Thomas Piketty, Eşitliğin Kısa Tarihi adlı kitabında son birkaç yüzyılda dünyadaki siyasi, ekonomik ve toplumsal yapıların nasıl daha eşitlikçi bir yönelim gösterdiğini, bu süreçte yaşanan kırılmaları ve geleceğe dönük daha adil bir toplum için neler yapılabileceğini inceler. Piketty’nin temel savı şudur: İnsanlık, tarih boyunca yavaş ama sürekli şekilde daha eşit bir toplum yaratma yönünde ilerlemektedir; ancak bu ilerleme kendiliğinden değil, mücadeleler ve siyasal kararlarla mümkün olmuştur.
Piketty, kitabın başlangıcında
“eşitlik” kavramını yalnızca gelir dağılımı üzerinden değil, eğitim, sağlık,
siyasal temsil, toplumsal cinsiyet eşitliği ve mülkiyet rejimi gibi birçok
alanla birlikte değerlendirmeyi önerir. Ona göre eşitlik, yaşamın tüm yönlerine
yayılan çok boyutlu bir süreçtir.
Tarihsel Eşitsizlikten Modern
Eşitlik Arayışına
Yazar, antik ve ortaçağ
toplumlarının son derece hiyerarşik olduğunu hatırlatarak başlar. Aristokrasi,
kilise kurumları ve miras temelli sosyal yapılar, nüfusun çok küçük bir
kesimine büyük ayrıcalıklar tanırken geniş halk kitleleri yoksulluk içinde
yaşıyordu. 18. ve 19. yüzyıllar, özellikle Amerikan Devrimi, Fransız Devrimi ve
sanayileşme süreçleriyle çok önemli bir dönüm noktası oldu. Bu dönemde
mülkiyet, siyasal temsil ve vergilendirme konularında yeni eşitlik talepleri
yükseldi. Özellikle Fransız Devrimi, köylü isyanları ve sonradan ismi Haiti
olacak St. Domingue köle isyanı bunda baş rolü oynadı.
Diğer taraftan elitlerin direnişi
de beklenen bir şeydir. İnsanlar var olan rahatlarının bozulmasını istemez. Bu
da ancak isyan ve kolektif diğer seferberliklerle yenilgiye uğratılabilir.
Rusya’da çarlık rejimi
yıkıldığında temel amaç bir halk devleti kurmaktı. Fakat tek parti rejimi
diktatoryal bir aşamaya gelirken halkın üzerindeki etkisini ve güvenini
kaybetti. Hatta bu sebeple kapitalizmin dolaylı destekçisi olduğu bile
söylenebilir.
Piketty’e göre köle sahipliğine
bir tarafa bırakırsak dört tip mülkiyet vardır. Bunlar; üretim araçlarına sahip
olma, konuta sahip olma, devlete sahip olma ve dünyanın geri kalanına sahip
olmadır. Marsist yaklaşım üretim araçlarının mülkiyeti gerçek anlamda sömürülme
nedenidir. Sermayen birikimini destekleyen de bu sömürüdür.
Özellikle Çin ve Japonya’nın
18.yy ortalarındaki gelişmişlik düzeyi Batı ülkeleri ile hemen hemen aynıdır.
Bu da kölecilik ve sömürgecilik Batı’nın zenginleşmesinin esasını teşkil
ettiğini bize göstermektedir. 1550 yılında Osmanlı piyade ve donanması 140.000
kişiden oluşurken Bu sayı Fransız ve İngiliz kuvvetlerinin toplamı kadardı.
Oysa 1780 yılında Fransız ve İngiliz birliklerinin toplamı 450.000 kişiden
oluşurken Osmanlı’da sayı değişmemişti. Çin ve Hindistan’ın dünya imalat
üretimindeki payı 1800 yılında %50’lerde iken bu rakam 1900’de sadece %5’e
düşmüştü.
Köleciliğe olan yüksek tepkiden
dolayı Fransa ve İngiltere’de köle sistemi kaldırılmış ama köle sahiplerine
tazminat ödenmiştir. İngiltere’de ödenen tazminat o seneki İngiliz milli
gelirinin %5’ine karşılık gelmiştir. ABD’de de kölelere savaş sonrası tazminat
sözleri verilmiş ama bunlar yerine getirilmemiştir.
Fakat eşitsizliğin azalması
doğrusal bir süreç değildir. Piketty, 19. yüzyıldaki kapitalist büyümenin büyük
servet yoğunlaşmalarına yol açtığını ve yoksullukla beraber işçi sınıfının
ortaya çıktığını anlatır. Buna rağmen bu dönem, sendikalaşma, evrensel eğitim,
kadın hakları ve seçme-seçilme hakkı gibi devrim niteliğinde reformların da
başlangıcıdır.
1820 yılında dünya nüfusunun
%10’unun ilkokula erişim varken 2020 yılında genç nüfusun yarısının
üniversiteye gitmesi bekleniyordu. Eşitliğin sağlanması için bir faktörün de
nüfus olduğu belirtiliyor. Bu anlamda 21. yy da 11 milyar rakamına ulaşılacağı
ama buradan daha öteye gidilmeyeceği düşünülüyor.
20. Yüzyıl: Büyük Eşitlik
Yüzyılı
Piketty’ye göre 1914–1980 arası
dönem, birçok açıdan tarihin en hızlı eşitlikçi ilerlemelerinin görüldüğü bir
çağdır. Bunun üç temel nedeni vardır:
- İki dünya savaşı sonrası devletlerin yüksek
vergiler, gelir politikaları ve sosyal refah sistemleri kurmaya mecbur
kalması,
- Evrensel eğitim ve sağlık sistemlerinin
yaygınlaşması,
- Emek hareketinin güçlenmesi ve demokratik temsilin
genişlemesi.
Özellikle refah devleti, tarihsel
olarak en büyük eşitlik üreticilerinden biri olarak görülür. Bu dönem, servet
vergileri, yüksek gelir vergileri ve kamusal yatırımlar sayesinde daha dengeli
bir ekonomik yapı yaratmıştır.
Oysa yüzyılın başında en zengin
%10’un mülkün %85’ine sahip olduğu görülmektedir. Bu 2020 yılında Fransa’da %53
e kadar gerilemiştir. Orta gelir grubu da (en zengin %10 ile en yoksul %50
arasındaki %40’lık kısım) yüzyılın başında %15 pay alırken bugünlerde bu
%40’lara çıkmıştır. Bunların yanında en yoksul kesimin aldığı pay iyileşse de
%10’u geçememiştir. Gelir eşitsizliği ise her zaman mülkiyet eşitsizliğinden
daha az seyretmiştir.
Yüz yılın başında Avrupa’daki
mülkiyet yoğunluğu ABD’ye göre daha fazlaydı. Fakat gelinen son noktada
Avrupa’da bu tersine dönmüştür.
1980 Sonrası: Neoliberalizm ve
Eşitsizliğin Yeniden Artışı
Piketty, 1980’lerden itibaren
dünya genelinde eşitsizliklerin yeniden hızlı şekilde arttığını belirtir. Bu
artışın arkasında:
- Vergilerin azaltılması,
- Kamu yatırımlarının gerilemesi,
- Finansal serbestleşme,
- Küreselleşme süreçlerinin eşitsiz kazançlar
yaratması
gibi faktörler olduğunu ifade
eder.
Bu dönemde özellikle ABD ve
İngiltere’de servet ve gelir eşitsizliği dramatik şekilde büyümüştür. Buna
karşılık Kuzey Avrupa ülkeleri, güçlü sosyal politikalar sayesinde eşitsizliği
daha sınırlı tutabilmiştir.
Diğer taraftan dünyada en fazla
karbon salınımı yapan %1 kesimin %60’ı Kuzey Amerika’da yaşamaktadır. Fakat
bunların salınımından en fazla etkilenecek olanlar salınımı en az olan ülkeler
olacaktır. Bu nedenle Tim Jackson GSYF yerine ilerleme göstergesi olarak Küresel
İlerleme Göstergesi (GPI) kullanılabilir diyor.
Eşitliğin Çok Boyutlu Hale
Gelişi
Piketty, günümüzde eşitlik
mücadelesinin yalnızca sınıfsal değil, aynı zamanda:
- Toplumsal cinsiyet eşitliği,
- Irksal adalet,
- Eğitimde fırsat eşitliği,
- Demokratik temsilin güçlendirilmesi,
- Küresel ölçekte vergi adaleti
gibi başlıklarda yürütüldüğünü
vurgular. Ona göre eşitlik artık yalnızca ekonomik bir kavram değildir;
toplumsal yaşamın bütün alanlarını kapsayan bir idealdir.
Örneğin eğitim seviyesi
ebeveynlerin gelirleri ile doğru orantılıdır.
Piketty’nin Gelecek İçin
Önerileri
Kitabın en önemli bölümlerinden
biri, Piketty’nin geleceğe dönük eşitlikçi politika önerileridir. Yazar, daha
adil bir dünyanın ancak aşağıdaki reformlarla mümkün olabileceğini savunur:
- Kademeli servet vergisi: Büyük servet
yoğunlaşmalarını sınırlamak ve kamu hizmetlerini finanse etmek için
gereklidir.
- Evrensel miras (her bireye başlangıç sermayesi): 25
yaşında tüm gençlere devlet tarafından belli bir sermaye verilmesi.
- Kamusal eğitim ve sağlıkta evrensellik: Eşit
fırsatların temelidir.
- Demokratik katılımın genişletilmesi: Siyasi karar
süreçlerine daha fazla yurttaşın katılması.
- Çalışanlara şirket yönetiminde temsil hakkı:
Yönetim kurullarında emek temsilinin artırılması.
- Küresel vergi iş birliği: Çok uluslu şirketlerin ve
ultra zenginlerin vergi optimizasyonuyla eşitsizlik yaratması
engellenmelidir.
Piketty’nin genel yaklaşımı
umutludur: Ona göre geçmişte eşitlik için atılan adımlar bugün de
tekrarlanabilir, hatta daha ileri taşınabilir. İnsanlık, eşitliği artırma
konusunda tarih boyunca önemli başarılar göstermiştir ve bu kazanımlar
gelecekte daha radikal reformların yapılabileceğini düşündürür.