27 Eylül 2023 Çarşamba

“Sonsuz Olanak” Adlı Kitaptan Notlar

Merhaba arkadaşlar,

Bugün sizlerle Sonsuz Olanak adlı kitaptan aldığım notları paylaşacağım. Dijital cephede müşteri değeri yaratmak sloganıyla başlayan kitabın yazarı Joseph Pine ile Kim Korn. Kitap, insanların bakış açılarını eleştirerek başlıyor. Buna göre insanlar dünyayı daha çok parçalar ve bütünler, iyi ile kötü, güzel ile çirkin, kısacası bir ve sıfır gibi iki ayrı uçta değerlendirmeyi tercih ediyorlar. Oysa bunun yanında arada kalan büyük bir dünya var. Bugün bunu biz fiziksel ile dijital arasında da yaşıyoruz. Tüm müşterileri dijitale doğru ilerletirken fizikseli neredeyse göz ardı ediyoruz. Oysa müşteri deneyiminde fiziksel ile dijitalin en doğru oranda kullanılmasıyla ortaya güzel sonuçlar çıkabiliyor. 

Bugün insanlar işlemlerini yapmak için genellikle dijitali tercih ederken halen bir kısım insan şubeye gidip insan teması arayabiliyor. Aslında hepimizin hayatı bir şekilde fiziksele dokunabiliyor. Örneğin basılı kitap okumayı halen çok seviyoruz. Birçok insana dijital kitap okumak aynı deneyimi yaşatmıyor.

Tüm şirketler keskin bir tercih ile karşı karşıya bulunuyor. Ya üretken yaşamları giderek kısalırken sürekli daha hızlı mal ve hizmet inovasyonu yapacaklar ya da hayatı değiştiren deneyimler üzerine kurulu dönüşümlere odaklanacaklar. Kısacası ya mal ve hizmette yenilik yapacaklar ya da müşterinin deneyimini iyileştirme yoluna gidecekler. İlkini yapmak uzun ve zor bir süreç gerektirirken ikincisini yapmak zaman zaman oldukça kolay olabiliyor.

Yukarıda anlatılanı birlikte yapan şirketler ise uzun dönem müşteri sadakati sağlayabiliyorlar. Örneğin iPhone’un kendi başına bir inovasyon olduğunu düşünürsek bu ürünü kullandığımız her an bir deneyim yaşadığımızı da söyleyebiliriz. Hatta kutusunu ilk defa açmak bile deneyimin bir parçasıdır. Mutlaka fark etmişsinizdir ki iPhone kutusunu açmak müşteri yolculuğunun başlangıç noktasıdır.

Kitap; zaman, mekan ve madde düzleminde fiziksel ve sanal dünyanın bir karışımının nasıl olabileceğini gözler önüne seriyor. Bunlardan bazıları hayatımızın içerisinde önemli rol oynamaya başlasa da bazıları şu ana kadar yeterince etki göstermiş değildir. Şimdi bunları hep birlikte tanıyalım.


Gerçeklik diye bilinen alem zamanın, mekanın ve maddenin bizim bildiğimiz şekliyle ve içinde yaşadığımız haliyle duyu organlarımızla algıladığımız gerçek yaşamı ifade ediyor. Bu düzlemde de teknoloji kullanılıyor. Burada kullanılan teknolojiler doğuştan sahip olduğumuz insani yetenekleri yükselterek değer oluşturuyor. Örneğin; gözlük, mikroskop, teleskop gibi aletler; kürek, traktör veya testere gibi araçlar bizim mevcut yeteneklerimizin daha gelişkin bir şekilde kullanılmasına imkan tanıyor.

Artırılan gerçeklik ise insanın bazı dijital araçlarla çevresindeki fiziksel dünyayı daha iyi anlaması için ona imkanlar sunuyor. Örneğin hepimizin bildiği gibi cep telefonumuzun kamerası ile gerçek dünyaya baktığımızda trafik, navigasyon veya bilgilendirmeler gibi birçok konuda yardım alabiliyoruz.

Alternatif gerçeklik yukarıdakilerden farklı olarak gerçek olmayan bir zamanda ve dijital ortamda ama gerçek dünyanın mekanları kullanılarak bir deneyim oluşturabiliyor. Örneğin bir zamanlar birçok insanı peşinden koşturan PokemonGo oyunu gibi. Bu oyunda insanlar gerçek dünyada fakat tamamen sanal bir gerçeklikle Pokemon karakterlerini yakalamaya çalışıyorlardı.

Çarpıtılan gerçeklik ise gerçek dünyada fakat tamamen farklı bir zamanda yaşanan deneyimi ifade ediyor. Örneğin bir ören yerine gittiniz. İnsanların, mekanların ve kullanılan tüm dekorların bundan iki bin yıl öncesini yansıttığını düşünün. Siz de buna göre giyindiniz ve buna göre bir zaman geçirmek için ortamın içine dahil oldunuz. Tamamen farklı bir zamanda fakat tamamen gerçek olan bir his ile tüm duyu organlarınız ile bu deneyimi yaşayabilirsiniz.

Sanallık ise zaman, madde ve mekan anlamında tamamen gerçek olmayan bir dünyayı ifade etmektedir. Aslında bunu hepimiz eminim çok iyi biliyoruz. Oynadığımız oyunlar büyük ölçüde bu kapsam içine dahil olabilir. Örneğin bir macera oyunu oynadığınızı düşünün. İçinde bulunulan zaman, oyunun geçtiği mekan ve elbette dijital ortam sizin tamamen farklı bir deneyim yaşamanızı neden olacaktır. 

Karşımıza çok fazla çıkmasa da artırılan sanallık diye bir kavramdan daha bahsetmek lazım. Çeşitli çocuk oyunları, yılbaşı kartları ve bunun gibi fiziksel ortamda bulunan bazı tasarımların cep telefonu kamerası ile okutulduklarında telefonun içinde canlanıp çeşitli hareketler yaptığını görmüşsünüzdür. Örneğin size bir yılbaşı kartı geldiğinde ve üzerinde de bir kare kod olduğunda bunu okuttuğunuzda, yılbaşı ile ilgili bir müzik çalıyorsa bu tarz bir deneyim yaşıyorsunuz demektir. 

Fiziksel sanallık ise sanalı maddi olanda cisimleştirmek anlamına gelmektedir. Örneğin son on yılda hızlı bir yükseliş gösteren 3D yazıcılar buna bir örnek olarak gösterilebilir.

Yansıtılan sanallık gerçek dünyayı sanal içerisinde özümsemek anlamına geliyor. Bunu da hayatımızda oldukça fazla kullanıyoruz. Uygulamalar aracılığı ile gerçek yaşamdaki olayları takip etmek bu konuya güzel bir örnektir. Navigasyon uygulamaları ile yol bilgisi almak, kendi yaşamsal değerlerimizi uygulamalardan öğrenmek, devam eden etkinlikler ile ilgili canlı bilgiler almak bu kapsama dahil olabilir.

İnsanlar yukarıdaki farklı alemleri yaşarken en başta belirttiğimiz gibi temelde zaman, mekan ve maddi düzleminde konuyu algılıyorlar. Bu kapsamda deneyim değişim gösterebiliyor. Örneğin gerçek zaman güncel olayları şimdinin katıksız gerçekliğini, olayların ardışık bir süreyle gelişmesini bekleme öngörüsünü kısacası gerçek bir zamanı yaşamanın deneyimini yansıtırken gerçek olmayan zaman ise başka bir zamanı yaşamanın verdiği heyecanı, şimdiki zamandan kaçmanın hissettirdiği özgürlüğü insanlara yaşatmaktadır.

Kitaptan aldığım notlar bundan ibaret. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

24 Eylül 2023 Pazar

Singapur ve Tayland’da Bankacılık

Merhaba kıymetli arkadaşlar,

Bildiğiniz gibi finansal işlemler dünyanın her yerinde farklı özellikler gösterebilmektedir. Her ne kadar batı ülkeleri bankacılık anlamında genel olarak ileride bulunsalar da dünyanın çeşitli yerlerinde farklı bankacılık uygulamaları görülmeye değerdir.

Özellikle uzak doğunun finansal işlemlerde, dijitalleşmede, ödeme sistemlerinde ve mobil uygulama kullanımında farklı özellikler gösterdiğini anlayabiliyoruz. Bu anlamda Singapur ve Tayland’ın dijital ödemeleri ile dijital bankacılık işlemlerinden bahsetmek istiyorum.

Singapur 73 bin USD’lik kişi başı GSYH açısından dünyanın ileri gelen ülkelerinden biri olsa da Tayland kişi başı 7,3 bin USD GSYH ile Singapur’un onda biri olan orta düzeyli bir gelire sahiptir. Bu anlamda Singapur‘un daha çok batılı ülkelerle Tayland’ın da ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerle aynı grupta olabileceğini düşünebiliriz.

Bu girizgâhı yaptıktan sonra Singapur’daki bankacılık ve ödeme dünyası uygulamaları ile başlayalım.

Singapur bölgenin önemli bir limanı olmak ile birlikte finansal merkezi hüviyetinde de çalışmasına devam etmektedir. 5 milyonu aşkın nüfusuyla ve nüfusun neredeyse tamamına yayılmış internet kullanımıyla dijitalleşmede oldukça ileri olan bir ülkedir. Bu anlamda dijitalleşmede Estonya ile birlikte örnek gösterilen bir ülkedir.

Halkının %77’si dijital cüzdan kullanmakta ve böylece günlük hayatlarındaki ulaşım, yemek siparişi, finansal işlemler gibi birçok faaliyetini dijital cüzdanları üzerinden halletmektedir. Bu dijital cüzdanlar içerisinde Grab, Paylah, Alipay gibi uygulamalar yer almaktadır. 2025’te nakitsiz toplum olmayı hedefleyen Singapur; ödeme kuruluşu, Fintech ve dijital hizmet veren tüm servisleri desteklemektedir.

Ülkede neredeyse her yerde kredi kartı geçiyor. Fakat çok nadiren bazı dükkanlarda (örneğin ikinci el kitap satıcıları) gibi nakit işlem yapmak zorunda kalabiliyorsunuz. Var olan cüzdanlara para yüklemek mevcut kredi kartları kullanılarak hızlı bir şekilde yapılabiliyor. Ayrıca ödemelerde yine dijital cüzdanlar ve kredi kartları üzerinden hızlıca yapılabilmektedir. Fakat iş yerleri daha çok temassız kredi kartını tercih etmektedir. Bunun nedeni ülkede yaygın kullanılan QR sisteminin temassız kart kullanımından biraz daha zor olmasıdır. QR kullanımı o kadar yaygın ki ödemeden bağış işlemlerine ve hatta piyango oyunlarına kadar her yerde QR işaretleri bulunmaktadır.

Ülkede nakit kullanımı azalmış olmasına rağmen halen dijital işlem yapmak istemeyen yaşlı kuşağın cüzdan yazdırma gibi faaliyetler için şubeyi ziyaret ettikleri görülmektedir. Bunun için ayrı makinalar koymuşlar.

Singapur’un en büyük bankası olan DBS açmış olduğu nakitsiz şubeyle müşterilerine cihazlar üzerine hizmet vermeye çalışmaktadır. VTM ve ATM cihazlarının yoğun olduğu Plaza Singapora Şubesi’nde insanlar bir yetkili tarafından yönlendirilerek uygun cihazları kullanmaktadır. Dünyanın birçok yerinde ve VTM’ler hesap açmak için kullanılsa da DBS bunu yapmak istememektedir. Bu cihazları sadece günlük işlemler için işlem verimliliğini artırmak amacıyla kullanmaktadır.



Özel tasarımı olan şubede insanlar işlerini halledemediklerinde hemen yan taraftaki asıl şubeye gitmektedirler. Bankanın nakit işlem yapan şubesinde sadece nakit yatırmak için konumlandırılan bir cihaz vardır. Nakitsiz toplum olduğunu söyleyen Singapur’da böyle bir cihazı görmek açıkçası beni şaşırttı. Öğrendiğim kadarıyla bu cihazın sadece madeni paraları kağıt paraya çevirmesi için konulduğunu söylediler.

Süper uygulama olarak konumlandırılan ve müşterilerinin günlük işlemleri için de kullanılan (yiyecek, ulaşım, biletleme, eğlence vb) DBS mobil bankacılık uygulamasının içerisinde insanların yapmış oldukları alışverişten kaynaklanan karbon ayak izlerini ölçen bir uygulama da yer alıyor. 

Bölgenin önemli bankalarından olan Malezya sermayeli Maybank ise Özel Bankacılık müşterileri ile birlikte nakitsiz işlem yapmak isteyen müşterilere özel şube açmış. Singapur‘un en önemli alışveriş caddelerinden biri olan Orchard caddesi üzerinde açılmış olan şube Huggs Cafe ile oturma alanını paylaşmakta ve müşterilerine kahvelerini içerken ferah bir ortamda hizmet vermektedir. Müşteri temsilcileri bu masalarda müşteriler ile oturarak onların günlük işlemlerini yapmalarında kendine yardımcı olmaktadırlar.


Singapur’da uzaktan hesap açılması dijital ortamda hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir. Bunun için herhangi bir müşteri temsilcisi ile konuşma yapmaya gerek olmadan müşteri sadece ilgili bankanın mobil uygulaması üzerinden kendi kimliğini kullanarak müşteri olmayı başarabilmektedir. Singapur devletinin sağlamış olduğu Singpass (merkezi KYC) adı verilen uygulama tüm müşterilerin herhangi bir bankaya müşteri olmak için kullandıkları bir çözümdür. Böylece müşterinin bilgileri teyit edilmekte ve ilgili banka bu hizmeti kendi vermek yerine devletin hizmetinden faydalanmaktadır.


DBS ve Maybank dijitalde hesap açan müşterilerin mass diye tabir ettiğimiz orta seviyede değerliliği olan müşterilerden olduğunu kabul etmişler. Bu nedenle kendilerine özel bir portföy yönetimi yapmıyorlar. Bunun yerine içlerinden çıkan ve yüksek gelir grubuna ait olan müşterilere özel müşteri temsilcisi atayabiliyorlar. Bu müşteri temsilcileri ise şubelerde yer alıyor. Dijitalde hesap açan müşterilere yapılacak olan her türlü ürün satışını genel müdürlükte bir çağrı merkezi ekibi ile yönetiyorlar.


Şimdi gelelim Tayland’a…


Tayland’ın başkenti Bangkok. Yaklaşık 70 milyon nüfusu olan ülkenin %25’i dijital cüzdan kullanıyor. Ülkenin halen birçok yerinde kredi kartı kabul edildiğine dair işaretler mevcut. Eğer bunlardan görmezseniz kart kabul edilmediğini anlıyorsunuz. Çünkü halen nakit en önemli ödeme aracı olarak kullanılıyor. Eğer nakit kullanmak istemiyorsanız, Grab veya Alipay gibi uygulamalara kredi kartınızı tanımlayıp internetten alışveriş yapabiliyorsunuz. Bu tarz uygulamalar aynı zamanda taksilerde de kullanıldığı için neredeyse hiçbirinde POS cihazı bulunmayan taksilerin içinde böylece kredi kartı kullanabiliyorsunuz.


Bangkok’ta şubeleri dolaştığınızda halen içeride birçok insan olduğunu görüyorsunuz. İnsanlar hesaplarına para yatırıyor, para çekiyor, çeşitli işlemleri yapıyor ve bunun için şubeleri tercih ediyorlar. Fakat ilginç olan döviz alım ve satımı gibi işlemleri neredeyse hiçbir banka şubesi yapmıyor, bunlar için özel şubeler açıyorlar. 


Bangkok’ta şubelerinin içine girdiğim bankaları şöyle sıralayayım. Bangkok Bank, K Bank, Krugsari bank, Bank of China ve UOB. Şubelerine girdiğinizde sizi kapıdaki görevli son derece saygılı bir şekilde karşılıyor ve sizi ilgili müşteri temsilcisine yönlendiriyor. Şubelerin içerisinde gördüğüm kadarı ile halen çok yoğun bir şekilde kağıt kullanımı var. 


Bangkok’ta nehrin kenarında Icon Siam adını verdikleri ve lüks markaların olduğu çok büyük bir alışveriş merkezi var. Burada Tayland’da faaliyet gösteren tüm bankaların şubeleri yer alıyor. Bu şubelerin (son derece güzel tasarlanmış) özellikle günlük işlemler ve ihtiyaç kredisi için kullanıldığını anladım. Şubelerin içerisinde özel müşterilerle konuşma yapmak için küçük odacıklar koymuşlar.


Krugsari bankasının önünde VTM görmüştüm. Bu cihazı hesap açılışı için kullansalar da kapıda gördüğüm çalışan özellikle hem cihazın verimli çalışmaması hem de kağıt işlemlerinin çok olması nedeniyle bunun zaman kaybı olduğunu söylüyordu.




Genel olarak anlatacaklarım bunlar. İki ülke arasında önemli farklar olduğunu gördüm. Singapur nakitsiz işlemlerin yoğunluğuyla Kuzey Avrupa ülkelerine yaklaşmışken Tayland halen bunun oldukça uzağında duruyor. İlerleyen dönemlerde hükümetlerinin politikaları bakalım bu gelişmeyi nasıl etkileyecek? Bu yazıyı okudunuz için teşekkür ediyorum.


5 Eylül 2023 Salı

Bankacılıkta Dijital - Fiziksel Uyumu

Merhaba sevgili arkadaşlar,

Aralık 2022 tarihinde katıldığım "Şube Dönüşümü" temalı bir etkinlikte aldığım notları sizlerle paylaşmak istiyorum. Etkinlik RBR firması tarafından Londra'da düzenlenmiş ve dünya çapında birçok banka ve finansal teknoloji sağlayıcı bu konferansa katılmıştı. 

Etkinliğe katılan bankaların ortak gündemleri şubenin gerekli olup olmadığı noktasındaydı. Genel olarak görüş şubenin artık rolünün değiştiği fakat ileride de mevcut olmaya devam edeceğiydi. Bildiğiniz gibi Avrupa'da birçok banka şube sayılarını önemli oranda azaltmıştır. Yakın zamandan beri ülkemizde de görünen bu uygulama ile şube sayılarının optimum noktalara geldiğini ifade edebiliriz. 

Diğer taraftan da dijitalin yükselişinin devam ettiği görünmektedir. Bunu zaten hepimiz biliyor ve görüyoruz. Artık müşterinin dijitale göç ettirilmesini konuşmuyoruz bile. Bu konuları bundan 7-8 yıl önce konuşuyorduk. Şimdi ise müşteriye tüm kanallardan en uygun deneyimi sunmayı amaçlıyoruz.

Bu nedenle geleceğin fiziksel ve dijitalin uyumunda olduğunu düşünmeye başlayan birçok banka var. Buna bir isim de bulunmuş. Phygital diyorlar. Özellikle dijitalin şube kadar müşteriler üzerinde başarılı olmadığını düşünenler var. Bu hem deneyim hem de ürün satışı noktasında kendisini gösteriyor. Hatta şubeden hizmet alan müşterilerin daha sadık müşteriler olduğu biliniyor. 

Müşteri sadakatinin şubede yüksek, dijitalde düşük olması insanlar arası etkileşime bağlanabilir. Bu durumda dijitalde görüntülü hizmet veren bankalar veya dijitalde portföy yönetimi yapan bankalar için bu ne seviyede olacaktır? Bunları örnekler çoğaldığında birlikte göreceğiz. 

2020 yılından itibaren bir Covid dalgası yaşadık. Bu dönemde insanlar dijitale hücum ettiler. Fakat 2021 sonrasında tekrar fiziksel yükselmeye başladı ama dijital eski konumundan daha ileride bulunuyor. Bir anlamda bir köpük oluştu ama tortusu kaldı diyebiliriz. E-ticaret işlemlerinde de bu net şekilde görülebiliyor. İnsanlar dijitalde işlem yapmayı ama zaman zaman fiziksele de dokunmayı seviyorlar. Bunu bir yaşam biçimi haline getirmiş durumdalar.

Brezilya'da yapılan bir araştırmaya göre insanların:

- %20'si sadece dijitalde hizmet almak ve sadece dijitali kullanmak istiyor.

- %30'u insan destekli dijital kullanmayı talep ediyor. Buna human assisted digital diyoruz.

- %20'si sadece şubeye gitmek isterken 

- %30'u hem şubeyi hem de dijitali kullanmak istiyor. Buna Phygital hayat diyebiliriz.

Hem şube hem de dijitali kullananlar basit işlemler için genellikle dijitali tercih ederken (örneğin cari hesapların yönetimi için şubeyi kullananlar %37) süreçleri karışık olan işlemleri yapmak için ise şubeyi tercih ediyorlar (Mortgage işlemlerinin %97'si şubeden gerçekleşiyor). İşlemde karmaşıklık arttıkça şubenin tercih edilmesinin nedeni müşterinin yaşamış olduğu tedirginlik ve danışma ihtiyacı.

Şubeye gidenlerin %12'si tavsiye almak için giderken, %63'ü halen nakit işlemler için gidiyor. 

"Şube dönüşümünde sıradaki büyük şey nedir?" diye bir soru soruldu. Buna "one work force approach" yani "Tek iş gücü yaklaşımı" yanıtı verildi. Bundan anladığımız müşterinin tercih ettiği ve kendisi için doğru olan kanalı müşteri için her zaman hazır tutabilmektir. Bunu tersinden de düşünebiliriz. Müşteri ile etkileşime geçildiğinde hangi kanal müsaitse müşterinin talebine oradan cevap verebilmek. Örneğin müşteri VTM'den bağlanmak istiyor, fakat buna cevap verebilecek agent sayısı yetersiz. O zaman bir başka şube bu çağrıyı cevaplayabiliyor. 

Nakit azalıyor diye bir düşünce var ama birçok ülkede nakit ödemeler halen hacimsel açıdan artıyor. ABD'de nakit, tüketicilerin %60'ı tarafından halen kullanılan en önemli ödeme yöntemi. 

Kobilerin %61'i, bireylerin ise %75'i şubelerden nakit işlemlerin kaldırılması durumunda mutsuz olacağını belirtiyor.

Onebanx adındaki kurum bankaların şubelerini kapattıkları yerlerde farklı günlerde farklı bankalar için işlem yaptırıyor. Buna "shared branch banking" yani "paylaşımlı şube bankacılığı" ismi veriliyor. Bu bankaların ortak bir girişimi. Müşteri gerek Ortak APP, gerek Ortak ATM gerekse de Ortak şube üzerinden işlem yapabiliyor. 

Umarım sizler için faydalı olmuştur. iyi çalışmalar dilerim.

15 Temmuz 2023 Cumartesi

Felsefe Tarihi ile ilgili Notlar

 Merhaba arkadaşlar,

Felsefe tarihi ile ilgili iki yazı yazmıştım. Bu yazıda da Sofi’nin Dünyası adlı kitapta gözüme çarpan notları sizinle paylaşacağım.

İnsanlar kim olduklarını ve neden yaşadıklarını bilmek isterler. Yunanlı bir filozofa göre felsefe insanların hayretinden doğmuştur. Ona göre insanlar kendi varoluşlarını şaşarlar, felsefi soruların çoğu da böylelikle kendiliğinden ortaya çıkar.

Çocuklarla filozoflar arasında benzerlikler vardır. Her ikisi de dünyaya ön yargılı bakmazlar. Çocuklar büyüdükçe ön yargıları artar ve çevrelerinde olan bitene karşı hayret duymamaya başlarlar.

İnsanlar açıklayamadıkları doğa olaylarına bazı mitolojik gerekçeler bulmuşlardır. Yağmur, kuraklık, şimşek vb. Olayların hep mitolojik bir nedeni vardı. Hatta tanrılar kötü güçlerle savaşmakta ve insanlar da tanrıların gücünü artırsın diye onlara kurbanlar vermekteydiler.

Ksenofanes mitlerin eleştirisini yapan filozoflardan biridir. İnsanların kendilerine bakarak tanrıları yarattıklarını ifade etmiştir. 

Felsefenin doğumasının sebebi bedensel çaba gerektiren işlerin köleler tarafından yapılırken, özgür yurttaşların politika ve kültürle uğraşacak zamanları olmasıydı. Böylece bu insanlar düşünebiliyorlar ve sorgulayabiliyorlardı.

Herakleitos’a göre dünyaya zıtlıklar egemendir. Aç olmasak tokluğu anlayamayız, hasta olmazsak sağlıklı olmanın ne anlama geldiğini bilemeyiz. Bu nedenle doğanın en belirgin özelliğinin değişim olduğunu söylüyordu.

Empodekles’e göre dünyada dört temel madde bulunmaktadır. Bunlar toprak, hava, ateş ve sudur. Her şey bu dört maddenin birleşiminden oluşmaktadır.

Demokritos’a göre hiçbir şey değişmeyecek ve yoktan var olup sonra da yok olmayacaktır. Çünkü tüm dünya yapıtaşları olan atomlardan oluşmuştur. Bir filin burnundaki atom, yüzyıllar sonra bir insanın ciğerine uğrayabilir.

Mitsel dünya görüşü doğa felsefesi ile ortadan kalkmıştır.

Demokrasi için halkın eğitilmiş olması gerekir.

Sokrates kendine düşen şeyin insanların doğruyu doğurmasına yardımcı olmak olduğuna inanıyordu. Bu sebeple kendini bir ebe gibi görüyordu. Çünkü gerçek kavrayış insanın içinden gelir. Başkaları tarafından öğretilemez. İnsanın içinde kavradığı şeydir gerçek bilgi.

Sokrates kendini Sofistlerden eğitimli ve bilge bir kişi olmadığı noktasında ayırıyordu. Kendini bilgiye ulaşmaya çalışan kişi olarak tanımlıyor, tek bir şeyi bildiğini onun da hiçbir şey bilmediği olduğunu söylüyordu.

Sokrates’in ölümü Platon’a toplumda geçerli olan değerler ile doğru ya da ideal olan değerler arasında ne büyük çelişkiler olabileceğini gösterdi.

Platon mutlak ve değişmez olan şeyin fiziksel bir hammadde olmadığını, tüm şeylerin ona benzeyerek oluştuğu bir takım soyut, örnek resimler yani idealar olduğunu söylemekteydi.

Platon için gerçeklik aklımızla düşündüğümüz şey iken, Aristoteles için gerçeklik duygularımızla algıladığımız şeydir. Platon’a göre önce idealar vardır ve sonra duyumsadığımız dünya oluşur. Aristoteles’e göre ise önce duyumsadığımız dünya vardır, ancak bundan sonra dünyaya ait fikirlerimiz olabilir. 

Aristoteles altın ortayı tutturmaktan söz eder. Ne korkak ne de çılgınca atılgan, sadece cesur olmamız gerekir. Ne cimri ne savurgan sadece cömert olacağız.

Kinikler (en bilineni Diogenes) gerçek mutluluğun; maddi olanaklar, politik güç ya da sağlıklı olmak gibi dış özelliklerden oluşmadığını vurgularlar. Onlara göre gerçek mutluluk bu tip şeylere bağımlılıktan kurtulmakla elde edilir. Kinikler stoayı etkilemiştir.

Stoacılara göre insan kaderine boyun eğmeyi öğrenmelidir. Hiçbir şey rastlantıya dayanmaz, her şey zorunluluktan doğar, kaderden şikayet etmek hiçbir işe yaramaz. Stoacılar Kiniklerin toplumdan soyutlanmayanlarıdır. 

Sokrates insanın nasıl mutlu bir hayat yaşayabileceğini sorguluyordu. Kinikler ve stoacılar bu sorunun cevabının maddi değerlerden uzak durmak olduğunu söylerken, Aristippos adındaki Sokrates’in bir öğrencisi yaşamın amacının mümkün olduğunca çok haz almak olduğunu söylüyordu. Böylece her türlü acıdan uzak durmaya yönelik bir yaşamı geliştirmek gerekiyordu.

Daha sonra gelen Epikuros, kısa vadeli hazların daha büyük, daha sürekli ve daha yoğun hazlarla kıyaslanarak değerlendirilmesi gerektiğini söyler. Fakat bu bilginden sonra gelen birçok takipçi bu akımı tek yanlı bir zevk düşkünlüğü haline getirdi. Amaç giderek “bu anı yaşa”ya dönüştüğü günümüzde Epikuros dendiğinde gününü gün eden insan anlamı çıkmaktadır.

Bundan 4000 yıl kadar önce ilk Hint Avrupalılar Karadeniz ile Hazar denizi etrafındaki bölgelerde yaşıyorlardı. Sonraları bu kavimler büyük dalgalar halinde güneye ve batıya doğru ilerlediler. Bu kavimler gittikleri her yerde Hint Avrupa öncesi kültürlerle kaynaştılar ve burada kendi din ve dilleri baskın bir rol oynamaya başladı. Hint Avrupa kültürü farklı pek çok tanrıya inanışın izlerini taşıyordu. Bu inanış daha sonra Avrupalı kavimler arasında da gelişti. Örneğin Hintliler Dyaus adında bir tanrıya taparlardı. Bu daha sonra Zeus, sonra Jupiter sonra da Tyr olarak karşımıza çıktı. 

Fakat Sami ırkında eskiden beri tek tanrı inancı vardı. Bu sebeple Araplar ve Yahudiler tek tanrı inancına daha fazla sahip çıktılar. 

Hint Avrupalılar’da en önemli duyu görmedir. Sami kültürler içinse duymak çok önemlidir.

Hristiyanların Yunan ve Roma kültüründen etkilenmesi sonrası kiliseler; heykel, resim ve mozaiklerle dolu olurken İslam dininde bunların hiçbiri yoktur.

529 yılında Platon’un akademisi kapanıyor ve kilisenin etkisi bu tarihten itibaren başlıyor.

Roma imparatorluğu zamanında üç ayrı kültüre ayrıldı. Batı Avrupa’da Roma merkezli Latin dilinde bir kültür, doğu Avrupa’da İstanbul merkezli ve Yunanca dili ile bir kültür ve Kuzey Afrika’da da Mısır ve Orta Doğu merkezli Arap dilinde bir kültür oluştu. Böylece Yeni Platonculuk batıda, Platonculuk doğuda ve Aristotelesçilik de Araplar’da yaşamaya devam etti.

Kilisenin bilinen ilk filozofu Augustinus’tur. Bu filozof Platon’u, Acquinalı Thomas ise Aristoteles’i Hristiyanlaştırır.

Araplar tüm ortaçağ boyunca Aristoteles geleneğini diri tutmuşlardır. Eğitim görmüş Arapların birçoğu 1100’lü yılların sonlarından itibaren Kuzey İtalya’daki prenslerin davetlisi olarak İtalya’ya gelmeye başlamışlardır. Böylelikle Aristoteles’in yazıları tanınmaya ve zamanla Yunanca ile Arapçadan Latince çevrilmeye başlandı. Bu durum doğa bilimi konularına karşı ilgi uyanmasına yol açtı.

Acquinalı Thomas, inanç ve bilgi arasında büyük bir sentez oluşturmuştur. Ona göre insan sadece aklına güvenecek olursa kolayca yolundan şaşabilir. Tanrıya bir ilk neden olduğu varsayımı ile ulaşılabilir.

Kopernik güneşin evrenin merkezi olduğunu iddia etmişti. Kepler gözlemlerinin sonucunda gezegenlerin merkezlerinden birinde güneşin olduğu eliptik yörüngeler boyunca döndüklerini söyleyebiliyordu.

Newton ayın dünyanın çekim gücü sayesinde yörüngede durduğunu düşünmüştü.

Barok, basit ve uyumlu Rönesans sanatının aksine birbirine uymayan biçimler şeklinde gelişti.

Barok döneminin en önemli deyişi “carpe diem” yani “günü yakala” dır. 

Her türlü ihtişam güç gösterisidir. 

Descartes şüphe ediyorum, böylece düşünüyorum. Düşünen biri canlı olmalıdır. Düşünüyorsam öyleyse varım demiştir. Descartes dualizm i geliştirdi. İnsanın ruhsal ve dış gerçekliği arasında bir ayrım vardır. Ruh yazılımsa, beden donanımdır. 

Descartes rasyonalisttir. 

Spinoza’ya göre incilin her ayrıntısı Tanrıdan esinlenmemişti. İncil’deki bölümler arasında tutarsızlıklar vardır. İsa akıl dininin öğretisini yapmış ama sonra Hristiyanlık kendi dogmalarını ve şekilci törenlerini oluşturmuştur. 

Aristoteles ampirist yani detaycı, Platon da rasyonalist yani akılcıydı. 

Britanya amprizmi ile kıta Avrupa’sı rasyonalizmi arasında bir mücadele vardır. 

Locke a göre birincil (ağırlık, biçim, sayı vb) ve ikincil (tatlı-ekşi, sıcak-soğuk vb) nitelikler vardır. Birincil nitelikler herkes için aynıdır ama ikincil nitelikler değişebilir. 

Berkeley duyumsadıklarımız da aklımızın ürettiği şeyler olabilir diyor. İnsan bilincinin dışında bir gerçeklik yoktur der. Duyumsal algılarımızın kaynağı tanrıdır. 

Kant dünyayı algılamamızda hem duyuların hem de aklımızın etkisi vardır diyor. Kanat cevaplamamalıydı sorularda insanın inanca sığınması gerektiğine inanıyor. BM nin de fikir babasıdır. 

Tiyatro nasıl Barok dönemin gözde sanatıysa Masal da Romantik dönemin gözde sanatıdır. Masal yazarlara yatlarını güçlerini sonuna kadar kullanma olacağı vermiştir. 

Bir düşünce tarihsel bağlamına göre doğru veya yanlış olabilir. Örneğin kölelik bugün kabul edilemez görünse de iki bin yıl önce gayet normal karşılanıyordu. 

Hegel e göre önce bir düşünce ortaya çıkar, sonra zıt bir düşünce ortaya çıkar. En sonunda bunları bir araya getiren başka bir düşünce…

Hegel’den sonra felsefe anlamak için değil değiştirmek için kullanıldı. Eylem felsefesi haline geldi. 

Marx’a göre kapitalizm eninde sonunda çökecektir. Çünkü sermaye sahibi sürekli kar peşinde koşar. Makinalaştıkça verimlilik artsın diye işçi çıkarır. Sonra bu işçiler satın alamaz ve ekonomi çıkmaza girer. Sonra da işçiler ayaklanıp üretim araçlarını ele geçirir. Sosyalizmin doğduğu 19.yy a göre bugün daha insanca bir topluma yol açtığı görülmektedir. 

Darwine göre doğal seçim bazı türlerin bugüne ulaşmasını sağlamıştır. Bunun yanında insanlar da yapay seçimde bulunarak daha iyi olan atları, inekleri, köpekleri yanlarında tutmuşlar diğerlerini ya yemişler ya da doğaya bırakmışlardır. Hatta patatesin iyisini ekip, mısırın iyisini suladıkları gibi. 

İnsanların bir kısmı da hastalıklara karşı direnç kazandığı için diğerlerinin üstünde iktidar olabilmiştir. 

Freud’a göre sinirsel rahatsızlıkların kökeninde insanın çocukluğunda yaşadığı travmalar vardır. Bunlar ortaya çıkarıldığında ve hasta bunlarla yüzleştiğinde hasta düzelebilir.

Doğduğumuzda İd halinde sürekli isteriz. Arzularımızı frenlemeyiz. Oysa bazı gerçekliklerle tanıştığımızda arzularımızı frenlemeyi öğrenir ego haline geliriz. Daha sonra da çevremizin ahlaki beklentileri içimize girmiş ve bizim üstbenimizi oluşturmuştur. 

Freud’a göre insanın bilinci buzdağının görünen yerine bilinçaltı da buzdağının görünmeyen yerine benzer. 

İnsanlar doğru olmadığını düşündükleri düşünceleri bilinçlerinden uzaklaştırmak için çaba sarfederken sinir hastalıklarına varan durumlarla karşılaşmaları söz konusu olabilir. 

Freud’a göre yansıtmalar da yapılabilir. Buna göre kendimizde beğenmediğimiz bir özelliği bastırmaya çalışırken başkalarına bunu mal etmeye yönelebiliriz. Örneğin cimri biri başkalarını en önce cimri olarak yargılayan kişidir. 

Bastırılmış istekler rüyalarda kendine yer bulabilir. 

İnsanlar rüya görürken sınırlarını aşarlar. Bu onlara özgürlük verir. Uyandırıldıklarında ise kızarlar çünkü özgürlükleri ve sanata döktükleri düşünceleri kesintiye uğramış olur. 

Sartre varoluşçu bir düşünürdür. İnsan özgürlüğüyle mahkum edilmiştir der. Ona göre insan bu dünyaya gelmeyi seçmedi ama burada özgürce yaşasa bile bu özgürlüğün içinde hapistir. 

Eşi Simone de Beauvior kadın kendi hayatında sorumlu olmaktan vazgeçtiği için kendi kendini ezmektedir der. 

Evren oluşurken büyük bir patlama oldu. Sonra evren genişlemeye başladı. Bir gün bu genişleme durabilir ve evren tekrar büzülebilir. Sonra tek bir noktaya gelip tekrar patlayıp genişleyebilir. 

11 Temmuz 2023 Salı

“Duygusal Zeka” İsimli Kitaptan Notlar

Merhaba sevgili okurlarım,

Bugün sizlerle Daniel Goleman tarafından kaleme alınmış olan duygusal zekâ isimli kitabı bu tartışacağız. Kitabın başlığında ilginç bir şekilde şu ifade geçiyor “Duygusal zekaya neden IQ’dan daha önemlidir?”

İnsanlık uzun süre IQ’nun en önemli ayrıştırıcı özellik olduğunu düşündü. Oysa duygular ve bunların yönetimi en az IQ kadar önemlidir. Kitap da aslında bunu anlatmaya çalışıyor.

Geçmişten bugüne gelindiğinde en başarılı olan insanların en akıllı insanlar olmadığını görmüşüzdür. Elbette başarı için belli bir seviyede zeka gereklidir. Fakat en zeki olanın en başarılı olacağı varsayımı doğru değildir. İşte bu noktada duygusal zekâ denilen kavram devreye giriyor ve bir insanı başarılı yapan yetenekler, insanın duygusal becerilerini yönetebilmesi oluyor.

Duygusal zekâ, insanın kendini harekete geçirebilmesi, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilmesi, dürtüleri kontrol ederek tatmini erteleyebilmesi, ruh halini düzenleyebilmesi, sıkıntılarının düşünmeyi engellemesine izin vermemesi, kendini başkasını yerine koyabilmesi ve umut besleyebilmesi konularını kapsar.

Maalesef dünyada geçerli olan eğitim müfredatı genellikle aklı geliştirmeye yönelik olan müfredattır. Oysa aklı ve kalbi birleştirerek nasıl eğitim verilebileceğine dair bir vizyon geliştirilirse çocuklar bundan çok daha olumlu etkilenebilirler. Yakın gelecekte okullardaki eğitimin düzenli olarak özbilinç, özdenetim, empati ile dinleme, anlaşmazlık çözme ve iş birliği gibi temel insani becerileri kapsayacağına inanıyorum.

Duygular insanın tepkiler geliştirmesine yardımcı olur. Örneğin öfke hissedildiğinde, kan akışı bir silahı tutmaya ya da düşmana vurmayı kolaylaştırıcı şekilde ellere yönelir. Korku hissedildiğinde, kan kaçmayı kolaylaştırmak için bacaklardaki gibi büyük iskelet kaslarına yönelir. Şaşkınlık hissedildiğinde ise kalkan kaşlar görüş alanının büyüyüp retinaya daha fazla ışık girmesini sağlar. Bu beklenmedik durum hakkında daha fazla bilgi edinip çevrede neler olup bittiği anlaşılmaya çalışılır.  

Aslında biz iki zihne sahibiz; birisi düşünüyor, diğeri ise hissediyor.

İlkel canlılarda koku bölgesi ile Limbik sistem arasındaki bağlantı sayesinde kokular tanınıp seçilebiliyor, o anki koku geçmişteki ile karşılaştırılabiliyor ve böylece iyi kötüden ayırt edilebiliyordu.

Duygusal patlamalara sinirlerin korsanlığı ismini verebiliriz. Bulgulara göre o anlarda beyindeki bir merkez, acil durum mesajı verip beynin geri kalan kısımlarını da o duruma odaklar. Korsanlık anlarının en önemli özelliği kişinin o anı atlattıktan sonra kendisinin de neye uğradığını bilememesidir.

Beynin korku merkezi olarak adlandırılan amigdala duygusal durumların uzmanıdır. Amigdala beynin geri kalan kısmından ayrılsa olayların duygusal anlamını değerlendirmekte inanılmaz bir yetersizlik hatta duygusal körlük denilen durum ortaya çıkar.

Bir yüzün kuzenimizin olup olmadığını ayırt eden hipokampüstür, ondan pek hoşlanmadığınızı ekleyen ise amigdaladır. Bu nedenle Hipokampus bilgiyi ortaya çıkarırken amigdala o bilginin duygusal bir değerinin olup olmadığını belirler.

Beyinde iki bellek sistemi bulunmaktadır. Biri sıradan olaylar için diğeri ise duygusal açıdan yüklü olanlar için. Duygusal anılar için özel bir sistemin olması son derece anlamlıdır. Hayvanların kendilerini tehdit eden ya da hoşlarına giden olaylar hakkında canlı anılara sahip olmalarını sağlar. Ancak duygusal anılar şimdiki zamanı yanlış yönlendirebilir.

Duygusal anılar bebeğin yaşadıklarını henüz dile getiremediği bir dönemde yerleştikleri için ileride çağrıştırıldıklarında birey bunlarla ilgili duygusal durumu hatırlayacaktır. Nazi ölüm kamplarında sürekli baskıya maruz kalan insanların önemli bir kısmı elli yıl sonra bile genelde korku hissettiklerini ifade ediyordu. Dörtte üçüne yakın bir bölümü bir üniforma gördüklerinde, kapının vurulmasını işittiklerinde veya köpeklerin havladığını duyduklarında halen korku hissettiklerini belirtmiştir. On kişiden sekizi halen toplama kampı ile ilgili rüyalar gördüklerini ifade etmiştir.

Bir insanın kötü karar vermesi duygusal bilgi haznelerine erişiminin yeterli olmaması ile açıklanabilir. Düşünce ve duygunun buluştuğu nokta olan prefrontal - amigdala devresi yaşamımız boyunca hoşlandığımız ve hoşlanmadığımız şeylere ilişkin bilgilerin haznesini açan tek anahtardır. Oradaki duygusal bellekle bağ kopuksa neokorteks neyin üzerinde düşünüp taşınırsa taşınsın geçmişte onunla bağlantılı olan duygusal tepkileri başlatamayacağı için her şey belirsiz bir tarafsızlığa bürünür. Buradan anlaşılıyor ki duygular mantıklı olmak için gereklidir. Aslında akıl, duygusal zeka olmadan tam verimli çalışamaz. 

Buradan anlaşılıyor ki duygunun yerine aklı koymak değil ikisi arasındaki akıllı dengeyi bulmak önemlidir.

Akademik zekanın duygusal yaşamla pek ilgisi yoktur. Aramızdaki en zeki insanlar gem vuramadıkları tutkuların, söz geçiremedikleri dürtülerin esiri olabiliyor. Yüksek IQ’lu kişiler özel yaşamlarını hayret edilecek ölçüde kötü yönetebiliyor.

Bir matematikçi, “SAT matematik puanı 500 (maks puan 800) olan bir üniversite birinci sınıf öğrencisi, matematikçi olma hevesinden vazgeçmelidir ancak kendi işini kurmak, senatör olmak ve milyonlarca dolar kazanmak istiyorsa vazgeçmesi için hiçbir sebep yoktur” demiştir. Orta yaşlarına kadar takip edildiğinde, okul sınavlarında en yüksek puanları tutturan kişilerin, daha düşük puanlı arkadaşlarına oranla maaş, verimlilik ve kendi alanlarındaki konumları açısından çok daha başarılı olmadıkları gözlenmiştir. Üstelik hayatlarından ne daha hoşnut, ne de arkadaş, aile ve aşk ilişkilerinde daha mutluydular.

Duygusal zekâ yetenekleri beş ana başlık altında toplanabilir. Özbilinç, duyguları idare edebilmek, kendisini harekete geçirebilmek, başkalarının duygularını anlamak ve ilişkileri yürütebilmek.

Özbilinçli insan özerk, kendi sınırlarından emin, dışarıdan kendisine bakabilen, psikolojik açıdan sağlığı yerinde olan ve hayata olumlu bir gözle bakan insandır. Kötü bir ruh haline girdiklerinde bunu dert edip kafalarına takmazlar ve kısa bir süre içinde kendilerini bu durumdan kurtarırlar. Stres karşısında her şeye fazlasıyla dikkat eden kişi özellikle de özbilinçten yoksunsa istemeden tepkisinin şiddetini arttırır.

Burada önemli olan duyguları bastırmak değil belli bir dengede yaşamaktır. Her duygunun kendine özgü bir değeri ve önemi vardır. Burada Aristo‘nun tespit ettiği gibi makbul olan uygun duygudur yani koşullarla orantılı biçimde hissedebilmektir.

İnsanın olumsuz bir duygudan kurtulabilmesi için ufak bir zafer ya da kolay bir başarı oluşturması gerekmektedir. Evde uzun zamandır ertelenmiş bir işe girişmek ya da halledilmesi gereken bir işi üstlenmek gibi. Aynı nedenle sadece şık giyinerek ya da makyaj yaparak bile olsa kendi görüntüsünü düzeltmek insanı neşelendirebilir.

Bir insan kendisini kendisinden daha aşağı seviyede olan insanlarla kıyasladığında bu moral yükseltici olur. Diğer taraftan kendini daha üst seviyede insanlarla karşılaştıranlar ise en derin depresyona girenlerdir. En etkili depresyon ilacı ihtiyacı olanlara yardımda bulunmaktır. Depresyon derin düşüncelerle ve insanın kafasında kendi sorunlarını takması ile beslendiğinden kendi acıları ile buluşan kişilere empati duymak kuruntularımızdan silkinmemizi sağlar.

Berlin’deki en iyi müzik Akademisi’nin 20 yaşlarındaki en başarılı keman öğrencileri hayatları boyunca on bin saat çalışma yapmışlardı.

Dört yaşındaki çocuklara bir lokum testi yapılmıştır. Çocuklara, “eğer yapmakta olduğum görevi bitirmemi beklersen iki tane lokum alabilirsin. Eğer o zamana kadar bekleyemezsen şimdi ama sadece bir tane alabilirsin” denmiştir. Bunların bir kısmı duygularına yenilerek hemen bir tane almayı tercih ettiler. Fakat dürtülerine karşı koyabilen ve başlamakta olan hareketi bastırabilen çocuklar ergenliğe ulaştıklarında sosyal açıdan daha yeterli idiler. Bu çocuklar kendini ortaya koyabiliyor, hayatta karşılaştıkları açmazlarla daha iyi mücadele edebiliyorlardı. 

Çocukların lokumu hemen kapanlarından üçte biri ortak özellik olarak psikolojik açıdan daha sorunlu bir görünüm sunmaktadır. Ergenlik zamanında sosyal temastan kaçınmaya, inatçı ve kararsız davranmaya daha açıktılar. Hayatın ilk dönemlerinde ufak tefek başlayan şeyler zaman içinde büyüyüp gelişerek çok daha çeşitli sosyal ve duygusal beceriler halini alıyor. Dört yaşındayken sabırla bekleyenlerin öğrenci olarak da beklemeyenlere kıyasla daha üstün çıktıklarını görüyoruz. Bunlar fikirlerini daha iyi ifade edebiliyor, mantıklarını kullanıp akıllıca tepki verebiliyor ve yaptıkları işe konsantre olabiliyorlar.

Kaygı her türlü akademik başarıyı engeller. Bir insan tasalanmaya ne kadar yatkınsa akademik başarısının da neyle ölçülür ise ölçülsün o kadar düşük çıktığı belirlenmiştir. Tasalı olmayan kişilerden oluşan bir kıyas grubundan 15 dakika boyunca bilinçli olarak tasalanmaları istediğinde onların da aynı işi yapma yeteneğinde hızlı bir düşüş gözlemlenmiştir. Tasalı kişilerin ise işe başlamadan önce 15 dakikalık gevşeme seansı ile tasalanma düzeyi düşürüldüğünde işi yaparken sorunları olmamıştır. 

Kaygı ile başarı arasında optimum bir nokta vardır. Çok kaygı ile tamamen kaygısızlık başarıyı olumsuz etkilemektedir. Ruh halindeki hafif değişiklikler düşünme sürecini etkiler. Plan yaparken veya karar alırken iyi ruh halindeki kişileri daha geniş ve olumlu düşünmeye yönelten algısal bir eğilim vardır. İyi ruh halinde iken daha olumlu olayları hatırlarız, kendimizi iyi hissettiğimiz bir sırada, işin iyi ve kötü yanlarını düşünürken belleğimiz terazinin olumlu kefesine ağırlığını koyar. Böylece biraz daha maceracı ya da riskli bir şeyler yapabilmemiz kolaylaşır. Aynı nedenle kötü bir ruh hali belleği olumsuz yöne saptırarak bizi korkak, temkinli kararlar almaya yönlendirir. 

Umut, aynı zeka düzeyindeki insanları farklılaştırmaktadır. Umut besleyebilen öğrenciler kendileri için daha yüksek hedefler belirleyip sıkı çalışarak bunlara nasıl ulaşabileceklerini biliyorlar.

İyimser kişiler başarısızlığı değiştirilebilir bir nedene bağlar ve böylece bir sonraki denemelerinde başarılı olacaklarına inanırlar. Kötümserler ise başarısızlığın nedenini kendilerinde bulup değiştiremeyecekleri sabit bir özelliğe atfederler. Kötümsere yapılan olumsuz bir geri bildirim onun daha kötü olmasına, iyinin ise daha iyi olmasına neden olur.

Akış haline girebilmek duygusal zekanın en üst noktasıdır. Bu durum belki de duyguların tamamen performans ve öğrenim hizmetine verilmesidir. İnsanların konsantrasyonu kendilerinden beklenenler her zamankinden biraz daha fazla ise ortaya çıkar ve sonuçta her zamankinden daha çok şey verilebilir. Kendisinden çok az şey beklenen insan sıkılır. Baş edebileceğinden fazlası istenirse de kaygılanır. Akış, can sıkıntısı ve kaygı arasındaki o hassas bölgede oluşur. 

Empatinin kökeni özbilinçtir. Duygularımıza ne kadar açıksak, hisleri okumayı da o kadar iyi beceririz. Empati gösteremeyenler karşısındakinin acısını hissetmezler.

İki insan etkileşimde bulunduğunda ruh hali, duygularını daha güçlü ifade edebilenden daha edilgen olana doğru aktarılır.

Sosyal ilişki zekası yüksek olan kişiler, insanlarla rahat bağlantı kurabilen, onların tepkilerini ve hislerini akıllıca okuyabilen, onları yönlendirebilen, organize edebilen ve her insani faaliyette alevlenebilecek tartışmaların üstesinden gelebilen kişilerdir. İnsanlar, “böyle insanlarla birlikte olmak ne büyük zevk” türünden şeyler söylerler.

Çocuklar reddedilme endişesi yüzünden başka çocuklarla oyun oynama konusunda temkinlidir. Bu durum ilerleyen yaşlarda tanımadığı kişilerin bulunduğu bir partiye katılan ve yakın arkadaş görüntüsünde neşeli bir muhabbete dalmış gruptan uzak duran bir yetişkinin hissettiği kaygı haline gelir.

Cinsiyetlerin arasında duygusal zekâ anlamında farklılıklar görünür. Erkekler yalnızlık, katı bir bağımsızlık ve özerklikle gurur duyarken, kızlar kendilerini bağlantı ağının bir parçası olarak görür. Erkekler kendi bağımsızlıklarına meydan okuyabilecek herhangi bir şeyi tehdit olarak algılarken, kızlar daha çok ilişkilerinde bir kopma konusu olduğunda kendilerini tehdit altında hissederler.

Stres ve kaygı bağışıklık sistemini olumsuz etkiler. Az stresli olanların %27’si virüse maruz kaldıktan sonra soğuk algınlığına yakalanırken, bu oran stresli bir yaşantı sürenlerde %47 olmuştur.

Sosyal tecrit, yani özel duygularını paylaşacak ya da yakın temasta olduğumuz kimsenin bulunmadığı hissinin hastalık ya da ölüm oranını ikiye katladığı görülmüştür. Aslında sigara içmek ölüm riskini 1,6 oranında artırılırken sosyal tecrit iki kat artırmaktadır.

Çocuğun okula hazır olması, tüm bilgilerin aslı olan nasıl öğreneceğine bağlıdır. Burada duygusal zekâ ile ilgili yedi anahtar öğe bulunmaktadır. Bunlar; güven, merak, amaç gütmek, özdenetim, ilişki kurabilme, iletişim yeteneği ve iş birliği yapabilmedir.

Eğer insanlar bir felaket karşısında bir şeyler yapabileceklerini, ne kadar küçük çapta olursa olsun bir miktar denetim gücüne sahip olduklarını hissediyorlarsa, kendini tamamı ile çaresiz hissedenlere kıyasla duygusal olarak çok daha iyi durumdadırlar. Denetimimizde olan bir şey bizi rahatlatır.

Hüzünlü ya da neşeli bir mizaca eğilimin, çekingenlik ya da atılganlık eğilimi gibi hayatın ilk yılında ortaya çıkması, bu özelliğin kalıtımsal olarak belirlendiğini işaret eden bir gerçektir.

Korumacı zihniyet çocuğun korkularını alt etmeyi öğrenme fırsatını yoksun bıraktığı için korkuları artırmaktadır. Çocuk yetiştirmede “uyum sağlamayı öğren” felsefesi, korkak çocukların cesaretlemesine yardımcı olur.

Son yarım yüz yıldır gerek din, gerekse toplum ve geniş aileden gelen destek bağlamında büyük inançların silikleşmesini yaşadık. Bu, yenilgilere ve başarısızlıkları karşı tampon vazifesi görebilecek kaynakların kaybı anlamına gelir. Bir başarısızlığı kalıcı bir şey olarak görüp hayatınızdaki her şeye gölge düşürecek kadar büyüklüğünüzde bir yenilgiyi sürekli bir umutsuzluk kaynağını dönüştürme eğiliminde olursunuz. Oysa tanrıya ve ölümden sonraki yaşama inanmak gibi daha geniş bir bakış açısına sahipseniz işinizi kaybetmiş olmak sadece geçici bir yenilgi olarak kalır.

Yenilgiye uğrayan insan kendini alkol veya uyuşturucuya verebilir. Alkolün metabolik etkileri kısa bir ferahlamanın ardından çoğu kez depresyonu daha da kötüleştirir. Yemek yemek de böyledir…

Kitapta daha birçok önemli bilgi bulacaksınız. O sebeple okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

10 Temmuz 2023 Pazartesi

“Yapay Zeka Devrimi” Adlı Kitaptan Notlar

Merhaba sevgili arkadaşlar,

Bugün Bernard Marr tarafından kaleme alınmış olan “Yapay Zeka Devrimi” adlı kitabı inceleyeceğiz. 

Kitap 2020 yılında piyasaya çıkmış. 2023 yılında kitabı incelediğimde son üç yılda bile yapay zekada ne kadar mesafe alındığını görebiliyorum. Örneğin Chatgpt gibi büyük dil modelleri (LLM - Large Language Models) kitapta yer almamış. Üç sene önce insanların üretkenliğinin ve yaratıcılığının makinelerden ayrışma noktasında çok önemli olduğunu düşünüyorduk. Fakat bugün yapay zeka da üretebiliyor. Bu durumda dönüp varsayımlarımıza bir daha bakmamız gerekiyor.

Yalnız ister istemez aklıma şu geliyor: 

Yapay zeka iyileştikçe daha az hata yapıyor. Böylece elde etmek istediğini daha yüksek bir doğrulukla elde ediyor. Peki bu başka riskleri de beraberinde getirmiyor mu? Örneğin kitapta orkinos avcılığı yapanların geleneksel yöntemler ile ancak belli hacimde ürün alabildiklerini, fakat yapay zeka ile bu ürün miktarının bir hayli arttığını belirtiliyor. Bu durumda balık popülasyonunun hızlıca azalması ile karşılaşacak mıyız?

Neyse biz kitaba dönelim.

Kitap yapılan işlerin evrimleştiğini, 2030 yılında yapılacak işlerin %85’inin 2020 yılında henüz mevcut olmadığını belirtiyor. 

Yapay zeka terimi makinelerin akıllı hareket kabiliyetini ifade etmek için kullanılır. Yani bir insana gerek kalmadan, insan gibi davranarak hareket etme kabiliyeti…

Yapay zeka, kalıpları veya örüntüleri tespit etmek, ne yapılacağına karar vermek, bunu bir algoritmaya döküp, bunu da veriye uygulamak anlamında kullanılır.  

Yapaya zeka belli bir işte kullanılan Dar YZ veya bir insan gibi her işte kullanılan Geniş YZ kavramlarından oluşur. İnsanlık Dar YZ’ı uzun zamandır kullanıyor. Geniş YZ’a ise gün geçtikçe yaklaşıyoruz. 

Makinaların sanıldığından daha insansı hale geldiği dokuz alan şunlardır:

1- Makinelerin okuyabilmesi. 

2- Makinelerin yazabilmesi. 

3- Makinelerin görebilmesi. Makine görüyor, yorumluyor ve üretiyor. 

4- Makinelerin duyabilmesi. Örneğin bir ses ile gürültüyü ayırt edebiliyor. 

5- Makinelerin konuşabilmesi.

6- Koku alabilmesi. YZ tarafından parfüm üretildi.

7- Hareket edebiliyor. Robotların zorlu görevleri yapabildikleri videoları görmüşsünüzdür. 

8- Üretebiliyor. Makale, video, sunum vb. Üretebiliyorlar. 

9- Duyguları anlayabiliyor. İnsanların hangi ruh hali içinde olduğunu yüz kaslarının hareketiyle tahmin edebiliyor. Örneğin şoför yorgunsa onu uyarabiliyor. 

İngiltere’de veya Türkiye’de bir hekim ile görüşmeniz 5-10 dk’yı geçmiyor. Bu sürede hekim nasıl doğru karar verebilir? YZ ise elindeki veriler ile çok daha doğru bir teşhis yapabilir. 

Çin, sosyal kredi puanlama sistemi adlı uygulama ile toplumun içerisinde düzgün davrananları ayrıştırmaya ve onlara öncelikli hizmetler sunmaya gayret ediyor. Puanı yüksek olan indirimli sigorta paketleri alıyor. Emlak kiralarken depozito ödemiyor… Bunun Türkiye’de uygulanmasını isteyebilirim. Tüm olumsuzluklarına rağmen…

YZ neden yavaş ilerledi?

1- Verinin yeterince üretilmemesi (Aslında üretiliyordu ama biz bunları algılayamıyorduk)

2- Bilişim gücünün yetersiz olması

YZ iş hayatında karşımıza 3 şekilde çıkıyor:

1- Akıllı ürünler

2- Akıllı hizmetler

3- Akıllı süreçler

İlk ikisi müşteri tarafından bakıldığında görülürken, üçüncüsü işletme çalışanları tarafından görülebiliyor. Google tarafından mikro anlar olarak ifade edilen müşteri yolculuğunun kritik anlarında sunulan akıllı hizmetler, müşterilerin o firmaya bağlanmalarına sebep olabiliyor. Örneğin kaza yapmış ve zor durumda kalmış bir müşteriye, kendisini uyaran bir YZ sayesinde ulaşan bir sigorta firması çağrı merkezi harika bir hizmet görebiliyor. 

Fiziksel ürün üreten işletmeler de (örneğin Nike, Under Armor) yaptıkları uygulamalar ile müşteri verilerini değere çevirebiliyorlar. Müşterilerine daha sağlıklı bir yaşam için önerilerde bulunabiliyorlar. 

Fakat teknoloji firmaları müşterilerin neye ihtiyacı varsa onu üretip karşılarına çıkabiliyor. Hem de YZ destekli olarak. Örneğin saat üreticileri yüzyıllardır mekanik saatler yaptılar. Tag Heuer, Swiss vb. Saat üreticileri artık karşılarında diğer saat üreticilerini değil Samsung, Apple gibi teknoloji devlerini buluyor. 

Bu diğer işletmeler için de geçerli. Örneğin tıbbi cihazlar üzerine çalışan GE’nin karşısına Apple, Apple Watch’un yeni özellikleri ile çıkabiliyor. Hemen her şeyin akıllısı yapılabiliyor. Akıllı buzdolabı, akıllı çamaşır makinesi, akıllı tuvalet, akıllı diş fırçası, akıllı ev termostatı, akıllı ev sistemleri, akıllı ev güvenliği vb. 

Otonom teslimat da yapılabiliyor. Örneğin Starship firması 2020 yılına kadar teslimat anlamında 160.000 km yol yaptı. Otonom gemiler Finlandiya’da kullanılıyor. 

Amazonun yapay zeka tavsiye motoru öyle etkili ki gelirinin %35’i bunun eseridir.

Sosyal medya uygulamaları sadece beğendiğiniz içerikleri değil, üzerinde zaman geçirdiğiniz içerikleri de beğenmişsiniz gibi algılıyor ve bu tarz içerikleri sizlere göstermeye çalışabiliyor.

Netflix firması bir filmi eğer beğendiğiniz bir aktör oynuyorsa, o aktörün içinde olduğu bir görselle bunu karşınıza çıkarıyor.

Sağlık sigortası yapan Vitality Health, kullanıcılarının sağlıklı davranışlarını ödüllendiriyor. 

Kone asansörleri, kendilerinden alınan veriler incelenip ne zaman bakım yapılmaları gerektiğine dair öngörüler oluşturulabiliyor.

Pepsi firması kalite kontrol sürecinde cipslere lazer uygulaması yapıyor ve çıkan sesler kaydediliyor. Yapay zeka algoritmaları bu sesleri analiz edip cipslerin doku ve kalitesi anlaşılmaya çalışılıyor.

Yine Pepsi firması Vera adındaki yazılımıyla 9 saatte 1500 aday ile iş görüşmesi yapabilme kapasitesine sahip. 

Yapay zeka yardımıyla dolandırıcılıklar da saptanabiliyor. Fakat işin farklı bir boyutu daha var. MasterCard’ın yaptığı bir araştırmaya göre üç kişiden birinin dolandırıcılık şüphesi ile kartı kabul edilmediği için alışverişi yarıda kalıyor. Bu yanlış alarmların işletmelere maliyeti gerçek kart sahteciliğinden 13 kat yüksek.

Gözlük firmaları ve saat firmaları artırılmış gerçeklik destekli özelliklerle müşterilerinin ürünleri denemesine olanak sağlayabiliyor.

Yukarıdaki örnekler güzel olsa da önemli olan yapay zekanın iş stratejinize bağlanmasıdır. Diğer bir deyişle yapay zeka stratejisi şirketinizin stratejik amaçlarını gerçekleştirmek ve işle ilgili en büyük zorlukların üstesinden gelmek için akıllı yollar bulmaya yönelik olmalıdır.

Yapay zeka öyle bir aşamaya gelmiştir ki insan kendi aklına uymayacak kadar otomatik sistemlere güvenme eğilimi göstermektedir. Örneğin, navigasyonun size doğru yolu göstermediğini bile bile onu izlemeniz bunun bir örneğidir. Buna otomasyon ön yargısı denmektedir.

Yapay zeka kurumdaki herkes tarafından bilmelidir. Elbette herkes yapay zeka modeli geliştiremez. Fakat kendi işine nasıl katma değer sağlayabileceğini anlayabilir. Bu anlamda herkes veri bilimcisi olamaz ama veri okuryazarı olabilir. Böylece veriden nasıl anlamlar çıkartılabileceğini anlayabilir.

Bir işletme birkaç şekilde yapay zekadan faydalanabilir:

1- Mevcut işgücünün beceri düzeyini yükseltmek,

2- Yeni yapay zeka ve veri kadrosu oluşturmak,

3- Bir şirketi öncü kadrosu ile birlikte satın almak (Acqui - hiring)

4- Hizmet sağlayıcı firmalarla ortaklığı gitmek ve hizmet olarak yapay zeka çözümlerine başvurmak.

Her organizasyon ve çalışanın odaklanması gereken dokuz yumuşak beceri vardır. Bunlara İngilizce “soft skills” deriz. Bunlar; yaratıcılık, duygusal zekâ, analitik düşünme, büyüme hedefi ile aktif öğrenme, akıl yürütme ve karar alma, insanlar arası iletişim becerileri, liderlik becerileri, çeşitlilik ve kültürel zeka, değişime kucak açmak. Bunların insanları makinalardan ayrıştırabilecek özellikler olduğu düşünülmektedir.

Yapay zekanın etik kurallar çerçevesinde kullanılması oldukça önemli hale geliyor. Yapay zeka bildiğiniz gibi veri ile çalışmaktadır. Özellikle büyük teknoloji devleri ve sosyal medya şirketleri bu verileri kullanıcılarından rahatlıkla alabilmektedir. Fakat bunları kullanmak kullanıcılarının verdiği izinler kapsamında olmalıdır. GDPR da bunu gerektirir. Aksi takdirde Facebook, Google ve Amazon’un daha önce yaşamış olduğu hukuki yaptırımlarla karşılaşmak işten bile değildir. 

Yapay zekanın bir de kara kutu problemi vardır. Kara kutu bir yapay zeka algoritmasının çıktısının anlaşılamamasını ifade eder. Oysa işletmenin bir müşteriye yönelik davranışının, müşteri talebi ile neden olduğunun ortaya çıkartılabilmesi için buradaki algoritmaların açıklanabilmesi gerekmektedir. GDPR da bunu gerektirir.

Örneğin yapay zekanın bir insana şizofreni teşhisi koyduğunu düşünelim. Bir doktor olarak bu teşhise bağlı kalıp hastanın tedavisine erkenden başlamak mı gerekir, yoksa açıklanamayan bir yapay zeka kararına güvenmemek mi doğru olur? İlerleyen dönemlerde insanları bekleyen çelişkiler bunlar olacaktır.

Bazı şirketler yapay zekayı açıklayabilmek için çeşitli araçlar geliştirmektedirler.

Yapay zekanın bir diğer problemi de ön yargılı olabilmesidir. Dayanak aldığı biri eğer ön yargılıysa yapay zeka da ön yargılı bir sonuç verecektir. Diyelim ki yapay zekaya Türkiye’de sıradaki cumhurbaşkanın nasıl biri olacağını soruyorum. Muhtemelen beyaz, erkek ve Türk olacağını söyleyecektir. Çünkü eğitildiği veri bunu gerektirir.

Bu nedenle insanların yapay zeka sistemlerini körü körüne takip etmek yerine, bu sistemlere eleştirel gözle bakmayı de öğrenmeleri gerekmektedir.

YZ kötüye de kullanılabilir. Deepfake bunun örneklerindendir. Bir insanın sesini taklit edebilmek için bu insanın sesinin üç saniye dinlenmesi yeterlidir. Bu nedenle teoride yapay zeka eşinizin sesini taklit ederek sizden para transferi yapmanızı isteyebilir. Ya da IT biriminden bir arkadaşınızın sesini taklit ederek sizden şifre istemesini sağlayabilir.  

Ayrıca YZ sistemleri kurmak mevcut maliyetlerinin ötesinde çevreye zarar da verebilir. Bir YZ sistemini eğitmek için bir yılda ortalama bir Amerikalı’nın ürettiğinin 17 katı bir karbon salınımı gerçekleştiriliyor. 2025’te dünyadaki YZ kullanımının tüm enerji kullanımının onda birine ulaşması bekleniyor. 

YZ’ı doğru kullanmak için şunları uygulamak gerekir:

1- Veri toplamada şeffaf olmak, gerekirse sentetik veri kullanımına çalışmak.

2- Kara kutu probleminden kaçınmak,

3- Eleştirel düşünmeyi geliştirmek,

4- Ön yargılılıkları kontrol etmek.

YZ kılavuzları bizlere yardımcı olabilir.

1- Partnerships on AI

2- US Leadership in AI

3- Ethics and Guidelines for Trustworthy AI

4- Principles on AI

Dünyadaki verinin %90’ı son iki yılın ürünüdür. Ayrıca her iki yılda bir elimizdeki veri miktarı ikiye katlanıyor. Dünyadaki veri miktarının 2018’de 33 zetabayttan 2025’te 175 zetabayta çıkacağını tahmin ediliyor.

Geleceğin başarılı liderlerinde şu özelliklerin olması bekleniyor; Çeviklik, duygusal zekâ, kültürel zeka, alçakgönüllülük, hesap verebilirlik, vizyon, cesaret, sezgi, sahicilik ve odaklılık.

Kitapta bundan çok daha fazlası var. Eğer okursanız yapay zeka ile ilgili genel bir bilgi edineceğinizi söyleyebilirim.

İyi okumalar.


"Bir Dakika Yöneticisi" Adlı Kitaptan Notlar

Merhaba arkadaşlar,

“Bir kitap okuyan her şeyi bilirmiş.

İkinci kitabı okuyan şüpheye düşermiş.

Çok okuyan hiçbir şey bilmediğini öğrenirmiş.”

Kitap böyle başlıyor. 

Gerçekten de insan okudukça daha fazla okuması gerektiğini fark etmiyor mu?

Socrates’in dediği gibi “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.” 

Bir kitabı daha okuyup bilmediklerimize bir şeyler daha katalım dedik.

Bakalım kitap nelerden bahsetmiş. 



Bundan yaklaşık 30 sene önce çok fazla ilgi görmüş bu kitaptan bazı notları sizlerle paylaşacağım. 

"Bir Dakika Yöneticisi" yani "One Minute Manager" adındaki kitap iyi bir yönetici olmak için nelerin gerektiğini kısa bir hikaye ile anlatıyor. 

Sonuçların üzerinde duran yöneticiye otokratik, insanların üzerinde durana ise demokratik deniyor. Oysa olması gereken her ikisinin de bir arada yaşayabilmesi. 

Bir dakika yöneticisi çalışanlarına haftada sadece iki saat ayırdığını, onların hangi problemler ile karşılaştıklarını, bunları nasıl çözdüklerini dinlediğini ve gelecek haftayı planladıklarını anlatıyor. 

"Kendini iyi hisseden insanlar iyi sonuçlar üretirler." diyor

"Basit konularda benim karar almamı bekleme, kendi kararını kendin al" diyor.

Bir dakika yöneticisi yönetimini üç temel üzerine kurar:

- Bir dakika amaçların saptanması için

- Bir dakika takdir etmek için

- Bir dakika uyarısını belirtmek için

Amaçların saptanması aşamasında o dönemki hedefler, sorumluluklar masaya yatırılır. Herkes aynı amaç noktasında anlaşmış olur. 

Çalışanların kendilerinden tam olarak ne beklendiğini bilmedikleri durumda nasıl başarılı olacaklarını bilmeleri mümkün değildir. İş yaşamında pek hevesli görünmeyen insanlar sosyal hayatlarında bir oyun oynarken oldukça istekli olabilirler. Örneğin Bowling oynayan bir insan devireceği labutları görür ve bunların ne kadarını devirdiğini de bildiği için bundan keyif alabilir. Oysa tam tanımlanmamış veya tanımlanmış ama tutarlı olmayan hedefler insanların çalışma hayatından daha az zevk almalarına neden olur.  

Takdir etme aşamasında, çalışanların yaptıkları izlenip onların doğru bir şey yaparken yakalanması amaçlanır. Yanlış bir şeyyaparken değil doğru bir şey yaparken yakalama önemlidir. Böylece yaptığı doğru şeyin takdir edilmesi için fırsat oluşturulur.Ayrıca neyi doğru yaptıkları gösterilmiş olur. 

Uyarı aşamasında, yapılan yanlışları tek tek not almadan, biriktirmeden, yanlış yapıldığı an en şeffaf şekilde bunların karşı tarafa açıklanması gerekir. Bununla ilgili hissedilen nedir, çalışanla paylaşmak gerekir. Bu yarı, kişisel değil tamam yapılan hataya yöneliktir. Yapılan hata en net şekilde tarif edilir ve doğrusu anlatılır. 

Uyarıda her ne kadar olumsuz bir görüşme yaşanacak olsa da mutlaka bitirirken çalışana ne kadar güvendiğini söylemek gerekir. Mutlu ve anlaşmış şekilde ayrılmak gereklidir.

 Bir yönetici olarak üç seçeneğin var. Birincisi başarılı yöneticileri işe almak. Bu zor, pahalı ve doku uyuşmazlığından dolayı risklidir. İkincisi, Başarılı yönetici yetiştirmek. Bu da zor ama kültürel uyuşmazlıkların en az olacağı durum budur. Üçüncüsü de dua etmek :)

İnsanların hedefleri gerçekleştirebilmeleri için onları en başta zorlayıcı hedefler ile boğuşturmamak gerekir. Örneğin bir su gösterisinde iplerin üzerinden atlamayı başaran yunuslar önce havuzun en dibine konmuş ipin üzerinden geçerek eğitilmeye başlıyorlar. Bu daha sonra birkaç metre su üstünde yer alan ipe kadar gidebiliyor. 

İşe yeni başlayanlara doğru davranışa yakın davranışta bulunsalar bile takdir etmek gerekebilir. Daha sonra taşlar yerine oturduğunda bu insanlar tecrübeli çalışanlar gibi takdir edilebilirler. 

Kitabın kısa özeti bu kadar. Zaten 1 saatte okunabilecek kısa bir kitap. O sebeple okuyup kendiniz de düşünücelerinizi benimle paylaşabilrisiniz. 

İyi Çalışmalar. 


    



6 Temmuz 2023 Perşembe

Notes from the book “Build”

Dear readers, today we will be discussing some of the notes from the book called Build. The book was written by the father of iPod who is Tony Fadell.




The book is starting with the quote “The only failure in your 20s is inaction. The rest is trial and error.” 

Tony Fadell claims that all the business life should be in a cycle of “do, fail, learn”

The 20s of a young person is very important since he is only responsible for himself for that period. But in your 30s and 40s, your decision can no longer be entirely your own. The people who depend on you will shape and influence your choices.

If you’re working in a company that is likely to make a substantial change should have the following characteristics:

- It is creating a product or service that is wholly new or combines existing technology in a novel way that the competition can’t make or even understand.

- This product solves a problem, a real pain point.

- The novel technology can deliver on the company vision. It is not just within the product but also the infrastructure, platforms and systems that support it.

- Leadership is not dogmatic about what the solution looks like and is willing to adopt to their customers needs.

- It is thinking about a problem or a customer need in a way you have never heard before but which makes perfect sense once you hear it.

“If you make it they will come” doesn’t always work. If the technology isn’t ready they won’t come for sure. But even if you have got the tech, do you still have to time it right. The world has to be ready to want it.

If you’re not solving a real problem, you cannot start the revolution.

The CEO and executive team are mostly steering way out on the horizon - 50% of the time is spent planning for the fuzzy, distant future months or years away, 25% is focused on upcoming milestones in the next month or two, and the last 25% is spent putting out fires happening right now at their feet.

If you’re thinking of becoming a manager there are six things you should know:

- You do not have to be a manager to be successful.

- Remember that once you become a manager, you will stop doing the thing that made you successful in the first place.

- Becoming a manager is a discipline.

- Being exacting in expecting great work is not micromanagement.

- Honesty is more important than style.

- Don’t worry that your team will outshine you. If someone under you does something spectacular that just shows the company that you have built a great team.

At least 85% of your time should be spent by managing. If it is not, then you are not doing it right. Managing is the job. And managing is hard.

Examining the product in great detail and caring deeply about the quality of what your team is producing is not micromanagement. When you get deep into the team’s process of doing work rather than the actual work that results from it, that is when you dive headfirst into micromanagement.

There are two kinds of decision-making. Data driven and opinion driven.

All the companies want to rely on data to make a decision. However, sometimes requiring more data by forcing your teams will not lead you the best path. Because there are many variables and unknowns in the process of decision making. 

Most people don’t even want to acknowledge that there are opinion driven decisions. They demanded to be shown ahead of time that the unit and business economics of the product will sound. But that was impossible. They were asking us to predict the future with near 100% confidence. They were asking for proof that a baby could run a marathon before it had even learned to walk. 

In your first journey you will not have advantage of using data. You will need to make opinion driven decisions without the benefit of data or experience to guide you. But, in your second journey after the first launch of your initial product you have the following tools with you. Vision, customer insight and data.

To make the intangible (opinion) tangible (product) is critical in building the products. Fadell used to produce a thermostat under the company Nest which is used to level the inside temperature of the apartment. 

This process required a close understanding of the customer journey. According to Fadell, 10% of their customers experience was the website, advertising, packaging and in-store display. 10% was installation, 10% was looking at and touching with the device, and the rest of the experience was on peoples phones or laptops although it was a tangible product. 

Every minute, from opening the box to reading the instructions to getting it on the wall to turning on the heat for the first time, had to be incredibly smooth. Buttery, warm and joyful experience.

The company Nest also produced a screwdriver which can be distinguished from all other ordinary screwdrivers. This has increased the customer experience because they have seen it as a marketing tool rather than a hardware tool. It has helped the customers to remember Nest.

Storytelling is very important to explain why the product needs to exist and how it solves the customer’s problems. A good product story has three elements:

- It appeals to people’s rational and emotional sides.

- It takes complicated concepts and makes them simple.

- It reminds the people the problem that is being sold.

The product story should involve its design, features, images and videos, the quotes from the customers and also the tips from the reviewers. This is the answer for the question what. However, the product story should also give the answer to the question why. Why does it need to exist? Why does it matter? Why will people need it? Why will they love it?

When you get wrapped up in the “what” you get ahead of people. You think everyone can see what you see. But they don’t. They haven’t been working on it for weeks or years. So you need to pause and clearly articulate the “why” before you can convince anyone to care about “what”.

Analogies always help in storytelling. A great analogy allows a customer to instantly grasp a difficult feature and then describe that feature to the others. This is why “1000 songs in your pocket” was so powerful in the launch of iPod.

When you first launch a product the competitors do not feel the stress on them. This is the denial stage. But soon, as your distruptive product, process or business model begins to gain stream with customers, your competitors will start to get worried. They start to pay attention. At the end, they might sue you. If they cannot innovate they litigate. The good news is that a lawsuit means you’re officially a accredited. 

When you work on the disruptions you’ll see that there might be some failures at the end. The followings may be one of the reasons of them. 

- You focus on making one amazing thing but forget that it has to be part of a single, fluid experience.

- You start with a distruptive vision but set it aside because the technology is too difficult or too costly or doesn’t work well enough.

- You change too many things too fast and regular people can’t recognise or understand what you have made.

The companies become too big, too comfortable, too obsessed with preserving and protecting the first big innovation put them on the map, will eventually die.

Microsoft can be a very good example for this. The company stopped looking to MS Windows to be their cash cow and turned office into an online subscription. They have concentrated on different businesses such as Hololens and surface products. Otherwise they were about to fail. 

Most start-ups are born from people getting so frustrated with something in their daily experience that they start digging in and trying to find a solution.

The world of investment is cyclical. The funding environment is always shifting back-and-forth from a founder friendly environment to an investor friendly environment. It is like the housing market which is sometimes good for sellers and sometimes for the buyers. In a founder friendly environment there is so much money flowing into the marketplace that investors will fund just about anything because they don’t want to miss out on any deal. In an investor friendly market there is a lot less capital to go around investors are pickier and founders get worse terms.

You will also encounter a crisis eventually. If you don’t you are not doing anything important or pushing any boundaries. The following is a brief playbook to encounter with a crisis.

- Keep your focus on how to fix the problem not who to blame.

- As a leader you will have to get into the weeds. Don’t be worried about micromanagement as the crisis unfolds your job is to tell everyone what to do and how to do it. 

- Get advice from mentors, investors or your board.,

- Your job once people get over the initial shock will be constant communication.

- It doesn’t matter if the crisis was caused by your mistake or your team. Accept responsibility for how it has affected customers and apologise.

In an interview I am always most interested in three basic thing. Who they are, What they have done, why they have done it. 

Fadell says that he always ask what was the main reason quitting the last job. Is it because of a bad manager? Why didnt they fight harder?  

When you bring in new employees dont worry about not giving them enough freedom. At first this should be done. 

 When a compny grows, it reaches to a breakpoint. Breakpoint usually come when you need a layer of management, leading to communication problems, confusion and slowdowns. 

The company either grows or die. When you come to a people of 120, you should change the organization. At around 120 people, you need directors or managers who manage other people. Directors should think about a CEO than an individual contributor. 

Here is the new set up for the sales 

- Sales performance bonuses of additional stock options that vest over time. 

- If the customer leaves, the sales person loses the remaining portion of their commissions.

According to the brain functions, the entrepreneurs see their startups as their children.

85% of all marriages (mergers and acquisitions) end up with failures.

The motivations of the employees should not be routine basis. Otherwise the influence of the incentive will gradually become less effective. Free always decrease the quality of the product. Steve Jobs never give Apple products free to his employees. however, google did it. After a while giving out Google products had very limited motivational consequence on the emloyees. 

If you have one or a few of the following characteristics on you, you should give up your CEO role.

- The company or market has changed too much.

- You have turned into a babysitter CEO. You just try to preserve the position of the bank.  

- You are pushed to become a babysitter CEO.

- You have a clear succession plan and the company is doing well.

- You hate what you are doing.

 In his experience, it takes most people about a year and a half before they can start thinking about something new. At the end two things matter, products and people. What you build and who you build it with.