Modern anlamda kalkınma bankacılığının tarihi II. Dünya Savaşı’nın bitişi ile başlamaktadır. Bu savaştan oldukça yıpranmış olarak çıkan ülkeler kendi bünyelerinde ve ülkeler üstü şekilde kurulan bir çok kalkınma bankası aracılığı ile ekonomilerini toparlamaya ve faaliyetlerini canlandırmaya çalışmışlardır.[1] Bir diğer görüşe göre de kalkınma bankalarının ilk örneklerinin 19. yüzyıl kıta Avrupası’nda ortaya çıktığı, I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından da, savaşların ortaya çıkardığı yıkımın olumsuz ekonomik sonuçlarını ortadan kaldırmak ve hızlı kalkınma hamlesi gerçekleştirmek amacıyla dünyanın diğer coğrafyalarına yayıldığı ifade edilmektedir.[2]
İkinci görüşte yer alan kıta Avrupası’nda ilk kalkınma bankacılığı örneklerinin görülmesi olayı da aslında Fransa’da yaşanan bir gelişim ile ilgilidir. 19.yy’da Fransa’da, uzun vadeli kaynak eksiği, birçok anonim şirketin birleşmesiyle kurulmuş bir ipotek bankası (mortgage bank) olan Credit Mobilier ile giderilmek istenmiştir. 19. yüzyılda Fransa’da, devlet teşvikli birçok yatırımda Credit Mobilier görev almıştır. Fakat Credit Mobilier’in ülke içindeki görevi ancak on beş yıl sürmüştür. On beş yıl gibi kısa bir sürenin kalkınma bankacılığında göz ardı edilebilecek bir etkisinin olduğu düşünülse de, Credit Mobilier’in kalkınma bankacılığı açısından önemi, ardından Avrupa’da birçok ülkede benzeri bankaların kurulmasına örnek teşkil etmesi olmuştur.[3] İşte bu olay ile başlayan kalkınma bankacılığı daha sonra bir çok ülkede (Almanya, Avusturya, Belçika, İtalya, İsviçre, İspanya) devam etmiştir.
ABD’de sanayinin finansmanı, 19.yy sonlarında, kalkınma bankacılığı vasıtasıyla devlet düzeyinde başlatılmıştır. “Ticari Bankalar” ya da “Endüstriyel Bankalar”, günümüz modern uluslararası kalkınma bankalarının fonksiyonlarını yerine getiriyordu. Bu bankaların birincil fonksiyonu, “Birleşik Devletler’de demiryollarının inşa edilmesi gibi yüksek kar vaat eden ve fakat istisnai ölçüde yüksek riskli yeni üretim alanlarındaki projelere uzun-vadeli finansman desteği sağlamak” şeklinde belirlenmişti.
Az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde ise durum daha farklıdır. Bu ülkelerin özellikle ekonomilerini gelişmiş toplumlar seviyesine yükseltmek için daha fazla tedbir almaları gerekmiştir.
Bir diğer örnekte ise Meksika, kendi kalkınma bankası olan El Banco de Avio’yu 19. yy başlarında zaten kurmuş bulunuyordu. 1821’de faaliyete geçen bu banka, hem Kuzey-Güney demiryolu sisteminin inşasına katkıda bulunmuş; hem de pamuk, demir, ipek, yün ve kağıt imalatçılarına kredi vermek veya Avrupa’dan satın alınan makine/ekipmanı kredilendirmek gibi daha küçük ölçekli finansman desteği sağlamıştır.[4]
I. ve II. Dünya Savaşı’nın sebep olduğu ekonomik yıkım ve ardından gelen buhran dönemi sonrası kalkınmanın finansmanı için bir çok az gelişmiş ülkede kalkınma bankaları kurulmuştur. Bu süreç iki dünya savaşı arası dönem olan 1920–1945 arası dönemi kapsamaktadır. Latin Amerika ülkeleri kapsamında Şili’de Corporacion de Fomento, bu alanda bir ilk olması özelliğiyle, diğer azgelişmiş ülkelerde kalkınma bankacılığının yeşermesi anlamında destekleyici olmuştur.
II. Dünya Savaşı sonrasında özellikle Dünya Bankası aracılığıyla bir çok kalkınma bankası kurulmuştur. Uluslararası alandaki bu gelişmeye paralel olarak, Bretton Woods anlaşmasıyla kurulan ve Dünya Bankası çatısı altında faaliyet gösteren Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası genelde azgelişmiş ülkelere proje kredisi verirken, ulusal düzeyde yeni kalkınma bankalarının kurulmasına da destek vermiştir. Böylelikle, II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye dahil birçok ülkede Dünya Bankası’nın öncülüğünde ve finansman desteğinde kalkınma bankaları kurulmuştur. Ülkemizde faaliyet gösteren Türkiye Kalkınma Bankası ve Türkiye Sınai Kalkınma Bankası da bu kapsamda kurulmuş organizasyonlardır.
Kısa bir bilgi vermek gerekirse; Türkiye Sınai Kalkınma Bankası; 1950 yılında Dünya Bankası'nın desteği ve T.C. Hükümeti, T.C. Merkez Bankası ve ticaret bankalarının işbirliği ile kurulmuş, Türkiye'nin ilk özel yatırım ve kalkınma bankası olma unvanına sahiptir.[5]
Türkiye Kalkınma Bankası (TKB) ise, 1975 yılında 13 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası A.Ş. (DESİYAB) adı altında Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın ilgili kuruluşu olarak kurulmuş, kuruluş işlem ve faaliyetleri 04.11.1983 gün ve 165 Sayılı KHK ile yeniden düzenlenmiş, 22.06.1988 gün ve 329 sayılı KHK ile unvanı Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş. olarak değiştirilmiş ve bankanın sanayi sektörü yanında diğer sektörlere de finansman desteği sağlama imkanı yaratılmıştır.[6]
Kalkınma Bankacılığı alanında II.Dünya Savaşından bu yana yaşanan gelişmeler maddeler halinde aşağıda belirtilmektedir:[7]
- 1947’de kurulan ‘the Japan Development Bank’ 1999’da ‘the Development Bank of Japan’ adıyla yeniden yapılanmış ve Japon hükümetinin kararlarına paralel olarak bölgesel kalkınma, yaşam standartlarının yükseltilmesi ve yeni stratejik sanayi alanlarına yönelmiştir.
- Savas sonrası dönemde (1953) makina-teçhizat yatırımlarını finanse etmek üzere kurulan ‘the Korea Development Bank’, 1960’dan itibaren ulusal kalkınma planlarının öngördüğü stratejik sektörlerin finansmanını üstlenmiştir. 1980’lerde piyasa koşullarında fon sağlamaya başlayan Banka, aynı zamanda gerileyen sektörlerin finansmanında işlev görmüştür. 1990’larda teknoloji gelisimini destekleme ve yurtiçi makina üretimi projelerine fon sağlamış, 1997’de kamu firmalarının finansmanından bütünüyle çekilerek yatırım bankacılığı alanında Dünyanın en büyük bankalarından biri olma hedefi ile yeni bir yapılanmaya yönelmiştir.
- Küçük bir ekonomi olması nedeniyle baslangıçta ihracatı geliştirmeye yönelen Singapur aynı zamanda 1970’lerde elektrik makinaları ve elektronik sanayilerine ağırlık vererek Dünyada sermaye ve teknoloji yoğun yatırımlara stratejik önem atfeden ilk devletlerden biridir. 1968 yılında kurulan ‘the Development Bank of Singapure’ öncelikli alanların finansmanı yanısıra henüz 1970’lerde ticari bankacılığa yönelmeye baslamıştır. Bugün Singapur’daki en büyük yerli sermayeli ticari bankası olup kurumsal kapasitesini ASEAN ülkelerindeki bölgesel kalkınma politikalarında kullanma stratejisi çerçevesinde faaliyet göstermektedir.
- 1973 yılında kurulan ‘the Development Bank of Malaysia’, Malezya devletinin ‘Bumiputra Politikası’ kapsamında ağır ve stratejik sanayi sektörleri ile yüksek teknolojili sektörlerin gelişimi ve ihracatın teşvik edilmesine finansman sağlamıstır. 1999 sonrası gerçeklestirdigi yeniden yapılanma ile KOBİ’lerin ve alyapı yatırımlarının finansmanına yönelmiştir.
- Savaş sonrası tahribatı gidermek üzere 1947 yılında kurulan ‘Development Bank of the Philippines’ ilk misyonunu tamamladıktan sonra 1958’de ulusal ekonomiyi geliştirmek ve özellikle KOBİ’lere fon sağlamak üzere kalkınma bankası olarak yapılandırılmış bir bankadır. Ekonomik darboğazlar ve rüşvete dayalı yönetim nedeniyle 1970’lerin sonunda batık kredileri artan Banka 1986 yılında revizyona tabi tutulmuş ve liberal ekonominin gereklerine göre yeni fonksiyonlar yüklenerek otonom bir Banka haline getirilmiştir. Türkiye gibi büyük bir iç pazarı olan Endonezya’da 1960’larda ölçek ekonomileri dikkate alınmadan çok çeşitli sektörlerde endüstrileşen ve yüksek maliyetle üretim yapan bir ekonomi oluşturulmuştur.
- ‘Development Bank of Indonesia’ ise 1960 yılında ulusal kalkınma planları kapsamındaki projelerin finansmanı amacıyla kurulmuştur. Banka üzerinde ilk revizyon 1967’de kamu kaynakları dısında da fon sağlanabilmesi amacıyla yapılmıştır. Endonezya’da 1983 yılından itibaren ihracata dayalı ekonomi politikalarına yönelinerek yapısal dönüşüm gerçekleştirilmeye ve yabancı sermayeyi teşvik politikalarına ağırlık verilmeye başlanmıştır. Süreç içinde Banka, 1992 yılına ticari bankaya dönüştürülmüş (PT Bank Pembangunan Indonesia)’, 1999 yılında ise diğer üç kamu bankası ile birleştirilmiştir (Bank Mandiri).
- Diğer Asya kalkınma bankalarına göre oldukça genç olan ‘the State Development Bank of China’ 1994 yılında orta ve büyük ölçekli altyapı ve sanayi projelerinin finanse edilmesi amacıyla Çin Eximbank ve Çin Tarımsal Kalkınma Bankası ile aynı zamanda kurulmuştur. 1997 yılında gerçeklestirilen finansal sektör reformu sonucu, Banka Çin Yatırım Bankası ile birleştirilerek iki yıl içinde, 1999 yılında, ülkenin 27 farklı yerinde şubeleri olan faaliyet ve sorumluluk alanları açıkça belirlenen ve proje yönetimi ve gözetimi işlevleri sürekli gelişen ve derinleşen yeni bir yapıya bürünmüştür.
- Uzakdoğu’nun başlıca modellerinin yanında Avrupa’da yer alan belirgin kalkınma kurumları durumunda olan ‘Kreditanstalt fur Wiederaufbau (KfW) ve ‘European Investment Bank (EIB)’ deneyimlerine de bakmakta fayda bulunmaktadır. KfW 1948 yılında kömür ve çelik gibi temel sanayilerin yeniden yapılanmasına uzun vadeli fon sağlamak üzere kurulmuştur. Yalnızca altı yıl sonra, 1952’de, ihracatın finansmanına, 1961’de ise diğer ülkelerdeki kalkınma girişimlerinin finansmanına yönelmiştir. Faaliyet alanları bölgesel kalkınma, KOBİ’lerin gelişimi ve ekonomik faydası olan projelere fon sağlamaktır. 1990’da birleşik bir ülkenin (Almanya) yeniden yapılanmasında başlıca araç durumunda olan Banka, 1994 yılından itibaren ulusal rekabet gücünü artırmak amacıyla yurtiçi Ar&Ge faaliyetlerinin finansmanına yoğunlaşmaya başlamıştır. Böylece KfW, bir kalkınma bankasının kendi pozisyonunu ekonomik dönüşümlere zamanında ve uygun bir donanımla nasıl adapte ederek ‘politika bazlı finansal kuruluş’ olma yolunda evrimleştiğinin en dinamik örneklerinden birini teşkil eder. AB’nin kalkınma bankası durumunda olan EIB de benzer şekilde bir dönüşümü yansıtır. 1958 yılında Roma Anlaşması’na ek bir düzenleme ile Topluluğun dengeli gelişimini sağlama hedefi çerçevesinde işlevler görmek üzere kurulmuştur. Bugün ülkelere iki-aşamalı bir prosedürle kapsamlı bir borç verme sistemi çerçevesinde bölgesel kalkınma, firmaların dönüşüm ve modernizasyonuna kaynak sağlama, yatırımları artırma ve yeni faaliyetler alanlarında özellikle altyapı ve KOBİ yatırımlarını desteklemektedir.
Görüldüğü gibi II. Dünya Savaşı sonrasının gelişen ekonomileri kalkınma hedeflerinin merkezini teşkil eden sanayileşme politikalarında sermaye piyasaları yerine kamu maliyesini tercih etmişlerdi. 1980’li yıllara gelindiğinde kalkınma çabaları umutsuzlukla sonuçlanmıştı. Birinci petrol şoku ile birlikte kalkınma çabasındaki ülkelerin ödemeler dengesi problemi çoğu için ağır bir dış borç krizinin kuvvetli sinyalleriydi. İkinci petrol şoku, daralan ticaret hacmi ve soğuk savaşın olumsuz etkileri eşliğinde az gelişmiş ülkeler yalnızca ekonomik değil politik olarak da çıkmazlara girmişti.
Bir çok az gelişmiş ve kalkınma çabası içinde olan ülkede durum böyle iken başta Doğu Asya ülkeleri olmak üzere bazı gelişmekte olan ekonomilerde yer alan başarılı kalkınma bankaları, örneğin Japonya, Kore vb… zaman içerisinde kendilerini kalkınma projelerini finanse eden birer kamu kurumu hüviyetinden kurtaran ve piyasalara daha da yakınlaştıran bir dönüşümü gerçekleştirebilmişlerdir.
1980’li yıllarda ise özellikle finansal liberalleşme sürecine giren bir çok gelişmekte olan ülkede kalkınma bankacılığının kalkınma faaliyetinin önemli maliyet ve riskleri ile başa çıkıp çıkamayacakları hususu gündeme gelmiştir. Bu sebeple 1980’li yıllar genel olarak kalkınma çabasındaki ülkeler için gerek enflastyonist baskılar gerek büyüyen dış açıklar ve gerekse de kalkınma bankalarının yeni fonksiyonunun tanımlanması konusunda kayıp yıllar olarak ortaya çıkmıştır. Geleneksel politikaların yerini almaya başlayan yeni politikalar sadece az gelişmiş ülkeler için değil durgunluk içine girmiş olan gelişmiş ülkeler için de farklı bir dönemin başlangıcı olmuştu.[8]
Daha sonra hızlı bir gelişim sürecine giren ekonomilerde kalkınma bankalarının sayılarının hızla arttığı gözlemlenmiştir. 2006 yılında TKB tarafından kaleme alınan bir rapora göre, dünya genelinde yaklaşık olarak 550 adet kalkınma bankası hizmet vermektedir. Bunların bir bölümü uluslararası, diğer bir bölümü bölgesel ve alt bölgesel kalkınma bankaları iken, 520 tanesi de 185 ülkede ulusal kalkınma bankası statüsünü haiz olarak faaliyet göstermektedir. Gelişmekte olan ülkeler, ortalama olarak üç ya da daha fazla kalkınma bankasına sahipken, sanayileşmiş ülkeler daha az sayıda kuruma sahip olma eğilimi sergilemektedir. En fazla kalkınma bankası, 152 adet ile Batı Yarıküre’de (Latin Amerika ve Karaibler) yer almakta olup bu sayı toplam kalkınma bankalarının %29,5’ine karşılık gelmektedir. İkinci sırada 147 banka ve %28,5 ile Afrika, üçüncü sırada ise 121 banka ve %23,4 ile Asya ve Pasifik yer almaktadır. Büyük çoğunluğu gelişmiş ülkelerden oluşan Avrupa’da ise 49 banka faaliyette bulunurken, bu sayı Orta Doğu’da 47 adet olarak karşımıza çıkmaktadır.[9]
[1] Pawan Kumar Sharma, Development Banks and Entrepreneurship Promotion in India, Hindistan: Mittal Publications, 1991, s.2.
[2] Hüseyin Öztürk, “Kalkınma Bankacılığı ve Yatırım İlişkisi: Türkiye Örneğinde Bir Başarı Değerlendirmesi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi SBE, 2008, s.13-14.
[4] Leylan Dolun ve A.Hakan Atik, Kalkınma Teorileri ve Modern Kalkınma Bankacılığı Uygulamaları, Ankara: TKB Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Müdürlüğü, 2006, s.19.
[6] TKB, “Tarihçe, Statü ve Sermaye Yapısı”, http://www.kalkinma.com.tr/tarihce-statu-ve-sermaye-yapisi.aspx
[7] Gülhan Bilen, “Kalkınma Bankacılığı ve Türkiye Kalkınma Bankası”, Kalkınma Dergisi, Ocak-Mart 2008, Sayı.47, s.21-22
[8] Başkent Üniversitesi, “1.doc”, www.baskent.edu.tr/~gurayk/finpazcarsamba21.doc
[9] Dolun ve Atik, a.g.e., s. 21.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Merhaba kıymetli okuyucularım,
Yorumları denetlemeden siteye koyamıyorum. Maalesef uygun olmayan içerikler paylaşan kullanıcılar oluyor ve bunun siteyi ziyaret eden insanları olumsuz etkilemesini istemiyorum. Vaktimin darlığından her zaman yorumlarınıza da yanıt veremiyorum. Anlayışınız için teşekkür ederim.