9 Kasım 2021 Salı

Schopenhauer’den Aforizmalar

Merhaba 

Bu yazımda da sizlerle oldukça ilginç ve aynı zamanda çok isabetli tespitleri olduğunu düşündüğüm Alman filozof Artur Schopenhauer’in düşüncelerini paylaşmak istiyorum. Bunun için "Hiçliğin Mutlu Sessizliği" ve "Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar" adlı kitapları kullandım.

Cehalet, sadece muazzam zenginlik ile beraber olduğunda alçaltıcıdır.

Mutsuz olmamanın en güvenli yolu, çok mutlu olmayı beklememektir.

Affetmek ve unutmak, zor kazanılmış deneyimi boşa harcamak demektir.

Arzuyu doğuran ve besleyen sadece talep edilen şeyin umududur.

Hakikatin ortaya çıkışı üç evrede gerçekleşir. İlki hakikatle dalga geçilir, ikincisi hakikate direnilir ve üçüncüsü ise hakikat bariz olarak kabul edilir.

Her özgün fikir ile önce dalga geçilir, sonra buna hararetle saldırılır ve sonunda sorgusuz sualsiz kabul edilir.

Mutluluk kendine yetenlere aittir.

Dolandırıldığımız paradan daha yararlı kullanılmış olanı yoktur, çünkü bu parayı verip akıllılık almışızdır.

Bir kimsenin yalan söylediğine şüphe ediyorsak, ona inanıyormuş gibi yapmalıyız. Böylece cesaretlenecek ve kendinden emin olacak, daha arsızca yalan söyleyecek ve maskesi düşecektir.

Bir kişi hemen hemen tüm gününü okuyarak geçiriyorsa, düşünme kapasitesini yavaş yavaş kaybeder. Pek çok bilgin için durum farksız değildir, aptallaşırcasına okudular. Sadece kendi düşüncelerin köreldiğinde okumalısın.

Her gün biraz yaşamdır. Her uyanma ve kalkma biraz doğuş, her taze sabah biraz gençtik, her dinlenme ve uyku biraz ölümdür.

Büyük insanlar kartal gibidir. Yuvalarını yüce yalnızlıkta inşa ederler.

Özellikle şu sözünü çok seviyorum;

"Acıların kaynağı arzularımızdır."

Bu aşamaya kadar, “Hiçliğin Mutlu Sessizliği” adlı kitaptaki aforizmaları sizlerle paylaştım. Bundan sonra da “Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar” adlı kitabını özetlemek istiyorum.

Yazar, yaşam bilgeliği kavramını yaşamı olabildiğince rahat ve mutlu bir biçimde sürdürme sanatı anlamında aldığını belirtmiştir.

Aristoteles insan yaşamının büyüklerini üç sınıfa girmişti. Bunlar dışsal olanlar, ruha ait olanlar ve bedeni ait olanlardır. Fakat filozofumuz Schopenhauer bu bölümlendirmeyi şu şekilde yapıyor; Bir kimsenin ne olduğu, bir kimsenin neye sahip olduğu ve bir kimsenin neyi temsil ettiği. Aslında kitap temelde bu üçlü ayrıma dayanıyor.

Bir kimsenin ne olduğu, geniş anlamda o insanın kişiliğidir. Buna göre bir kimsenin sağlık, kuvvet, güzellik, karakter, zeka ve yetişme tarzı bu madde altında toplanabilir. Bir kimsenin neye sahip olduğu ise her anlamda malı ve mülküdür. Bir kimsenin neyi temsil ettiği ise o kimsenin başkalarının düşüncesinde ne olduğu yani onun başkalarınca nasıl tasarlandığıdır. Bu temsil başkalarının onun hakkındaki görüşünden oluşur ve saygınlık, rütbe ya da şan olarak ortaya çıkar.

Soylu bir karakter, yetenekli bir kafa, mutlu bir mizaç ve neşeli bir ruh mutluluğumuz açısından en birinci en önemli olanlardır.

İnsanın ne olduğunu, neye sahip olduğundan mutluluğu üzerinde çok daha fazla katkısı vardır. Yine de insanlar zenginlik elde etmek için, zihinsel donanım elde etmek için uğraştıklarından bin kat daha fazla uğraşırlar. Oysa birinin kendinde neye sahip olduğu yaşamının mutluluğu açısından en önemli olanıdır.

Doğuştan zengin kimi aile çocuklarının paylarına düşen büyük mirası, inanılmaz kısalıktaki bir sürede harcayıp tükettikleri uğursuz savurganlığın kaynağı gerçekte zihnin yoksulluğundan ve boşluğundan ortaya çıkar. Böyle bir genç dışsal olarak zengindi ama içsel olarak yoksul bir biçimde dünyaya gelmişti. Dıştan gelen her şeyi almak isteyerek boşyere içsel yoksunluğunu dizginlemeye çalışmaktadır.

Epiktetos, “insanları huzursuz eden olaylar değil olaylar hakkındaki görüşleridir” demiştir. Genel olarak mutluluğumuzun onda dokuzu sadece sağlığa dayanır. Buna göre her şeyden önce insanların birbirlerine karşılıklı olarak sağlık durumlarını sormaları nedensiz değildir.

Boş zaman tam da Ariosto’nun dediği gibi cahillerin can sıkıntısıdır. Sıradan insanlar sadece zamanını geçirmeyi düşünürler, herhangi bir yeteneği olan kimse ise ondan yararlanmayı düşünür.

Nasıl ki en mutlu ülke az ya da çok ithalat yapması gerekmeyen ülke ise, iç zenginliği kendine yeten ve eğlenmek için dışarıdan az ya da çok bir şeye gereksinme duymayan insan da en mutlu insandır. Dışarıdan alınan pahalıya mal olur, bağımlılık yapar ve tehlike getirir. Aristoteles “mutluluk kendi kendine yetendir” demiştir. Çünkü mutluluk ve hazzın tüm dış kaynakları doğaları gereği son derece güvenilmez, nahoş ve geçicidirler.

Dışarıdan bir şeyler kazanabilmek için içeriden bir şeyler kaybetmek; yani şan, şöhret, mevki ve şatafat için huzurunu, boş zamanını ve bağımsızlığını önemli ölçüde feda etmek büyük bir aptallıktır.

Seneca, “zihinsel bir uğraşı içermeyen boş zaman ölümdür ve diri diri gömülmektir” demiştir. Normal insan yaşamınızdan haz alması bakımından, kendi dışındaki şeylere; mala, mülke veya mevkiye, kadınlara ya da çocuklara, arkadaşları veya topluma muhtaçtır. Bu yüzden onları yitirdiğinde ya da onların kendisini aldattığını düşündüğünde yıkılır. Bu ilişkiyi anlatabilmek için ağırlık merkezinin kendisinde olmadığını, dışarıda yer aldığını söyleyebiliriz.

Bir kimsenin neye sahip olduğu üzerini konuşmadan önce, Epiküros’un insan gereksinimlerini ayırdığı üç sınıfı görebiliriz. Bunlardan birincisi doğal ve zorunlu olanlardır. Bunlar karşılanmadıklarında acı çekmeye neden olurlar. Örneğin beslenme ve giyme gibi. Diğer taraftan da karşılanmaları kolaydır. İkinci olanlar ise doğal ama zorunlu olmayanlardır. Bunlar cinsel deneyimlerdir. Son olarak da ne doğal ne de zorunlu olanlar vardır. Bunlar; lüks, zenginlik, şatafat ve gösteriş gereksinimleridir. Bunlar sonsuzdur ve karşılanmaları çok zordur.

Şimdi de bir kimsenin neyi temsil ettiği üzerine konuşabiliriz. Nasıl ki bir kediyi okşadığımızda engel olamayacağımız bir biçimde mırlamaya başlarsa, övülen bir insanın yüzü de, övgü apaçık yalan olsa bile tatlı bir sevinçle kaplanır. Kişinin kendi başına ve kendisi için ne olduğunun değeri, o kişinin başkasının gözünde ne olduğunun yanında çok daha mutluluk vericidir. Bizim başkası için ne olduğumuzun yeri yabancıların bilincidir. Başkası için ne olduğumuz, bu bilinçte göründüğümüz görünüş ve ona uygulanmış şan, şöhret ve mevki gibi kavramlardır. Oysa “Ün arayışı işi bilge kişinin bile bırakabileceği son şeydir”demiştir Tacitus. Bundan kurtulmanın tek yolu başkalarının bizimle ilgili görüşünün gerçeklik üzerinde ne denli az bir etkisinin olabileceğini ve bu görüşün ne denli zararlı olduğunu aklımıza yerleştirmektir.

Dünyada gurur duyabileceği hiçbir şeyi olmayan zavallı bir adam, son çare olarak içinde yaşadığı ulusa uzatır elini. Böylece bireysel özelliklerinin yokluğunu ele verir ve milyonlarca kişiyle paylaştığı bir şeye başvurur.

Değeri ya da değersizliği başkalarının gözünde nasıl göründüğüne dayanan bir varoluş sefil bir varoluş olurdu. İnsanlar esas olarak kendi yargılarına sahip olamadıkları ve başarılarını değerlendirme noktasında eksik kaldıkları için yabancı beyanlara kulak verirler. Bu beyanların da doğruluğuna inanma eğilimine girerler. 

Schopenhauer, öğütler ve özdeyişler adlı bölümünde de genel olarak şunlardan bahseder:

Aristoteles “zevkin değil acısızlığın peşinden koşar akıllı kişi” demektedir. Tüm işlerimiz bizim istediğimiz gibi gidiyor ancak işlerden bir tanesi istediğimiz gibi gitmiyorsa çok önemsiz bile olsa kafamızı sürekli bu iş kurcalar. Sürekli onu düşünürüz ve istediğimiz gibi gerçekleşen tüm öteki daha önemli işleri düşünmeyiz. Voltaire’in dediği gibi mutluluk yalnızca bir düştür fakat acı ise gerçektir. Buna göre yaşamında mutluluk öğretisi açısından bir sonuç çıkarmak isteyen kimse, hesabını tattığı zevklere göre değil atlattığı belalara göre yapmalıdır.

Kinikler hazları acıya düşüren tuzaklar olarak görmüşlerdi.

Dünyanın sunabileceği en iyi şey, acısız, dingin ve katlanılabilir bir yaşamdır. Çok mutsuz olmanın en güvenli yolu çok mutlu olmayı istemektir. Haz, mülk, rütbe, onur gibi istemleri olumlu bir ölçüye indirmek uygundur. Çünkü büyük felaketleri çağıran tam da bunlardır.

Başlangıç noktasından baktığımızda yaşam sonsuz, sonundan geriye doğru baktığımızda ise çok kısa görünür.

14. yüzyıl şairi Petrarca “öğrenmekten başka mutluluk duyumsayamıyorum” demiştir.

Çoğu kimse fazlasıyla bugünde yaşar. Bunlar düşüncesizlerdir. Bazıları da fazlasıyla gelecekte yaşar. Bunlar da korkak ve endişelilerdir. Bir kimsenin doğru ölçüyü tutturduğu ender görülür. Çabalama ve umut etme yoluyla yalnızca gelecekte yaşayanlar, her şeyden önce hakiki mutluluğu getirecekleri düşünülen gelecek olaylar karşısında sabırsızlıkla acele ederler. Bunlar İtalya’da kafalarını bağlamış bir sopaya bir demet ot asılan ve bu yüzden hep önlerine bakan eşeklere benzerler.

Tek gerçek ve tek kesin olanın bugün olduğunu asla unutmamalıyız. Buna karşılık gelecek hemen hemen her zaman onu tasarladığımızdan başka türlüdür. Geçmiş de başka türlüydü ve her ikisinin de bir bütün olarak bizim zannettiğimizle çok az ilgisi vardır. Her gününü özel bir yaşam olarak gör.

Cicero diyor ki, “bir kimse yalnızca kendi kendine bağlı ise ve kendinde her şeye sahipse mutlu olmaması mümkün değildir.”

St.Piere’in dediği gibi “Beslenmede perhiz bizi bedensel açıdan sağlıklı yapar. İnsanlarla ilişkide perhiz de ruhumuzu huzur verir.”

Seneca diyor ki, “insan karşılaştırma yapmadan kendinde olanı sevinmeli.”

Zaten olmuş yani artık değiştirilemez bir kötü olay karşısında ne bunun başka türlü olabileceği, ne de bundan neyle sakınılmış olabileceği düşüncesine izin verilmelidir. Eğer böyle yapılmazsa acı dayanılmaz ölçüde artar ve insan kendi kendine eziyet eden anlamına gelen heautontimorumenos olur.

Uykudan önceki uyanık durumdaki düşüncelerimiz bilindiği gibi kapkaradır. Sabahleyin tüm bu değişik imgeler tıpkı düşler gibi gidip gitmişlerdir. İspanyol atasözü “gece boyalıdır, gündüz beyazdır” bunu anlatır. Ama daha akşamları, ışıklar yanmaya başlar başlamaz, akıl da göz gibi, gündüzün olduğu gibi net göremez. Bu yüzden bu zaman dilimi, ciddi ve en azından hoş olmayan konuların düşünülmesi için uygun değildir. Bunun için en doğru zaman sabah saatlidir.

Nasıl ki küçük cisimler, gözümüze yakın tutulduklarında görüş alanımızı sınırlar, tüm dünyayı örterlerse; en yakın çevremizdeki insanlar ve olaylar da son derece önemsiz ve değersiz olsalar bile, dikkatimizi ve düşüncelerimizi gereğinden çok, üstelik de hoş olmayan bir biçimde meşgul ederler.

Aldanmışlar arasında doğru kavrayışlı bir adam, tüm saat kuleleri yanlış zamanı gösteren bir kentte, sadece kendi saati doğru olan bir adama benzer. Saatin gerçekte kaç olduğunu bir tek o bilmektedir ama bu onun ne işine yarar? Tüm dünya yanlış zamanı gösteren dünya saatlerine göre davranmaktadır. Hatta bir tek onun saatinin doğru zamanı gösterdiğini bilenler bile.

Nezaket akıllılıktır, bunun sonucunda nezaketsizlik aptallıktır. Nezaketsizlik yüzünden gereksiz yere ve bile bile düşman kazanmak, tıpkı insanın kendi evini kundaklaması gibi bir çılgınlıktır. Çünkü nezaket oyuncak paralar gibidir, açıkça sahtedir. Bundan tasarruf etmek akılsızlık kanıtıdır. Buna karşılık kullanmak akıllık kanıtıdır. Tüm uluslar mektuplarını en sadık kulunuz anlamlarına gelen sözcüklerle bitirirler. En dik kafalı ve düşmanca davranan insan bile birazcık nezaket ve güler yüzle yumuşak ve iyi huylu yapılabilir. Buna göre balmumu için sıcaklık neyse insanlar içinde nezaket olur.

Birinin yalan söylediğinden kuşkulanıyorsanız buna inanmış gibi yapmalısınız. Bunun üzerine o insan pervasızlaşır ve daha büyük yalanlar söyler. En sonunda foyası meydana çıkar.

Düşmanın bilmemesi gereken şeyi dostuna söyleme. Sırrımı saklarsam bu benim tutsağım olur, açığa vurursam ben onun tutsağı olurum. Susma ağacının dallarında huzur meyvesi vardır.

Kimi zaman uzak bir yeri özlediğimizi sanırız, oysa aslında yalnızca bu sırada daha genç ve daha taze olduğumuz için orada geçirdiğimiz zamanı özlemekteyiz. Böylece zaman bizi mekan maskesi altında yanıltır. Oraya yolculuk ettiğimizde yanılsamanın farkına varırız.

Yaşamımız, aşağıya doğru yuvarlanan bir küreninki gibi hızlandırılmış bir devrimdir. Nasıl ki dönen bir yuvarlak levhadaki her nokta merkezden uzaklığı ölçüsünde daha hızlı dönüyorsa herkes için de zaman, yaşamının başlangıç noktasına uzaklaştığı ölçüde gitgide daha hızlı akar.

İnsan, Horatius’un hiçbir şeye şaşırmamak düşüncesine, yani tüm şeylerin değersizliğine ve dünyanın tüm harika işlerinin boşluğuna, dolaysızca ve samimi bir biçimde iyice inanmaya ancak ileriki yaşlarda başlayabilir.

1 yorum:

Merhaba kıymetli okuyucularım,
Yorumları denetlemeden siteye koyamıyorum. Maalesef uygun olmayan içerikler paylaşan kullanıcılar oluyor ve bunun siteyi ziyaret eden insanları olumsuz etkilemesini istemiyorum. Vaktimin darlığından her zaman yorumlarınıza da yanıt veremiyorum. Anlayışınız için teşekkür ederim.