Merhaba kıymetli okuyucularım,
Bugün sizlere ikinci makina çağı adındaki kitabın özetini yapmaya çalışacağım. Kitap özellikle son zamanlarda herkesin konuştuğu Endüstri 4.0 'ın olumlu ve olumsuz özellikleri ile bir değerlendirme yapıyor.
Bilindiği gibi birçok kaynakta üretimdeki gelişmenin en önemli başlangıcı James Watt'ın 18.yyda icat ettiği buhar makinası olarak kabul edilmektedir. Böylece üretimde insan veya hayvan kas gücünün yerini buharın enerjisi ile çalışan makinalar almıştır. Böylece üretim artmış, mesafeler kısalmış ve bunların sonunda da dünya nüfusu daha önce hiç olmadığı kadar artmaya başlamıştır. Eğer buhar gücü kas gücünün yerini alabildiyse o zaman şimdi de yaşanan dijital devrim ile birlikte bilgisayarlar da beyin gücünün yerini almaya başlayabilir. Zaten bunu bir ölçüde görüyoruz.
Elbette bu gelişmelerin çevremiz üzerinde de etkileri olmaktadır. Sanayi devriminden sonra başta Londra olmak üzere birçok Avrupa kentinin havası dumanla kaplanmıştı. Belki bu şu anda dijital devrim ile gerçekleşmiyor olabilir ama bu sefer de doğal çevrenin yerine ekonomi etkilenmeye başlamıştır. İnsanların gelir dağılımlarında bir çarpıklık veya kitaptaki deyimi ile bir gelir ve imkan dağılımları arasında bir açılma gerçekleşirken bir taraftan da herşeye her zaman ve uygun maliyetle ulaşmanın verdiği bir bolluk yaşanmaktadır. 1983-2009 yılları arasında en altta kalan yüzde 80 lik kesmin zenginliği azalırken en üstteki yüzde 20 nin zenginliği yüzde 100 den fazla artmıştır.
Konuya genel ekonomi olarak baktığımızda ise şöyle bir tablo ile karşılaşmaktayız. Ekonomik eşitsizlik politik eşitsizliği arttırabilir, politik açıdan üstünlük elde eden çevreler ise ekonomik çıkar elde etmek için bu gücü kullanıp kartları kendi çıkarlarına göre dağıtabilir ve bunun sonunda ekonomik eşitsizlik daha da derinleşebilir. Bu içinden çıkılması mümkün olmayan bir döngüye girilmesine sebep olabilir ve biz de tam olarak bunun ortasında olabiliriz.
Kitapta meşhur Moore yasasından da bahsediyor. Buna göre 1 dolar vererek alabileceğiniz bilgi işlemcisinin gücü bir önceki yıl aynı tutar verilene göre 2 kat daha hızlı oluyor. Bu hesaba göre 10 yıl içinde işlemcinin kuvveti 2 üzeri 10 yani 1024 katına çıkıyor. Daha sonra bilimadamları bu artışı 18 ayda bir iki katına çıkar şeklinde kabul etmişlerdir. Buna bir örnek verirsek, dünyanın ilk süper bilgisayarı olan ASCI Red 1996 yılında tanıtılmıştı. 55 milyon dolara mal olmuştu. Fakat 2006 yılında Sony Play Station 3 aynı hıza ulaştı ve 500 dolar civarındaydı.
Bunlar yaşanırken inovasyon kavramı da değişiyor. Hatta bazılarına göre inovasyonlar geriliyor. Çünkü en baştan, hiç bir şey yokken bir şey oluşturmaya çalışma kavramı ortadan kalkıyor. Onun yerine bazı yapıtaşlarını bir araya getirerek inovasyon yapılmaya başlanıyor. Buradaki önemli zorluk da hangi kombinasyonların değer üreteceğini bilmemiz gerektiğidir.
Şirketlerin üretkenliğinde bilgisayarların rolü de gittikçe hissedilmeye başlandı. Örneğin Walmart satış noktası verilerini perakendecilerle paylaşmayı sağlayan bir altyapı kurarak; 1993 yılında haftada 1 milyar dolar olan cirosunu 2001 de 36 saatte 1 milyar dolar seviyesine yükseltmeyi başarmıştır.
Yeni makina çağına uyum gösteremeyen bazı durumlar da var. Örneğin ekonomide uzun yıllardır kullandığımız ve halen kullanmaya devam ettiğimiz GSYH verileri sadece ortaya çıkan maddi ekonomik büyüklüğü ele almaktadır. Oysa Wikipedia gibi hem insanlığa hem de ekonomiye değer katan bazı ücretsiz hizmetler GSYH içinde görülmez, buna katkı yapmaz, üretkenlik verilerine de fayda sağlamaz. Aslında bu ücretsiz hizmetler değer oluşturur ama bu değer rakamlara yansıtılamadığı için görülemez. Bunu araştıranlar şöyle bir yöntemi önermişlerdir. Örneğin gazete almak için 1 lira ödemeye razı iseniz ve günde mutlaka 1 kez bile olsa internetten gazetelere bakıyorsanız o zaman bu vermeye hazır olduğunuz ama vermediğiniz ve cebinizde kalan bir tutarı ortaya koymaktadır. Buna tüketici rantı denir. Yapılan bir aratırmaya göre ABD de 35 milyar doların üzerinde bir tüketici rantı bu bedava servislerden elde edilmektedir. Bu şekilde bir hesaplama yapılabilir.
İçinde yaşadığımız bu çağda öyle bir durum var ki, başarılı olan herşeyi alır, başarısız olan ise hiçbir şey alamaz. Örneğin iyi bir restoransanız bazı bilinen uygulamalar üzerinden tavsiye alırsınız ve sürekli müşteriniz artar. Yakın çevrede herkes sizi tercih eder. Oysa başka restoranlar bu rekabetten dolayı kaybederler ve hiç müşteri çekemezler. Bu da onların iflas etmelerine sebep olur. Ayrıca dijital işlerde de maliyetler daha az kalemde olduğu için bunları yaygınlaştırmak ve toplumlara sunmak daha kolay oluyor. Bu durumda insanlar herşeyin en iyisine ulaşabiliyor ve bu durumda ikinci olmak para kazandırmıyor.
İnsanlar bu ortamdan elbette yoğun şekilde etkilenmeye başladılar. Bu durumda yeni mesleklerin ne doğrultuda gelişeceği ve insanların hangi konularda yetkinlik kazanmaya başlayacağı da önemli bir sorun olarak önümüzde durmaya başladı. Bu anlamda yapılan işleri rutin rutin olmayan, bilişsel bilişsel olmayan diye ayırdığımzda karşımıza bir matris çıkıyor. Buna göre eğer bir iş rutin ise iş verenlerin işin bilişsel olup olmadığına bakmaksızın eskisinden daha az insana imkan sağladığı görülüyor. O zaman burada rutin olmayan manuel işlerin yakın vadede rutin olmayan bilişsel işlerin de daha uzak vadede risk altında olduğunu ifade edebiliriz.
Rutin olmayan işlere en güzel örnek olarak fikir üretmeyi gösterebiliriz. Fikir üretme, yaratıcılık, her yönüyle insanların bilgisayarlara göre çok daha başarılı olduğu bir iştir. Örneğin bilimadamları yeni kuramlar üretir, ürün geliştirmeciler yeni ürünler tasarlar, şefler menüye yeni yemekler eklerler. Bu faaliyetleri belki bilgisayarlar kolaylaştırır ama bunları tek başlarına yapamazlar.
Peki önümüzdeki bu ortamda devletlerin ne yapmaları gerekiyor. Bunları kısa kısa aşağıdaki gibi özetleyebiliriz.
1- Çocuklara iyi bir eğitim vermemiz lazım. Eğer teknolojinin gelişimi eğitimin gelişiminden hızlı olursa o bölgedeki işsizliğin artacağı düşünülüyor. Çünkü iyi eğitim almamış veya uygun eğitimi almamış bireyler ile teknolojinin getirdiği imkanlar arasında kalan bir işveren her zaman teknolojiyi tercih edecektir. Yapılan araştırmalara göre eğitimin en iyi olduğu bölgelerde işsizliğin en düşük olduğu gözlemlenmiştir. Ayrıca daha iyi öğretmenler tarafından yetiştirilen bireylerin ileride daha iyi meslekler icra ettikleri ve daha yüksek gelirlere sahip oldukları da ortaya çıkmıştır.
2- Startupları yeniden başlatmamız lazım. Girişimcilik bir inovasyon motorudur. İnsanların sürekli şirketlerini geliştirmek için kendilerini yenilemeleri, sürekli öğrenmeleri gerekmektedir. Ayrıca eski işler otomasyona taşındıkça rutin işlerde çalışan insanlara olan ihtiyaç azalıyor. Bu durumda da yeni girişimlere ihtiyaç ortaya çıkıyor.
3- İşle insanları buluşturmak gerekiyor. İşverenlerin önemli bir kısmı insanların CV lerinde yazdıkları yetkinlikleri ve mezun oldukları okullara göre tercihlerde bulunuyor. Oysa bu kağıtlarda yazmayan çok farklı yetkinliklerini gösterememiş birçok insan bulunuyor olabilir. Şirketler bu potansiyelleri göremeyip belki yanlış değerlendirmeler ile aynı tür insanları istihdam etmeye karar veriyorlar. O nedenle bazı akıllı karar alma sistemleri geliştirilip işverenlerin doğru insanı bulmalarına yardımcı olunabilir.
4- Bilim insanlarını desteklemeliyiz. Gerek teşvikler gerekse de ödüller ile araştırmacıları desteklemeliyiz.
5- Altyapının iyileştirilmesi gerekiyor. Eğer bilgi sistemleri kullanıyorsak hem donanım hem de yazılım olarak daha gelişmiş sistemlere ihtiyacımız var. Bunun yanında sibergüvenlik ile ilgili önlemler de alınmalıdır.
6- Akıllı vergi uygulamaları getirebiliriz. Sanayi geliştikçe ister istemez çevre kirliliği artmaktadır. O sebeple örneğin çevre kirliliğine sebep olan faktörler üzerinden vergi alınabilir. Böylece hem işletmeler çevre kirliliğini azaltmaya yönelik önlemler alırlar hem de devletler vergi geliri elde ederler. Örneğin Los Angeles ve Londra'da şehir merkezine giden araçlardan trafik yoğunluğunu azaltmak için vergi alınmaktadır.
Uzun vadede gelir sistemleri üzerine neler tartışılacağını da aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.
1- Temel gelir sisteminin benimsenmesi. Buna göre insanlar eğer işlerinden olurlarsa tüketime devam edebilmeleri için temel bir gelire sahip olmaları gerekmektedir. Bu gelir herhangi bir ayrım yapılmaksızın herkese eşit olarak verilecektir.
2- Negatif gelir vergisi sisteminin uygulanması. Çalışmamanın getireceği doğrudan ve dolaylı tüm olumsuzluklardan korunabilmek için bu sistem uygulanabilir. Buna göre bir sınır noktası belirlenecek (örneğin 3.000 dolar) ve bu sınır noktasının üzerinde gelir (örneğin 4.000 dolar) elde eden biri aradaki farkın (1.000 dolar) cari gelir vergisi oranı (%20) kadarını vergi olarak devlete ödeyecektir. Oysa tam tersi daha az kazanıyorsa (örneğin 2.000 dolar) bu farkın (1.000 dolar) negatif gelir vergisini (%50 olsun) devletten tahsil etmelidir (500 dolar). Bu durumda bu örnekte 2.500 dolar gibi bir gelire sahip oluyor. Böylece hem insanlar çalışmaya devam ediyor hem de belli bir gelire sahip oluyorlar.
Uzunca bir özet olduğunun farkındayım. Ayrıca kitapta da böyle olduğu için konu bütünlüğü noktasında problem yaşamış olabilirsiniz. Bu sebeple kitabı edinip bir de kendiniz okursanız daha faydalı olacaktır. Hepinize iyi okumalar dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Merhaba kıymetli okuyucularım,
Yorumları denetlemeden siteye koyamıyorum. Maalesef uygun olmayan içerikler paylaşan kullanıcılar oluyor ve bunun siteyi ziyaret eden insanları olumsuz etkilemesini istemiyorum. Vaktimin darlığından her zaman yorumlarınıza da yanıt veremiyorum. Anlayışınız için teşekkür ederim.