararak onları yüceltmek ana vatanınızı daha hızlı şekilde geliştirmektir” diyordu. 

Snellman insanları nasıl eğittiyseniz gençlik de öyledir diyordu. Öğretmenlerin öğrencileriyle, anne babaların çocukları ile yeterince meşgul olmadığını ifade ediyordu. Burada sorumluluk eğitimi verene aittir diyordu. Hayatta herkes düzensizlikten yakınır ama kimse kendini düzene sokmaya çalışmaz. 

Halk nasıl olmuşsa liderler de öyle olmuştur. Halk neyi hak ediyorsa liderler de öyle olur. Bu konuda iki farklı düşünce vardır. Buna göre insan toplulukları hareketsiz ölü bir toprakken büyük liderler onu şekillendirir. Diğer görüşe göre de insanların hareket gücü ortaya çıkmaya ve toparlanmaya başlar başlamaz halk ileriye adım atar, yol kat eder ve ilerledikçe önlerindeki akıntıyı da beraberinde ilerletirler. Toplum da böyledir. Eğer ruhunda yücelik ve kahramanlık varsa içinden yüce insanlar ve kahramanlar çıkar. 

Çalışma şekli sonucu çok etkiler. Kas gücü ile yapılanın yanında bilgi ile güçlendirilmiş çalışma çok daha etkilidir. Zorla yaptırılan,  özgür iradeyi ihlal eden ve yabancılardan faydalanarak yapılan bir çalışma biçimi de vardır. Bunun yanında insanların hep birlikte insana can katan ve ortak bir ideale yönelik yaptıkları çalışma vardır. Bu çalışma daha etkilidir. Bugün sahip oldukları yüksek kültür seviyesi her bir bireyin uğraşları sayesinde 80-90 sene zarfında kazanılmıştır. 

Kitapta Papaz McDonalds’ın görüşlerinden de bahsediyor. Buna göre:

“Finlandiya’daki kiliselerimiz boş, unutulmuş, anlamsız şekilde dönen değirmenleri andırıyor. Çark dönüyor, değirmen taşları gıcırdayarak daireler çiziyor ama ortada tahıl yok. Kimse de gelip tahıl dökmüyor. İsa’nın öğrendiklerine dediği gibi yaprak dolu ama meyve vermeyen ölü bir incir ağacı. 

Önce inanç ve duygu gereklidir. Bunun sonucu olarak din yani bu hissin tanımı ortaya çıkar. Dinin özü de ritüellerden ibaret değildir. Ama bunlar gereklidir. 

İnsan yüksek bir potansiyel sahibi olabilir. Fakat bunu kullanmadıkça bir işe yaramaz. İçi tamamen dolu bir soba yanmadıkça odayı ısıtamaz.”

Bir Türk gazeteci 1928 yılında şöyle bir tespit yapıyor: 

“Sanki bu iki milyonluk Fin halkı bizlerin yani kendi kardeşlerinin ilerleyeceği yolu daha kolay bir hale getirmek ve yürüdüğümüz bu yolda daha emin devam edebilmemiz için bir deney yapmış gibi. Onların başarısı sadece bir örnek değil bizim de başaracağımızın bir kanıtıdır.”

Kitap beni de çok etkiledi. açıkçası ülkemiz ile birçok olumlu ve olumsuz bağlantı tespit ettiğimi düşünüyorum. Umarım sizin de hoşunuza gider. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Merhaba kıymetli okuyucularım,
Yorumları denetlemeden siteye koyamıyorum. Maalesef uygun olmayan içerikler paylaşan kullanıcılar oluyor ve bunun siteyi ziyaret eden insanları olumsuz etkilemesini istemiyorum. Vaktimin darlığından her zaman yorumlarınıza da yanıt veremiyorum. Anlayışınız için teşekkür ederim.