1 Temmuz 2020 Çarşamba

Felsefe Tarihi Notlarım-1

Merhaba kıymetli arkadaşlar,

Son dönemde yaptığım felsefe tarihi ile ilgili tuttuğum notları burada yayınlayayım istedim. Felsefe öğrenmek için felsefe tarihi okumak şart mı diye düşünüyordum. Sonra fark ettim ki felsefenin gelişimi, düşünürlerin hep kendisinden önceki başka düşünürlerin düşüncelerini yorumlaması ile ilgiliymiş. O nedenle felsefe ile ilgilenenlere felsefe tarihi okumalarını tavsiye ederim.

Burada yayınlayacağım notlar için kapsamlı bir çalışma olduğunu söyleyemem. Fakat ileride dönüp bakmak ve filozoflar veya akımlar ile ilgili birkaç cümle kurabilmek için ideal olduğunu düşünüyorum.

Çıkardığım notlar için nerelerden yararlandım diye aklınıza gelebilir. Ben de ileride size de yardımcı olabilir diye bunları paylaşayım istiyorum. Öncelikle Prof. Dr. Macit Gökberk'in "Felsefe Tarihi" kitabı, sonra Stephen Trombley'in "Modern Dünyaya Yön Veren 50 Düşünür" kitabı ve çok keyifli şekilde felsefe anlatan Dilozof Youtube hesabı diyebilirim. Elbette Wikipedia da hep açıktı demem gerekiyor.

Eğer yani başlıyorsanız Dilara Hanım'ın videolarını izleyin, sonra daha derinlere dalabilirsiniz...

Haydi başlayalım...

Öncelikle felsefe nedir derseniz diye söyleyeyim "philo sophia" yani bilgi sevgisidir. O sebeple tarih boyunca bilgiye ulaşma isteği felsefenin amacını oluşturmuş.

Felsefeciler felsefe tarihini İlkçağ'da Antik Yunan'da başlatıyorlar. Neden Eski Yunan'da başladı derseniz Yunanlıların o zamanın en müreffeh toplumlarından biri olmaları ve çok boş vakitlerinin olması ile ilişkilendirilebilir.

Doğa Felsefesi

Birçoğuna göre de ilk filozof Thales'tir. Ülkemizin Milet taraflarında doğmuş Thales ile doğa felsefesi de başlıyor. Thales arke denilen varlığın özünün su olduğunu söylüyor. Arke aynı zamanda düzen anlamına da geliyor. Hatta an-arke yani anarşi de bunun zıttı oluyor.

Anaksimendros arkenin sonsuzluk olduğunu, bunun da adının aperion olduğunu belirtiyor.

Anaksimenes ise arkeyi hava olarak kabul ediyor. Bu anlamda Anaksimedros'un ulaştığı seviyenin altında kaldığını düşünenler var.

Herakleitos arkenin ateş olduğunu belirtiyor. Her şey ateşin yanması gibi bir süreçtir diyor. Böylece her şey değişir, değişmeyen hiçbir şey yoktur, o sebeple de aynı ırmakta iki defa yıkanılmaz sözünü ediyor. Tüm nesnelerin birbirine dönüştüğünü belirtiyor. O sebeple de evrendeki her şey temelde aynıdır.

Burada bir de Logos kavramına bakmak lazım. Logos; akıl, düzen, mantık gibi anlamlara geliyor. Bugün bilim dalları için kullandığımız -loji eki de logos kavramından bugüne ulaşmış. Örneğin Biyoloji dediğimizde aslında canlı varlıkların evrendeki düzenini, mantığını ve ilkelerini anlamaya çalışıyoruz.

Milet okulu gibi bir de Ela okulu vardı. Bu okulun temsilcilerinden Ksenofanes (Xenofanes) ise tanrı inancını sorguluyor. Ona göre insanlar çok büyük bir hata içinde. Bunun sebebi tanrılarını insan gibi görmeleri. Antik Yunan tanrılarının kıskanan, eşini aldatan, kızan figürler olduğunu duymuşsunuzdur. İşte bunların sebebi insanların kendi huylarını o zaman kendi tanrılarına yakıştırmalarıymış. Hatta biraz daha ileri gidip Trakyalılara tanrılarını sorsalar mavi gözlü olduklarını, siyahi insanlara sorsalar tanrılarının siyahi olduğunu söylerler diyor. Oysa tanrı öyle bir varlık olmalı ki tüm göz ve tüm kulaktır diyor. Yani her şeyi görür ve duyar. Sanki bizim bugünkü inancımıza yaklaşmış öyle değil mi?

Tanrı insanı değil insan tanrıyı yaratmıştır diyor. Elbette bizim anladığımız anlamda değil. O daha çok insanların düşüncelerinde kendilerine yanlış tanrılar yarattığından bahsediyor. Yüzyıllar sonra Nietzsche "Tanrı öldü" derken de aslında bunu ifade ediyor. Belki uzun yıllar boyunca Tanrı inancına ters düşündüğü ifade ediliyor ama aslında o kilisenin yarattığı tanrı inancının öldüğünü belirtiyor. 1880'lerde Avrupa uygarlığının geldiği noktada geleneksel tanrı inancının öldüğünü, geleneksel ahlak anlayışının değerini yitirdiğini, tanrının yerine iktidarın geçtiğini ifade ediyor. Nietzsche her şeyi gören tanrı inancından her şeyi gören devlet veya iktidar inancına geçiş olduğunu ifade ediyor.  Geroge Orwell'in 1984 romanı da böyledir. Okumayanların hiç vakit kaybetmeden okumalarını tavsiye ederim.

Ksenofanes dini kuranların şairler mesela Homeros olduğunu söylüyor. İnsanlar dünyayı zaman ve mekan bağlamında anladıkları için insanların da tanrılarını bu bağlamda düşünebildiklerini ifade ediyor. Ona göre deneyimi şekillendirenin bu deneyimin bir parçası olmaması gerekiyor. 

Deneyimden gelen bilgilerin akıl ile bilgiye dönüştüğünü ifade ediyor. Bu amprizm veya deneyciliğin en önemli argümanıdır. Bir şeyi deneyimlememişseniz onu bilemezsiniz. Deneyimlemediğim bir şey benim için yoktur. Fakat yine de hayal gücü ile denizin üzerinde yürüyen insanlar düşünebilirsiniz. Bunun sebebi insanların yürümesini ve denizi deneyimlemiş olmanız ile ilgilidir. 

Temelinde somut bir şey olmayan saf soyuta hiçbir şekilde ulaşılamamıştır. Örneğin renklerin ne olduğunu biliriz ama saf kırmızıyı ne tanımlayabiliriz ne de görmüşüzdür. Saf kırmızı veya kırmızının kendisini görmeden elmanın üzerindeki kırmızıyı görmüşüzdür. 

Parmenides ise varlık birdir, yokluk adından da anlaşılabileceği gibi yoktur diyor. Varlık yokluktan var olamaz çünkü yokluk zaten yoktur diyor. Varlık hep vardı diyor çünkü yokluktan oluşamazdı çünkü yokluk zaten yoktu diyor. Varlığa deneyimle ulaşılamayacağını belirtiyor. Yokluk olsaydı zaten var olurdu diyor. Nasıl ama? :)

Varlık birdir, çünkü yokluk olmadığından (veya boşluk) her şey dip dibedir diyor. Parmenides bu yaklaşımı ile semavi dinlere çok yaklaşıyor. 

Pythogoras ise bir İtalyan filozof. O da evrenin özü yani varlığın özü sayılardır diyor. Her şey bir şekilde sayılar ile ilişkilidir. Pythogoras belki de ilk defa evrenin merkezinin dünya olmadığını belirtiyor. O zaman için büyük bir iddia.

İnsan Felsefesi

Doğa felsefesi ile filozoflar doğayı, varoluşu, yaratılışı ve maddenin özünü anlamaya çalışmışlardır. Bundan sonra insan felsefesi geliyor.

İnsan felsefesinin ilk filozofları sofistlerdir. Sofist yani bilgili adam veya bilge demektir. Bu insanlar para karşılığı Yunan çocuklarına ders verirlermiş. Bu nedenle çok aşağılanmışlar. Çünkü bilgi para karşılığı verilebilecek kadar değersiz bir şey değildir anlayışı var.

Sofistler yararı önceliyorlar. Gerçek bilgi yoktur, benim için daha yararlı senin için daha faydalı bilgi vardır. Bu anlamda hangi bilgi daha yararlı ise senin için o daha doğrudur anlayışları var. Bu nedenle rölativist olarak anılıyorlar. Her insanın duyusuna göre farklı bir bilgi vardır diyorlar. Protogoras ve Gorgias en bilinen sofistlerdir.

Protogoras Sofistlerin en bilgesidir. Her şeyi duyularımızla öğreniyoruz. Eğer havayı serin hissediyorsak ona göre öğreniriz. Duyularımız öznel ise bunlarla bilgi edinilmez. 

Gerçeklik ve görünüş ikilemini açıklıyor. Eğer varlıkların bize nasıl göründüğüne göre bilgi ediniyorsak duruma göre, insana göre bu değişiyorsa, o zaman gerçeklik yoktur diyor. Gerçek olan yoktur, doğru olan yoktur, sadece daha doğru olan vardır diyor. Tanrının olması ona göre önemli değil, önemli olan onun oluşturduğu düzendir. 

Gorgias ise duyum yanıltıcı diyor. Akıl ise yine güvenilir değil. Hiçbir şey yoktur, olsa bilemezdik, bilsek aktaramazdık. Bazen aynı şeye bakarken aynı şeyi göremeyiz. Bir bilgiye sahipken onu karşıya olduğu gibi aktarabilir miyiz?

Geldik Socrates'e... Socrates ile başlayıp Platon'la devam eden ve Aristoteles ile zirveye çıkan bir düşünme zinciri başlıyor. Her biri bir öncesindekinin öğrencisidir.

Socrates gerçek bilgiye ulaşılabileceğini belirtiyor. Doğru bilgi doğru eyleme yani iyi olana götürmelidir diyor. Atina tanrılarına hakaret ettiği gerekçesi ile baldıran otu zehiri ile idam ediliyor. Socrates'in savunması adlı eser çok meşhurdur. Bu savunma ile kendisini Atina'lı hakimlere karşı nasıl savunduğu gösteriliyor. Bu savunmayı biraz da alaylı şekilde yapması ile ünlüdür. 

Socrates, kendi adı ile anılan Socratik yöntemin kurucudur. Bu yöntem ile hayata dair sorular sorarak şüphecilik yapıyor. Tüm bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir diyor. Bu anlamda sofistlerin bilgiye ulaşmış veya bilgili anlamına gelen unvanlarını eleştiriyor. Atina tanrıları yerine vicdanı yani kendi ifadesi ile Daimon'u koyuyor. 

Hem Socrates hem de Platon demokrasinin yanlış ellerde olumsuz sonuçları olabileceğini belirtiyorlar. Yanlış ellerin eline geçen bir demokratik iktidar sonraları tiranlığa kadar gidebilir diyorlar. Bu yolda halkı en iyi şekilde etkilemeyi başaran bir demogog tüm gücü eline geçirebilir diyorlar. 

Eğer oy verecek insanlar yeterli eğitime sahip değillerse, o zaman demokrasi diktatörlüğe dönüşebilir. Halka duymak istedikleri şeyleri söyleyen demogoglar türeyebilir. Bunlara halk avcısı deniyor. Şöyle düşünün... Bir dişçi ve bir şekerci sizi kendi doğrularını kabul etmeniz için ikna etmek istiyor. Dişçi, şeker yememesini ifade ediyor. Şekerci ise şekerin mutluluk verdiğini ve dişçinin ise bu mutluluktan sizi alıkoymaya çalıştığını söylüyor. Halkın önemli kısmı da şekerciye hak veriyor. Çünkü görünüşte söylediği doğru. Bu nedenle konuyu anlayabilen insanların oy kullanması gerektiği vurgulanıyor.

Kynisizm ve Kyrene okulları var. Kynist köpek demektir. Sefil bir hayat sürdüklerinden bu insanlara köpek diye hakaret edilirmiş. Fakat onlar buna aldırmazmış. En önemlileri Sinop'lu Diyojen. Diyojen Sinop'ta doğmuş ama Atina'da yaşamış. Malların, kıyafetlerin, eşlerin, çocukların; hatta kuralların, geleneklerin ve buna benzer tüm unsurların insanın özgürlüğünü kısıtladığını belirtiyor. Bu nedenle bunlardan kurtulmalı ki daha iyi bir hayat yaşanabilsin diyor. Büyük İskender ile karşılaşmasında kendisine "benden ne istersin" diye sorduğunda meşhur "gölge etme başka ihsan istemem" diyor.

Karamsar bir tarafı var. Diyojen bilmek mutluluk vermez diyor.  

Kyrene okulu ise tam tersi. Mutluluğu ve hayattan alınacak hazzın hedeflenmesi gerektiğini belirtiyorlar. Aristoppos en önemli temsilcisi ve hedonizmin (hazcılık) de kurucusu.

Platon'a geldiğimizde biraz duraklamak lazım. Tüm felsefe tarihinin Platon'a düşülen notlardan ibaret olduğu ifade ediliyor. Platon da iyi olanı amaçlıyor. Bilmek hatırlamaktır diyor. Ruh idealar dünyasında idi, yeryüzüne indi ve sonra varlıkları görünce hatırladı diyor. Yüzyıllar sonra İngiliz filozof John Locke ile birlikte gelen deneycilik akımından farklı düşünüyor. Locke her doğan bebek bomboş bir levhadır diyor.

İdealizm, varlığın düşünceden bağımsız olarak var olduğunu kabul eden "gerçekçilik", "maddecilik" ve "doğalcılık" felsefe anlayışlarının tam karşı kutbunda yer almaktadır. Felsefede İdealizm, varlığın düşünceye dayalı olması demektir. Varolan herşey düşünceye dayalıdır. İdealizm anlayışının temelleri önce Platon'un "İdealar Kuramı" ile atılmış olmakla birlikte, daha sonra çeşitli filozoflarca sunulan izahlarla güçlendirilmiştir.

Platon devletin iyi idare edilmediğini görüyor. Bunun için iki önemli nedeni var. Birincisi Pelopenosses Savaşı, diğeri de Socrates'in idamı. Ama yine de toplumun mutluluğuna devlet ile erişilebilir diyor. Bu anlamda siyaset felsefesi yapıyor. Platon Devlet adlı eserinde kendi zihnindeki devlet modelini çiziyor. Ona göre 3 farklı sınıfta insan var. Bunlar yöneticiler (koruyucular), askerler ve halk. Tanrı yöneticilerin mayasına altın, askerlerin mayasına gümüş, halkın mayasına ise bakır karıştırmıştır diyor. O sebeple her sınıf görevini eksiksiz yapmalı, pozisyonunu bilmeli ve diğer sınıfa özenmemelidir. En üst sınıfta ise kim kimin çocuğu olduğunu bilmemeli, mal edinimi olmamalı ve böylece en saf sınıf oluşmuş olur diyor. Yüzyıllar sonra Nazi zulmü ile Platon'un görüşleri özdeşleştiriliyor.

Platon çevremizdeki duyumladığımız şeyler bilgi değildir. Değişiyorsa nasıl gerçek olabilir ve nasıl bilgi olabilir diyor. Görünen ve gerçek olan, deneyimlenen ve ide vardır diyor. Örneğin ağaçtan bahsedelim. Farklı ağaç türleri arasında bulunduğumuz görünüşler dünyası varsa bunları anlamamızı sağlayan da idealar dünyası vardır diyor. İdealar dünyası bizim için bir kılavuzdur. Her şeyin bir ideası vardı ama tek olan veya özel olanların ideası yoktur. Mesela Okan'ın ideası yoktur.   

Aristoteles veya bizim bildiğimiz adıyla Aristo, mantık biliminin de kurucusudur. Selanik taraflarında doğmuştur. Doğayı gözlemlemiştir. Büyük İskender'in hocası oluşuyla da biliyoruz. Felsefeyi sistemleştiriyor. Düşünebilmemiz için önce düşünmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Platon'un idea öğretisini ilerletiyor. Varlığın form kazanmış madde olduğunu belirtiyor. Madde form öğretisini kuruyor. Örneğin Tuğla toprak için formdur, Duvar tuğla için formdur diyor. Dünyadaki en iyi şey insanı en mutlu eden şeydir diyor. 

Kendisini fizikçi olarak görürdü. Öğrencilerinden biri Aristoteles öldükten sonra notlarını bir araya getirip Metafizik adında yayımlamıştır. 

Mantık biliminin kurucusu olduğunu söylemiştik. Düşünmek için bazı kurallar ve ilkeler koyuyor. Buna göre düşünmenin üç temel ilkesi var. Birincisi, özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü halin olmaması. Özdeşlik; a a'dır. Çelişmezlik; a a olmayan değildir. Üçüncü halin olmaması ilkesinde ise a a olmayan değildir. 

İnsanlar ölümsüzdür. önermesinde ölümsüzdür yüklemdir. Bunların dünyada görünemeyeceğini belirtiyor. Varlıklara töz diyor. Varlıkları kategoriler ile anlatıyor. Töz, pozisyon, edilgen, nitelik, nicelik, görelilik, mekan, etkinlik ve sahiplik.

Bir şeyin varlık olabilmesi için 4 neden vardır. Bunlar sırasıyla;
1- Maddi neden; Değişimin yaşandığı maddi varlık.
2- Formal neden; Tohumunneye dönüşeceğini belirleyen neden
3- Fail neden: Mermer nasıl heykel olur? Heykeltıraş fail nedendir.
4- Ereksel neden: Amaç olmasaydı, tohum ağaç olamazdı. 

Aristoteles ile Yunan felsefesinin bittiği kabul edilir. Sonra Helenistik ve Roma felsefesi başlıyor. Felsefenin dünyanın farklı yerlerine yayılmasını İskender'in fetihleri ile ilişkilendiriyorlar. 

Stoa Roma felsefesinin en önemli çıktısıdır. Temelde Kynik felsefe ile oluşuyor. Kıbrıslı Zenon ilk temsilcisidir. Helenizm'in de temel felsefesidir. Cicero, Seneca, Epiktesos ve Marcus Aurelius önemli temsilcileridir.

Marcus Aurelius, Stoacı filozofların en bilinenlerinden biridir. Hem imparator ve hem de filozof olması ile ünlüdür. Hayattaki mutluluğunuz düşüncelerinizin kalitesine bağlıdır diyor. Hayatının önemli bölümünde kuzeyli kabileler ile mücadele etmiş ve bu süre zarfında Kendime Düşünceler adında bir kitap yazmıştır. İnsanların kendi doğasına ve evrensel doğaya uygun yaşatmaları gerektiğini belirtmektedir. Birçok düşünür sağlıklı ve varlıklı olmanın önemini vurgulamasının yanında Stoacılar nihayetinde güzel olanın her zaman iyi olduğunu söylemektedirler. 

Stoa felsefesinin beş önemli dersi vardır:
1- Hayata kötü tarafından bakın. Umut verilmemesi lazım. Hayal kırıklığına uğrarsınız. Beklentinizi düşürürseniz sorun yaşamazsınız.
2- Dünya berbat bir yerdir. Dünyayı ideal gibi görmek yerine olduğu gibi kabul etmek gerekir.
3- Tüm mutsuzluğun sebebi sizsiniz. Başınıza gelecek olaylara bakma tarzınızdır. Bakma açınız işi değiştirir. "Hayatınızı değiştirmek istiyorsanız düşüncelerinizi değiştirin"
4- Mutluluk koşullara bağlı değildir. Elimizde olmayanı sürekli hedeflediğimizden bir türlü mutlu olamıyoruz.  
5- Acıdan anlam doğar. Acı yaşadığım dönemde hem kendimi hem de hayatımı keşfederim.
 
Sextus Empiricus ise şüpheciliğin kurucusu ve en önemli temsilcilerinden biridir. Ona göre nesnelerin gerçek yasası kavranamaz. Öyleyse nesnelere karşı kesin tutumlardan kaçınmalıdır. Örneğin uzaktan bir sandal zannettiğimiz bir deniz taşıtının yakından bir gemi olduğunu anlayabiliriz. Ya da çok yakından çamur olduğunu düşündüğümüz bir nesnenin biraz uzaktan bir kahve çekirdeği olduğuna kanaat getirebiliriz. Örneğin kar yağışını izleyen biri kar kesinlikle beyazdır der. Oysa kara yakından baktığımızda onun dönmüş su olduğunu ve suyun da renksiz olduğunu söyleyebiliriz. Sextus bu gibi örnekler vererek insanların insanların kesinlikle iyi veya kötü olduğunu ifade etmenin doğru olmadığını ifade ediyor. 

Hristiyanlığın kabulü ile birlikte dine dayalı bir felsefe ortaya çıkıyor. Buna Ortaçağ felsefesi adı veriliyor. İlk safhası Patristik felsefedir. Patristik felsefe yani kilisenin felsefesi Hristiyanlığın ilk felsefesidir. En önemli düşünürü Augustinus. Kilise babalarının felsefesi olarak anılan Patristik felsefe Hristiyan inancına bir öğreti kazandırmayı, Tanrıya felsefe ile ulaşmayı amaçlıyor. 

Augustinus inanmadıkça insanların bilgeliğe ulaşamayacaklarını ifade ediyor. Kişi inanmadıkça belirli bir anlayışa erişemeyecektir. Ayrıca inançsız filozofların gerçek üstü gerçekliğe ulaşamayacaklarını ifade ediyor.

Aristoteles felsefesine önce Müslüman bilim adamları sarılıyor. İbn Rüşd (Averoues) ve İbni Sina (Avicema) bu insanlara birer örnektir. Daha sonra bu insanların öğretileri Avrupa'da ilgi topluyor ve okunmaya başlanıyor.  

İkinci safha ise Skolastik felsefedir. Buradaki amaç patristik felsefeyi temellendirmek ve derleyip toparlamaktır. Skolastik okul demektir. Yani manastır felsefesi. Anlayayım diye inanıyorum anlayışı vardır. İnanç konularının kavranabilmesi amaçlanıyor. 

Alberto Magnus yani büyük Albert ilk önemli temsilcisidir. Sonrasında ise tüm skolastik felsefenin en önemli düşünürü, Katolik kilisesinin felsefe babası Thomas Aquintas geliyor. Dini doğrular ve akıl iki ayrı bilgi kaynağıdır diyor. 

Katolik kilisesi 14.yy da Thomas Aquintas’ı azizliğe yükseltmiştir. Aquintas Aristoteles öğretisi ile Hristiyan inancını bir arada harmanlamayı ve barıştırmayı amaçlamıştır. Summa Theologica adlı eserinde Beş Yol bölümünde Tanrı’ya ulaşabilmek için beş önerme ortaya atar. Birinci yol, tanrıya ulaşmak için değişim konusudur. Değişim varsa bunu biri yapmaktadır, bu da tanrıdır der. İkinci yol ise her şeyin bir nedeni vardır ve bu nedenler sonuçları, onlar da başka şeylerin nedenini oluşturur. Bunu başlatan da tanrıdır. Üçüncü yolda da bir şeylerin varolması için öncelikle bir şeyin olması gerekmektedir. Var olan bu şey de tanrı tarafından yaratılmıştır. Dördüncü yolda da her şeyin belli düzeylerde iyi, sıcak vb. Olduğuna vurgu yapar. Örneğin her şey de iyilik olabilmesi için sonsuz iyi olan bir varlığa ihtiyaç vardır ki bu tanrıdır. Son olarak da her şeyin bir amaçlı vardır. Burada hayatlarımıza amaç veren de tanrıdır der. 

Ockhamlı William ve Roger Bacon ise sonradan gelen felsefecilerdir. William'a göre daha basit olan daha doğrudur. William'ın usturası kuralı bunu sağlar. Önce basit olanı yap, sonra karmaşık olanı yaparsın. 

Sonrasında Rönesans felsefesi yani öze dönüş, yeniden keşfetme çağı başlıyor. Yeniden keşfettikleri kilisenin özgür düşünceyi ortadan kaldırması ile özgür olmayan ortamdan kurtulup ilk çağ felsefesindeki gibi özgür düşünebilmeyi amaçlıyorlar. 

Hümanizm ilk akımlardandır. İnsanı sorun etmiştir. Petrarca ilk humanisttir. Ulus bilinci de Rönesans’ta ortaya çıkıyor. 

Machiavelli, hükümdar kitabının yazarı. Kendini pagan olarak tanımlıyor. Ulus devlet fikri ortaya çıkıyor. Prens (Hükümdar) adlı eserinde başarılı bir siyasetçinin manevi gerekçelere bakmaksızın politik amaçlarını gerçekleştirebilmesi için kullanması gereken teknikleri ele almıştır. Eser özellikle ahlaki değerlerdeki yoksunluk nedeniyle büyük eleştiriler almıştır. Hatta bugün bile sonuca ulaşmak için ahlaki olsun olmasın her türlü yöntemi denemeye Machiavelist yöntem denmektedir. Öğretinin temelinde iktidar için halk da dahil olmak üzere herkesin manipüle edilebileceği vurgulanmaktadır. 

Erasmus ise Reform düşüncesini en fazla etkilemiş filozoflardan biridir. Buna rağmen Katoliklerin yanında yer almış ve bir çatışmaya girmemiştir. İngiltereye geldiğinde VIII.Henry’nin etrafında kendine yer bulmuş ve Thomas More tarafından desteklenerek Deliliğe Övgü adlı eserini kaleme almıştır. Erasmus klişenin emirlerine ve ibadet anlayışına karşıdır ve bu kitapta da bunu eleştirmiştir. 

Thomas More veya Morus, Utopia denilen romanı yazıyor. 1516 yılında yazdığı romanda özel mülkiyetin olmadığı bir dünya hayal ediyor. Bu aslında Hristiyan hatta Katolik bir Komunizm’dir. VIII.Henry Thomas More’un dostluğuna önem veriyor. Onu önemli görevlere de getiriyor fakat More hem ağabeyinin eşi Catherine ile evlenmesine hem de onu boşayıp Anne Boleyn ile tekrar evlenmesine karşı çıkıyor. 1966 yılı yapılı “Her devrin adamı” ile 2008 yılı yapımı “Boleyn Kızı” filmleri bu dönemi anlatmakta oldukça başarılıdır. 

Tommasso Campanella Güneş Devleti kitabını yazıyor. Platon'un devletinden etkileniyor.

Francis Bacon, Nova Atlantis'i yazıyor. Bilgi güçtür diyen bir filozoftur. Bacon hipotezlerin doğruluğunu kanıtlayıcı olumlu örnekler bulmak yerine negatif örnekler ile hipotezleri çürütmeye çalışmıştır. Bu yöntem sonradan Karl Popper’ı etkileyecek ve kendisi yanlışlama denilen bir teknik ortaya atacaktır.

Montaigne denemeler adlı eserinde bugün bile tartışılan birçok konu hakkında kısa şekilde görüşlerini açıklıyor. O zamanlarda ırkçılığa, insan ayrımına, insanların garip davranışlarına dikkat çekiyor. Klasik kuşkuculuk başlıyor.

Mediciler Platon akademisini kuruyor.

Grotious, doğal hukuk ve pozitif hukuk olmak üzere tanımlar yapıyor. Pozitif hukuk yani insan tarafından konulan, doğal hukuk yani doğadan gelen hukuk.

Devletin bir sözleşme ile oluşacağını belirtiyor. Yeniçağ devletler hukuku babasıdır. JJ Rousseau'yu etkilemiştir.

Kopernikus evrenin merkezi güneştir diyor. Ortaçağ ve kilise felsefesi evrenin merkezinin dünya oluşuna göre felsefesini geliştirmişti. Bu sebeple kilise kendisine düşman oluyor. Kopernikus modern astronomi  biliminin de kurucusu kabul edilir. Bu sebeple bilim çağının Kopernikus ile başladığını söylemek hatalı olmayacaktır. 

Bruno, Kopernikus felsefesini benimsiyor. Doğa sınırsız ve sonsuzdur diyor. En yüksek varlık bilinemez, sadece doğa bilinebilir, bu nedenle ilahiyat konuları ile felsefenin uğraşması boşunadır diyor. Yakılarak idam ediliyor.

Kepler de benzer düşüncelerde...

Galileo ise Kopernikus sistemine inanmasına rağmen ölmemek için vazgeçiyor. Oysa dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü anlamış ve yeryüzünün evrenin merkezi olmadığını farketmiştir. 

Thomas Hobbes ise birçok alanda çalışma yapmasına rağmen siyaset filozofu olarak anılmaktadır. Özellikle Leviathan yani ejderha adlı eseri baş yapıtıdır. Toplum sözleşmesine giden yolda devleti Fenike mitlerinden su canavarı Leviathan ile ile ifade etmiş ve devletin koyacağı kurallar ile idareyi istediği gibi kuracağından bahsetmiştir. İnsanlık doğası savaş ve kavgaya yatkındır. Anlaşma ve uzlaşma olmadan, hukuğun üstünlüğü kabul edilmeden yaşamaya çalışan toplumlar parçalanma eğilimindedir. Böyle toplumlarda insan hayatı yalnız, insanlarla fakir ve güçsüzdür. Bu nedenle de bireyleri toplumda güven altına alabilmek ancak bir toplum sözleşmesi ile mümkün olabilir. 

Felsefe notlarının ilk bölümü bu kadar diğer yazımda son bölümünü de görebilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Merhaba kıymetli okuyucularım,
Yorumları denetlemeden siteye koyamıyorum. Maalesef uygun olmayan içerikler paylaşan kullanıcılar oluyor ve bunun siteyi ziyaret eden insanları olumsuz etkilemesini istemiyorum. Vaktimin darlığından her zaman yorumlarınıza da yanıt veremiyorum. Anlayışınız için teşekkür ederim.