Dünyamız
insanoğlunun oluşumundan bu yana yüzyıllarca devletlerin kurulduğu, sonrasında
da bu devletlerin yıkıldığı, söz konusu devletlerin yıkılmasa da siyasi
rejimlerinde önemli değişimlerin meydana geldiği bir yer olarak akıllarda
kalmıştır. Özellikle yeni kıtaların bulunmasından sonra teknolojileri
diğerlerine göre daha fazla gelişmiş olan bir çok devlet kendilerine daha ucuz
doğal kaynaklar bulmak, bir başka deyişle kendilerine sömürgeler edinmek
istemiştir. Böylece yerel halk büyük zararlar görmüş ve bu yüzyıllarca devam
etmiştir.
Yukarıda
belirtilen olaylar gerçekleşirken bir yandan da sömürgecilikte giderek
sınırlara yaklaşılmış ve Almanya gibi teknolojisi oldukça ileri seviyede olan
fakat henüz yeterince sömürge elde edememiş bazı devletler bu olaylardan
rahatsız olmuşlardır. Tüm bu gelişmelerin sonrasında pazarların daralması ile
büyük devletler arasındaki çıkar çatışmaları sıcak savaş ortamına gelinmesine
yol açmıştır.
Büyük devletler
arasında kamplaşmalar başlamış ve Birinci Dünya Savaşı meydana gelmiştir.
Yaklaşık dört yıl süren bu savaş sonrasında dünyanın önemli merkezlerinde büyük
yıkımlar meydana gelmiş, hem çevreye hem de tüm canlılara büyük zararlar
verilmiştir. Bir çok ülke için siyasi sınırlar değişmiş, bazı devletler de
bölünmüştür.
Birinci Dünya
Savaşının yaraları daha yeni sarılmış iken İkinci Dünya Savaşı meydana gelmiş
ve Birinci Dünya Savaşına göre daha fazla yıkım oluşmuştur. Dünyada yarım asır
içinde meydana gelen bu gelişmeler sonucunda devletler güvenliklerine daha
fazla önem vermeye başlamışlar ve NATO, Demir Perde, çeşitli Paktlar vb.
birliktelikler oluşmaya başlamıştır. Böylece üyelerin geçmişe oranla daha fazla
güven içinde bulunmaları amaçlanmış ve üyelerden birine yapılan bir saldırı
için diğer ülkelerin de devreye girmesi düşünülmüştür. Bu birliktelikler ile
birlikte güvenlik sorunu bir anlamda çözülmüş olsa da ekonomik ve hukuki
birlikteliğin daha önemli kazanımlar getireceği sonucuna varılmıştır. Bu
sebeple, Avrupa Ekonomik Topluluğu adı altında ilk adını alan Avrupa Birliği
projesi hayata geçmiştir. Bu çalışmada da bu önemli projenin tarihi, işleyişi
ve sorumlu organlarından bahsedilecektir.
Avrupa Birliği
(AB) hayali gerçek bir siyasi projeye dönüşüp AET üyesi ülkelerin hükümet
politikalarında hedef haline gelmeden ve pratik olgu olmadan çok önce, uzunca
bir tarihi geçmişe sahiptir. Birlik düşüncesinin ciddi boyutlar kazanması ancak
II. Dünya Savaşı içinde olmuştur. Çünkü daha savaşın başında kıta Avrupası
ülkelerinin çöküşü, direnişçi önderlere, artık ulusal devletlerin yeterli
güvenliği sağlayamadığını göstermiştir. Savaş sonrasında dünyanın güvenliğinin
sağlanmasını ABD ile Britanya; Birleşmiş Milletler (BM) önderliğinde olduğu
gibi, tüm dünya ölçeğindeki örgütlenmelerde aramaktaydı. Avrupa’da da bir
birlik kurma çabaları devam ediyordu. 5 Eylül 1944’de Belçika, Hollanda ve
Lüksemburg, bir ekonomik birlik kurulmasının gerekliliğini kabul etmişlerdi. 19
Eylül 1946’da, o dönemde artık İngiltere’de iktidarda olmayan ünlü devlet adamı
ve yazar Winston Churchill, Zürih konuşmasında federalist çizgide bir
Avrupa Birleşik Devleti öneriyordu. Aralık 1946’da federalizm düşüncesini
savunan "Avrupalı Federalistler Birliği" kuruldu. Bunun gibi birçok
bölgesel oluşumlar daha gerçekleşse de bunlar sadece işbirliği kurumlarıydı ve
siyasal birliğe ulaşma amacı içermemekteydiler.[1]
25 Mart 1957’de
Roma’da imzalanan ve 1 Ocak 1958’de yürürlüğe giren Roma Antlaşması ile
Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, AET’yi kurmuşlardır.
1 Temmuz 1967’den itibaren tek konseyli ve tek komisyonlu bir AT meydana
getirilmiştir. İngiltere, İrlanda ve Danimarka tam üye olarak, 22 Ocak 1972
tarihinde Topluluğa katılmıştır. Norveç’in katılma anlaşması ise, adı geçen
ülkede yapılan bir referandum ile reddedilmiştir. 1981 yılında Yunanistan’ın da
Topluluğa katılmasıyla üye sayısı 10’a çıkmıştır. 1 Ocak 1986 tarihinde İspanya
ve Portekiz’in de katılmasıyla Topluluğun üye sayısı 12’ye çıkmış ve 1 Ocak
1995’te İsveç, Finlandiya ve Avusturya’nın katılmasıyla üye sayısı 15’e
ulaşmıştır.[2] Bugün ise 28 üyeye sahiptir.[3]
AB’ye üye olmuş
olan ülkeler aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.[4]
Devlet
|
Kabul
|
Nüfus
|
Alan (km²)
|
Başkent
|
Avrupa Parlamentosu Üyeleri
|
Avusturya
|
1995
|
8.316.487
|
83.871
|
Viyana
|
18
|
Belçika
|
Kurucu
|
10.584.534
|
30.528
|
Brüksel
|
24
|
Bulgaristan
|
2007
|
7.679.290
|
110.91
|
Sofya
|
18
|
Kıbrıs
|
2004
|
766.4
|
9.251
|
Lefkoşa
|
6
|
Çek Cumhuriyeti
|
2004
|
10.306.709
|
78.866
|
Prag
|
24
|
Danimarka
|
1973
|
5.457.415
|
43.094
|
Kopenhag
|
14
|
Estonya
|
2004
|
1.342.409
|
45.226
|
Tallinn
|
6
|
Finlandiya
|
1995
|
5.289.128
|
338.15
|
Helsinki
|
14
|
Fransa
|
Kurucu
|
63.392.140
|
547.03
|
Paris
|
78
|
Almanya
|
Kurucu
|
82.314.906
|
357.05
|
Berlin
|
99
|
Yunanistan
|
1981
|
11.125.179
|
131.99
|
Atina
|
24
|
Macaristan
|
2004
|
10.066.158
|
93.03
|
Budapeşte
|
24
|
Hırvatistan
|
2013
|
4.398.150
|
56.594
|
Zagrep
|
12
|
İrlanda
|
1973
|
4.239.848
|
70.273
|
Dublin
|
12
|
İtalya
|
Kurucu
|
59.131.287
|
301.32
|
Roma
|
78
|
Letonya
|
2004
|
2.281.305
|
64.589
|
Riga
|
9
|
Litvanya
|
2004
|
3.373.991
|
65.303
|
Vilnius
|
13
|
Lüksemburg
|
Kurucu
|
476.2
|
2.586
|
Lüksemburg
|
6
|
Malta
|
2004
|
404.962
|
316
|
Valletta
|
5
|
Hollanda
|
Kurucu
|
16.372.715
|
41.526
|
Amsterdam
|
27
|
Polonya
|
2004
|
38.635.144
|
312.68
|
Varşova
|
54
|
Portekiz
|
1986
|
10.599.095
|
92.391
|
Lizbon
|
24
|
Romanya
|
2007
|
21.565.119
|
238.39
|
Bükreş
|
35
|
Slovakya
|
2004
|
5.396.168
|
49.037
|
Bratislava
|
14
|
Slovenya
|
2004
|
2.013.597
|
20.273
|
Ljubljana
|
7
|
İspanya
|
1986
|
45.116.894
|
506.03
|
Madrid
|
54
|
İsveç
|
1995
|
9.142.817
|
449.96
|
Stokholm
|
19
|
Birleşik Krallık
|
1973
|
60.587.300
|
244.82
|
Londra
|
78
|
Yukarıda kısa
tarihçesinden bahsedilen ve bugün AB olarak adlandırılan birlik, Maastricht
Antlaşması da denilen AB Antlaşmasının 1992 yılında imzalanıp 1993 yılında
yürürlüğe girmesiyle oluşmuştur.[5]
AB’nin temeli, Gümrük Birliği ve ortak iç piyasadır. Bu, söz konusu ülkelerin
kendi aralarında herhangi bir engelleme olmaksızın mal ve hizmet alış-verişinde
bulunabilecekleri anlamına gelmektedir. Aynı zamanda AB dışındaki ülkeler ile
yapılan ticaret ortaklaşa ayarlanmaktadır. İç pazar kapsamında insanlar da
sermaye gibi özgürce dolaşabilmektedirler.
AB Ülkeleri
temelde Euro’yu para birimleri olarak kullanmayı kabul etseler de bu ülkelerden
bazıları hali hazırda bu para birimini kullanmamaktadırlar. Birleşik Krallık ve
Danimarka, Maastricht Antlaşması'nda yer alan
ayrıcalıklara dayanarak Euro’ya geçmeyen AB üyeleridir. Bu ülkelerin
hükûmetleri ya da bir referandum sonucu halkları bu yönde karar vermedikçe AB
tarafından yasal bir baskıyla karşılaşmaz. 28 Eylül 2000'de Danimarka'da
yapılan referanduma göre, oy verenlerin %53,2'si Euro’ya geçmeye karşı
çıkmıştır.
İsveç'in
Euro konusunda bir ayrıcalığı olmamasına karşın, bu ülkede gerçekleştirilen
referandumlar Euro’ya geçişi engeller durumdadır. 14 Eylül 2003'teki
referanduma göre, oy kullananların %56,1'i Euro’ya “hayır” demiştir.
Kriterleri karşıladıktan sonra Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Hırvatistan, Litvanya,
Macaristan, Polonya ve Romanya da Euro’ya geçmek zorundadır.[6]
[2] Hüseyin Çeken, “Bölgesel
Ekonomik Bütünleşme Sürecinde Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği’nin Dış Ticaret
Ve Sermeye Hareketlerindeki Yeri ve Önemi” , http://www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/ocak%202004/bolgesel_ekonomik.htm,
19 Ağustos 2006.
[3] Avrupa Birliği Avrupa
Komisyonu Türkiye Temsilciliği, Avrupa
Birliği Genişleme Sürecinde Türkiye, Ankara, y.y., 2003, s. 4.
[5] Tuna Turagay, “Avrupa
Ekonomik ve Parasal Birliği ve EURO”, http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DTDERGI/tem98/avrupa.htm,
21 Ağustos 2006.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Merhaba kıymetli okuyucularım,
Yorumları denetlemeden siteye koyamıyorum. Maalesef uygun olmayan içerikler paylaşan kullanıcılar oluyor ve bunun siteyi ziyaret eden insanları olumsuz etkilemesini istemiyorum. Vaktimin darlığından her zaman yorumlarınıza da yanıt veremiyorum. Anlayışınız için teşekkür ederim.